Korku kültürü ile yaşıyoruz

Geçmişte birleştirici etkisi olan korku tarihte ilk kez toplumları bölüyor, kutuplaştırıyor

Reyhan Oksay / Cumhuriyet

Günümüzde insanlar sürekli bir korku kültürü ile besleniyor: Terör korkusu, yasadışı sığınmacı korkusu, köktendinci korkusu, faşizm korkusu, iktidarın yürüttüğü politikalardan zarar görme korkusu, iktidarın yürüttüğü politikalardan korkmayanlarla ters düşme korkusu, ekonomik darboğaz korkusu, işsiz kalma korkusu, deprem korkusu, iklim değişikliğine bağlı doğal afet korkusu... Ve liste böyle uzayıp gidiyor. Sosyologlar bu durumu korku kültürü olarak nitelendiriyor. Toplumlar -gerçek veya sanal- sürekli olarak güvenliklerinin tehdit altında olduğunu düşünüyor. Riskleri doğru hesaplayamam eğiliminde olduğu için de korkuyor. Niçin korktuğu sorulduğunda çoğunluk dünyanın eskisine göre çok daha tehlikeli bir yer haline geldiğini söylüyor. Bu görüşlerini çürüten somut kanıtlarla karşılarına çıktığınız zaman rahatlama sağlayamıyorsunuz. Korku en ilkel duygularımızdan biridir; hayatta kalmamız için gereklidir. Ancak son yıllarda korkunun yıkıcı gücünün öne çıktığı görülüyor. Korku faktörü daha fazla şiddet, akıl hastalığı ve travma, sosyal parçalanma, emekçilerin/azınlıkların haklarını yitirmesi gibi olumsuz sonuçlar doğurma eğiliminde. Bunun sonucu ise polisin güçlendiği otoriter yönetimler, yasal hakların törpülenmesi, özel hayatın sınırlandırılması, sosyal endişeler ve travma sonrası stres bozukluğunun yaygınlaşması... Korku yeni bir duygu değil. Tarih boyunca toplumları şekillendirdiği biliniyor. Eskiden yırtıcı bir hayvanın pençesinde korkan insan şimdi terör saldırılarından korkuyor. “Korku Kültürü” isimli kitabın yazarı sosyolog Frank Furedi, “Zamanımızda tek bir korku yok. Bugünkü korkular ayırım gözetmeyen, çoğulcu bir korku şekli. Örneğin benim çocukluğumda büyüklerim korkularını paylaşırdı; birlikte korkarlardı. Oysa bugün siz ve ben korkularımızı tek başımıza yaşıyoruz” diye yazıyor.

Yaşam standardını koruyamama korkusu

Dünya Toplum Zirvesi’nin raporu “Mega-Kentlerde Korku” başlığını taşıyor. Londra, Mumbai ve Pekin gibi dünyanın büyük kentinin ele alındığı çalışmada bedensel ve zihinsel hastalıklara yakalanma, ölüm gibi korkuları, halihazırdaki ekonomik konumunun gerisine düşme korkusunun izlediği görülüyor. Uzmanlar bu korkuyu şöyle açıklıyor: “New York gibi devasa bir kentte yaşayanlar, terör saldırısından daha çok gelecekte aynı yaşam standardını sürdürememekten korkuyor. Kısaca toplumun tümünü tehdit eden felaketlerden değil, kişisel çöküşlerden korkuyorlar.”

Beynimiz modern yaşama uyumlu değil

Çağdaş korkularımızın üzerimizdeki olumsuz etkileri, büyük bir olasılıkla beynimizin modern yaşamı işleyebilecek bir beceriye sahip olmamasının sonucu. Daniel Gardner, “Korku Bilimi: Korkmamamız gereken şeylerden niçin korkuyoruz?” isimli kitabında insan beyninin riskleri ve sonuçlarını doğru dürüst değerlendirememesini bu nedene bağlıyor. Bilinçaltı zihnimiz, mağaralarda yaşadığımız dönemlerde evrilen ilkelere dayanarak ani kararlar veriyor. Gardner’ın işaret ettiği üzere beynimiz bir tehlike ile ilgili karar alırken eski deneyimlerine danışıyor. Tehlikeyi anında fark etme içgüdüsü, vahşi hayvanlarla karşı karşıya kalan insanların canını kurtarmasında büyük rol oynadı. Oysa bugün uçak kazaları, çocuk kaçırmaları, doğal felaketler ile karşı karşıya kalan içgüdülerin doğru karar almasını bekleyemezsiniz.

