Köylüyü korumak isteyen jandarma

Fikret Otyam’ın 23 Ekim 1962’de yayımlanan ilk yazı dizisi...

Fikret Otyam

“Koçyiğit de gurbet ele düşerse

Yanar bağrı ateşinen közünen Dadaloğlu”

Güneş zalımca tepeye dikilmişti. Alayçiklerin arasından beynimize süzülüyordu. Ama bu deli, bu sarı sıcağa rağmen o muhalif yel her daim esiyordu yaylada. On yaşlarında bir kızın getirdiği ayranları içtik. Hepsi tek tek özür diliyorlardı. Durumdan... Bardaklar, maşrapalar, taşlar burum burumdu...

“Hepiciğini, hepiciğini anadacığım” diyen Safiye kadın yerinden kalktı, ak üstüne kara nakışlı bir yazmadaki yufka ekmeklerini ısladı, dürdü, gölgeye koyup yerine oturdu.

Keçiler, koyunlar, kazlar, tavuklar, köpekler çevremizi sarmıştı... Hayvanlarla insanların böylesine haşır neşir oluşları az yerde görülür. Evler ve ağıllar bugün birer kerpiç yığınıydılar. Yaşantıda bir eşitlik başlamıştı...

 

15 gün sonraydı

“Üsteğmen, o gencecik, o babayiğit kumandan şehre varıp tuttuğu zaptı yedinci ayın altısında hokümata verdi. Hokümat deragap ifadesini aldı. Sonradan duyduk ki mamırı hokümat icracı da mazifeye müdahaleden kumandardan davacı olmuş!..

 

Toplandık vardık

Elbistan hokümatına... Gelin dedik hokümatı mamirin, gelin görün halımızı... Evlerimizi, barklarımızı, ağıllarımızı ne hala kodular? Siz mi verdiniz bu kararı? Siz mi verdiniz Aktil köylülerini insanlıktan çıkarın? Siz mi dediniz Muaviye torunlarına, Ali canlarını perişan edin diye? Demediniz böyle... Demediniz... Hokümat böyle zalim olmaz... Hokümat adildir... Hokümat kanun güder... Hokümat hak güder... Hokümat adına nice canlar kıyılıyor... Hokümat adına ne zulümler yapılıyor... Hokümat adına kanunları depikliyorlar... Gelin görün ey Elbistan hokümatı mamirini... Gelin. Tüm askerler, tüm askerlerin tüm çavuşları, tüm çavuşların tüm kumandarlarının tuttuğu, möhürlerini bastığı, imzalarını koduğu zabıtları okuyun ey Elbistan hokümatı mamirini... Okuyun görün bu zulmü de zalimlerin cezalarını mezalarını verin. Haklıyı haksızı ayırın.”

“Pekiy, n’oldu sonu?”

Sustular.

 

‘Gürsel Cemal Paşa’ya

Ve efendim ve sultanım, dost yüzlüm... Telgraflar saldık birlik olup İreisicumhur Başkan Gürsel Cemal Paşa Hazretlerine... Ali canlarına kıyam edenler... Senin kanununu, senin adını kötü ederek tatbik eylerler... Evvel Allah, Muhammed, Ali’ye sığınıp seni haberdar ediyoruz. Müfettişlerini sal Elbistan hokümatına... Kurtar bizi... İnsan olduğumuzu iradyolarla ilan et. Bizi, bize kıydırma gayri... Böle böle dedik efendi, böle böle dedik...

Ve hokümata başkanı Başvekil İsmet Paşa İnönü’ye, İçişleri dahiliye vekil bakanına teller çektik. Candarman bile dayanamadı bu zulme, ey bakan içişleri vekili Kurutlu beğ... Candarma bile dayanamadı. Zabıt tutup infaz durdurdu.”

“N’oldu dedim? N’oldu sonu?”

Sustular.

