Kötü Suat
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın çekmecesi meğer ne kadar doluymuş. Ölümünden çok sonra gün ışığına çıkarılan metinlerinin hepsi birbirinden ilginç, bu anıtsal yazın ve kültür kişimizin dünyasını, sanatını daha iyi tanımak açıdan önemli.
Oğuz Demiralp / Cumhuriyet Kitap EkiHer
kesimden insanın okuması gereken bir yazarımızdır Ahmet Hamdi. Bizi kendimizle,
geçmişimiz, geleceğimizle yüzleşmeye çağıran bir aydındır. Bu bakımdan Huzur romanı en çarpıcı yapıtlarından
biridir. Huzur’u sevenler iki yıl
önce çok sevinmişlerdi. Çünkü Suat’ın
Mektubu (Dergâh yay, Şubat 2018) yayınlanmıştı.
Tanpınar
bilimcisi diyebileceğimiz Handan İnci çok güzel hazırlamış kitabı. Kapak da
çağrışım yaratıcı. Suat olarak düşünebileceğimiz bir adamı belki Beyoğlu’nun
bir arka sokağında yürürken arkadan görüyoruz. Pardösüsü iki yana açılmış, öyle
bir şekil oluşmuş ki, yarasa geliyor aklıma.
Zaten
son zamanlarda hep aklımda. İnsan - hayvan dengesini bozan Çinlilere koranayla
yanıt verdiği söylenen yaratık. Belki de meşru müdafaa! Gel gelelim, insan,
yaşama tarzı ve tipi dolayısıyla yarasayı, Batman dışında, genellikle kötünün
simgesi gibi görmüştür. Bu çerçevede Suat’ı yarasa olarak düşünmek pek yanlış
olmaz herhalde.
Handan
İnci, inceleme niteliğinde bir yazıyla Huzur’da
Suat’ın yerini, anlamını pek güzel anlatıyor, yeniden baştan sona geçiyor
romanı, okuru yeni metnin başına kadar getiriyor. Handan İnci’nin verdiği
bilgilere göre, Huzur tefrika olarak
yayımlandığında Suat silik bir ikincil kişiymiş. Kitap olarak çıktığında roman,
Suat’ın temel kişilerden biri olarak yenilendiği görülmüş.
Huzur romanını Suat’sız
düşünmek güçtür. Suat olmasaydı Huzur’un
derinliği epey azalmış olurdu. Tanpınar romanı bakımından gerekeni yapmıştır
Suat’ın yaşam alanını genişletmekle. Ne ki, Mümtaz hiç hoşlanmamıştır bu gelişmeden
eminim.
MÜMTAZ VE SUAT
Mümtaz’ı,
yakınları, kanatları olmayan bir melek sayar. Suat ise Mümtaz’ı çeken “zalim ve
güzel” bir mıknatıstır. “Şeytan” dediği Suat, Mümtaz’ın insana ve hayata
ilişkin olumlu düşüncelerinin, mistik arayışlarının, aşkının ölümcül
düşmanıdır. Sanki tek görevi Mümtaz’ı çökertmektir. İntihar ederken, Mümtaz’ın
ruhunu da öldürmek, “bütün hayatı kötüleyen” biri olarak kendinde hayatı yok
etmek peşindedir. Kimine göre, Suat bizim kültürümüze aykırı bir tiptir. İlk
bakışta, Dostoyevski’nin Ecinniler
romanından çıkıp Huzur’u basmış bir
uğrudur. Bizim geçmiş kültürümüz açısından bakarsak, ifrittir Suat. TDV’nin
İslam Ansiklopedisinde şöyle tanımlanır ifrit: “Arapça ‘afr kökünden türetilmiş olup “kurnaz, şerir, çetin, yaratılışı
güçlü, kızgın ve öfkeli kimse” mânasındadır. İfrit, bu anlamları dolayısıyla
cin ve şeytanlar için olduğu gibi mecazi anlamda kötülük ve şeytanlıkta aşırı
giden insanlar için de kullanılır.” Suat itici olduğu kadar çekicidir. Bazen
Mümtaz onda şeytanın isyan etmeden önceki melek halini görür gibidir. Mümtaz
Suat’ı İsa gibi çarmıha gerilmiş de düşünür. İnsanın kusurlarının toplamıdır
Suat, İsa gibi bütün günahların kefaretini o ödemektedir.
