Korku imparatorluğu

"Türkiye’de demokrasinin standardı yıllar içinde ciddi anlamda düştü. Bu süreç başta basın olmak üzere pek çok kurumu zora sokuyor. Geldiğimiz durumda özgür basından söz etmek artık mümkün değil."

cumhuriyet.com.tr

Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Türkiye’deki demokrasinin standartının giderek düştüğünü ve toplumun her kesiminde “sopayla hizaya getirileceğim” endişesi yerleştirildiğini belirterek, “Yargı mensuplarının görevlerinden ihraç edilmek istenmesi, Yargıtay’ın dinlenmesi girişimleri, tüm yüksek yargı mensuplarına ‘sizleri de görevden alırım’ mesajıdır. Dinlemelerle, izlemelerle Türkiye’deki kurumların genetiğini bozmaya çalışıyorlar” dedi.

Türkiye Partisi lideri ve eski Devlet Bakanı Şener, AKP iktidarının son dönemde yüksek yargı kurumları ve Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) başta olmak üzere toplumun farklı kesimlerine yönelik sürdürdüğü siyasi baskı ve sindirme politikaları ile YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun görevden alınmak istenmesi ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in dinlenmesine ilişkin gazetemize değerlendirmelerde bulundu. Şener, çağdaş ülkelerde demokrasinin standardının çok önemli olduğunu ve rutin seçimlerin demokrasi adına bir kıstas olmadığının altını çizerek, demokrasi standardının yükselmesi için tam anlamıyla işleyen kuvvetler ayrılığı ilkesi, özerk basın ve güçlü sivil toplum kuruluşlarının varolması gerektiğini kaydetti.

‘Özgür basından söz etmek mümkün değil’

Şener, “Türkiye’de demokrasinin standardı yıllar içinde ciddi anlamda düştü. Bu süreç başta basın olmak üzere pek çok kurumu zora sokuyor. Geldiğimiz durumda özgür basından söz etmek artık mümkün değil. Sivil toplum kuruluşları da basın gibi sindirildi. 3+3’lük zammı beğenmeyen memur sendikaları yarım puan artış yapılınca açlık grevinden vazgeçtiler. Türk-İş 80 bin işçiyle 4+4’lük zammı kabul etmedikleri için grev kararı aldı ancak yarım puanlık artışla grevden vazgeçtiler. Sanayi çöktü, işçi ve esnaf perişan durumdayken bu kesimlerin temsilcileri hükümete yaranmak için ‘bir sakız al ’ diye harcama kampanyaları başlattı. Tüm bu kesimler, kitlelerin sorunlarını seslendirmek ve hükümete gerekli çözümleri bulması için baskı yapamaz hale geldiler. Sorun toplumun her kesiminde. Herkes dinlendiği, izlendiği endişesi içinde” diye konuştu.

Şener, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Pakistan gezisi sırasında söylediği “Ne güzel, sizde tüm kararlar oybirliği ile alınıyor. Darısı başımıza” sözlerinin gelinen süreci net bir şekilde ortaya koyduğunu kaydederek, şunları dile getirdi:

“Bu sözler Başbakan Erdoğan’ın demokrasiden ne anladığını açıkça göstermektedir. Bu sözler Başbakan’ın demokrasiyi içselleştirmediğinin kanıtıdır. Gelinen noktada demokrasilerde esas olması gereken ‘erkler ayrılığının’ yerine fırsatı bulanın diğerinin üzerinde güç kurmaya çalışmasına bıraktı. Sadece Adalet Bakanı’nın isteğiyle yüksek yargı mensupları görevlerinden alınmak isteniyor. Bu görevden alma çalışmaları, yalnızca iki yargı mensubunu ilgilendirmiyor. Tüm yüksek yargı mensuplarına göz dağı verilerek, ‘sizleri de görevden alırım’ mesajı veriliyor. ”

TSK yıpratılıyor

Tüm bu süreçlerle güçlerin “merkezileştirilmesi” hedeflendiğini de dile getiren Şener, “Bu saldırıların hedeflerinden biri de TSK. Kuşkusuz TSK’nin daha önce demokrasiye müdahale ettiği gerçeğini de unutmamak gerekir ancak son 3 yıldır TSK sürekli olarak yıpratılıyor, hırpalanıyor ve rencide ediliyor. TSK’nin bu süreçte yapması gereken en önemli şey kendi iç hukukunu koruması ve güçlü bir duruş sergilemesidir. İçinde bulunduğu zaaflardan kurtulmalıdır. Baskı ve sindirme politikalarının önünde ancak demokrasi ve hukukla durulabilir” diye konuştu.