Ve Elbistan hokümatına varıp savcılığa istidalar verdik... Mallarımız yağma edildi savcı bey... Eşyalarımız çalındı... Altınlarımız yıkıcıların ceplerinden çıktı... Unlarımız, toz toprak, gübre katıp yemez hale getirildi. Zabıtlar tutuldu, en azından iki bin beş yüz liralık erzakımız yenmez hale getirildi. 1500 liraya yakın paramız yok oldu! Kelpetenlerimiz çalındı. Atlarımızın gemleri yıkıcıların koyunlarından çıktı. Bunları eşkıya takibine çıkan üsteğmen kumandar İbrahim ve çavuşları ve askerleri görüp zabıtladılar. Ara hakkımızı kanun adına...”

“Sonra n’oldu?” dedim.

Sustular.

 

Candarmalar geliyor

Allah’ı bekledik. Muhammed’i bekledik. Ali’yi bekledik. Bekledik. Bir sabah başlarında hokümatı mamiri icracı, İncecik mıhtarı, candarmalar geldiler. Köylüler aynen. Ve uzatmıyalım efendi, uzatmıyalım dost, evlerimizi gördü gün gibi yıkım yıkım yıktılar. Vardık biz kadınlar üzerlerine dipçiklendik. Yerlere yıkıldık... Candarma bu, kuvveti hükümeti... Başa çıkılır mı? İşte 23 evlik, iki ağıllık mezra bu hale geldi. Hepiciğini yazmaya lüzum yok. Aklında kalanı yaz. Var git hokümatı merkezi Ankara’ya, de ki İsmet Paşa İnönü’ye de ki, İçişleri, Dahiliye Bakan Vekili kuruluya hal böyle böyle... Duyur Elbistan hokümatının zulmünü.. Kanun kanundur. Karşı değiliz... Değiliz emme, var mıydı ilamda aşımıza bok atmak? Var mıydı ilamda altınlarımızı çalmak, eşyalarımızı yağma etmek? Var mıydı kızlarımızın çeyizlerini topraklara gömmek? Hangi mahkeme, varın gidin bu zulmü edin der? Hangi mahkeme? Bunu sorsunlar, hesap istesinler? Yüce meclisanlar haksızlık olmasın diye kurulmadı mı? Demukrasi inanç, ibadet serbest demedi mi? Vatandaş eşittir demedi mi? Bunun için tasdiklenmedi mi yüce anayasalar? Sorsunlar bunu Elbistan hokümatından. Bunu istiyoruz, bunu bekliyoruz.”

“Yaz can, yaz dost... Yazan kâtibin suçu yok, Mevlan demiş böyle yaz. Yaz oğul, yaz halleri böle böle deyip. İcra ve yıkım amelesi için 1664 lira istediler. Ciplere para istediler. Etmeyin dedik, neyimiz kaldı ne vereceğiz? Bari bir haftacık izin verin. Mamarı hokümatı icracı yine olmaz dedi. Yalvardık, yakardık. Ayağının turabı olalım bir hafta izin. Olmaz dediler. Sürülerimize saldırdılar. 28 seçme kısır koyunu, çobanı dövüp ellerinden aldılar, şahıra indirdiler, şaharın pazaryerine. Boyunlarımızdaki altınları söküp vardık pazara üç gün sonra. 1464 lira tuttu altınlar. Makbuzları alıp bir hafta izin istedik, denkleştirmeye çabalıyoruz. Üçer cip gelmiş üçer defadan kilometresi seksen kuruştan. Halbukim pahalı bu gelip gidiş.”

Makbuzlar çıkardılar. Numarası 509. Vezne numarası 509. Dosya numarası 962/49 tarihi 23.7.1962, 750 TL. Ayrıca bir 500 liralık daha. Numaraları 510 aynı tarihte yine bir 125 TL.

“Yaz halimizi. Eksik var, fazla yok. Yalanımız varsa, ki bizde yalan yoktur can... İplesinler bizi şu ağaçlarda. Yalnız hokümata merkezi Ankara bir kurcalasın bu işi. Tek dileğimiz bu...”

YARIN: Yıkıntılar arasında doğan çocuk: HÜSEYİN.