TERS İSA
Bana
göre, ters İsadır Suat. Çarmıhta ölürken “Niye beni terkettin Baba?” diyen İsa
dirildiğinde sanki insanları kurtarmaya değil, onlardan öç almaya yönelmiştir.
Romanın anlatıcısı Suat için “çok okur ve cesur düşünürdü” der. Mümtaz’ın, “bir
zamanlar elden bırakmadığı Ahdi Atik”teki
bilgi ağacının, o ünlü ağacın Şeytan ile özdeşlenmesi, günah ile bilginin
örtüşmesi gibidir Suat’ın entelektüelliği. Tanpınarca söylemeye çalışırsak,
Suat, itiraz ve inkırazdır.
Tanpınar’ın
“küçük bir eser” olarak düşündüğü Suat’ın
Mektubu’nda yazınımızın bu aykırı / ayrıksı karakterinin iç dünyasını daha
iyi tanımayı, tanıtmayı hedeflediği anlaşılmaktadır. Huzur’da Suat intihar etmeden önce Mümtaz’a “her şeyi izah eden bir
mektup bırakmıştı.” Mümtaz’ın sık sık okuduğu “Bu her şeyle alay eden bir
sinizm ile, iç benliğe maledilmiş azaplarla dolu uzun bir mektuptu. Mümtaz onu
okudukça Suat’ın kendisini çok derinden yakaladığını hissediyordu.
Fikirlerinden hiçbirine iştirak etmiyordu. Fakat azabını paylaşıyordu.”
Mektubu
okurun okuyamaması biçimsel açıdan bir eksikliktir. Tanpınar’ın bu eksikliği
gidermek istediği anlaşılmaktadır. Ancak, ortaya çıkardığı mektup metnini
romanla bağdaştıramadığı için çekmeceye atmıştır, bence; romanın gerektirdiği
mektup bu değildir. Romana göre bu mektubun Mümtaz’ı uçuruma iten son dokunuş
olması gerekir. Oysa mektup ilerledikçe Suat’ın günah çıkarmasına dönüşür.
Mektubun
Suat’ın yargılandığını düşlediği Kafkaesk bölümü pek etkileyicidir. Sonunda
Suat, “Yazık ki insanın ufku insan... Hâlbuki sadece Allah olmalıydı.” derken,
insanı ayarttığı için özür dileyen şeytan gibidir. Huzur’da Mümtaz’a, “Seni bırakmam. Benimle geleceksin.” diyen
Suat’tan farklıdır.
Suat’ın
Mümtaz’ın alter egosu olduğu söylenir hep, ama daha derine inersek, Suat,
Tanpınar’ın dünyasında henüz keşfedemediğimiz karanlık bir köşenin yansımasıdır.
Bana
Tanpınar’ın “Yarasa” şiirini
anımsatır: “Renkten ve ışıktan örülmüş tenin / Nolur nolur biraz ben de
unutsam, / Kapanıp üstüne boş gecelerin / Bir mezar hüznünde seni uyutsam. //
Yıllardır sürükler beni peşinden / Daha kuvvetlidir bu korku benden, / Sanırım
kurtulmam yine elinden / Bir duman, bir gölge, bir vehim olsam. // Ne zaman
kapansam kendi kendime / Bu hayal asılır kirpiklerime / Ve gelir asılır sanki
derime / Geceden bir çığlık gibi yarasam.”
Nedir yarasaların insanlardan çektiği? Onları rahat bıraksak da Suat gibi kendi karanlığımızla kendimiz bir yüzleşebilsek... Yoksa daha da fena olacak.