Korku kutuplaştırıyor

Günümüzde korku tarihte ilk kez toplumları bölüyor, kutuplaştırıyor. Geçmişte dayanışmayı güçlendiren bir kuvvet olan korku, bugün insanların birbirleriyle olan temasını kesiyor. Bu da sonuçta toplumda korkuyu iyice kontrol edilemez bir boyuta çekiyor. Dahası, medya kanalları, politikacılar ve şirketler bu duygunun gücünü keşfedip, bundan yararlanmanın yollarını keşfettiler. Korkuyla beslenen toplumları daha kolay manipüle edebileceklerini görüyorlar. “Korku ekme akımı” bugün toplumları şekillendirmeye çalışanların elindeki en önemli silahlardan biri. Emlakçılar kapılarında güvenlik bulunan siteleri daha kolay pazarlarken, yasadışı bazı gruplar toplu halde daha güvende olacakları iddiasıyla kolaylıkla insanları kendi saflarına çekebiliyorlar. TV kanalları rating’lerini, gazeteler tirajlarını artırmak için insanları gerçek olmayan sansasyonel haber bombardımanına tutarken, insanları adım adım gerçeklerden uzaklaştırıyorlar. Televizyon programları kaygılarımızı artırmak için özellikle felaket haberlerine öncelik veriyor. Cinayet ve suç odaklı dizler raiting rekorları kırıyor. Amaç ise insanları biraz daha korkutmak (Eğer yeterince korkmuyorsanız sizde bir anormallik var demektir).

Siyasetçilerin elinde korku

İşini iyi bilen siyasetçiler bu duyguyu ne zaman ve nasıl kullanacaklarını çok iyi biliyorlar. N+1 isimli derginin yazarlarından Alex Gourevitch bu konuda şöyle konuşuyor: “Geleneksel siyasi ideolojilerin işe yaramadığı koşullarda korku politikasına sarılmakta fayda vardır. Güven arayışı, daha yüksek idealleri by-pass ederek birleştirici siyasi bir ülkü olabilir.” Siyasetçiler hiçbir zaman korku silahını terk etmediler. Özellikle seçim kampanyalarında korku teması hep ön plana çıkarıldı. Adaylar kendileri seçilmediği takdirde halkı korku dolu senaryolarla korkuttular.

Çözüm

Ne var ki dünya siyasetinde korku siyasetine karşı umut, dayanışma ve özveri siyasetini güden bazı adayların da kazandığı görülüyor. Sosyolog Frank Furedi korku politikalarının çaresinin yine politikada yattığını ileri sürüyor: “Korku eken siyasetçilere karşı çıkan rakiplerinin dayanışma ve işbirliğine vurgu yapmaları gerekiyor. Bu arada halkın çarpık güvenlik arayışlarına son vermesi gerek; ‘bizi kurtar’ diye siyasilerin arkasına sığındıkça, siyasiler de korkularını körüklemeye devam edecektir.” Gardner ise bireysel olarak bu korku kültüründen nasıl çıkabileceğimizi şöyle açıklıyor: “Bir kere insan olduğunuzu ve korkularınızın olabileceğini kabul edin. İçgüdüleriniz sizi bazen doğru yoldan saptırabilir. İçgüdülerinize kulak vermeden önce iyice düşünün. Önce kendinize, sonra çevrenizdekilere hak verin ve anlayışlı davranın.” Oregon Üniversitesi’nden risk analisti Paul Slovic, bir kere böyle düşünmeye başladığınızca sizi durdurmanın olanaksız olduğunu söylüyor: “Tüm TV programları, tüm reklamlar, siyasilerin tüm korku saçan konuşmaları size saçma gelmeye başlar. Korkunun sizi ele geçirmesine izin vermeyin, korkuya yol açan sorunların çözümüne odaklanın. Böylece ne kadar rahatladığınızı, bunca yıl korkunun sizi nasıl boğmaya çalıştığını anlayacaksınız.”

Geçmişte dayanışmayı güçlendiren bir kuvvet olan korku, bugün insanların birbirleriyle olan temasını kesiyor. Bu da toplumda korkuyu iyice kontrol edilemez bir boyuta çekiyor. Dahası, medya kanalları, politikacılar ve şirketler bu duygunun gücünü keşfedip bundan yararlanmanın yollarını keşfettiler. Korkuyla beslenen toplumları daha kolay manipüle edebileceklerini görüyorlar.