Tek suçlu iktidar değil

TTB Başkanı Prof. Dr. Gürsoy, ‘İnsan hakları ve demokrasi ile bağdaşmayan başka vahim gelişmeleri de gözden kaçırılmamalı’ dedi

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, hâkim ve savcıların ihraç edilmesi istemi ve telefon dinlemelerinin Yargıtay’a dek uzanmasının hukuk devleti ve evrensel insan hakları normlarıyla bağdaşmayan vahim gelişmeler olduğunu ancak bunlar kadar insan hakları ve demokrasi ile bağdaşmayan başka vahim gelişmeleri de gözden kaçırmamak gerektiğini söyledi. Gürsoy, “korku imparatorluğu”nu yaratmaya çalışanın, yalnızca iktidar olmadığını belirtti.

Türkiye’de yüzlerce çocuğun polis panzerlerine taş attıkları için terör örgütü üyesi sayılıp ağır cezalara çarptırıldığını anımsatan Gürsoy, “Bu kararları savcılar ve hâkimler veriyor, Yargıtay onaylıyor. Ermeni sorunu konusunda düşüncelerini açıklayan yazar Orhan Pamuk hakkında, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 70 milyon TC vatandaşının dava açabileceğine karar vererek, demokrasilerde eşi görülmemiş bir hukuki linç örneğinin altına imza koyuyor. Genelkurmay istihbarat birimleri, sivil toplum örgütlerinin, meslek örgütlerinin yöneticileri, gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler hakkında hiçbir hukuki dayanağı olmayan suçlamalarla donatılmış ‘andıç’lar hazırlıyor. Yakın geçmişin darbe girişimleri, faili meçhuller, Diyarbakır ve öteki cezaevlerinde yaşananlar ‘abartılmış rivayetler’ gibi görülmeye ve gösterilmeye çalışılıyor” dedi.

‘İktidar kararsızlık içinde’

Ülkeyi kan gölüne çeviren, 40 bin insanın ölümüne, ölçüye sığmayan maddi ve manevi kayıplara yol açan Kürt sorununun çözümü konusunda doğan fırsatların, siyasi rant uğruna heba edildiğini ifade eden Prof. Dr. Gürsoy, “İktidar kararsızlık içinde, çözüm yolunda inandırıcı bir siyasi irade ortaya koyamıyor. Muhalefet elbirliği ile kışkırtıcılık yapıyor. Ana muhalefet sözcüsü Meclis kürsüsünden sorunun çözümü için Dersim katliamını örnek gösteriyor” dedi.

“Korku imparatorluğu”nu yaratmaya çalışanın sadece iktidar olmadığını söyleyen Gençay Gürsoy, “Yasaması, yürütmesi, yargısı, ordusu, iktidarı ve muhalefetiyle çivisi çıkmış bu ülkede, resmin bütününü görerek, her şeye rağmen inatla ve ısrarla barış, demokrasi, insan hakları, hukuk devleti ilkelerine sonuna kadar sahip çıkmak gerekiyor” diye konuştu.



YALÇINKAYA YOLA ÇIKTI

BİLGİ kirliliğini önlemek üzere, birkaç hususu hatırlatmak isterim.

Yılda en az 5 bin hâkim ve savcı hakkında şikâyet vaki oluyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, bugüne kadar toplam 69 hâkim ve savcı ile ilgili dinleme kararı alındığını açıkladı. (Herhalde, bu rakamlar, -binlerce şikâyet arasında sadece 69 kişinin dinlenmesi-Ceza Muhakemesi Kanunu ile verilen bir imkânın istismar edilmediğini gösteriyor.)

69’un, 56’sı Ergenekon davasıyla ilgili. Ergenekon soruşturması kapsamında, İşçi Partisi’nde yapılan araştırmada, bu partinin Genel Sekreteri Nusret Senem’in bilgisayarında 50’yi aşkın hâkim ve savcının numaraları bulundu. Veli Küçük’ün ajandasında ve bazı ihbar mektuplarıyla telefon dinleme kayıtlarında elde edilen bilgiler, bilgisayardaki telefon numaralarıyla birlikte değerlendirilip, gereğinin yapılması için Adalet Bakanlığı‘na müracaat edildi. (Telefon numaralarının İşçi Partisi’nde yakalanması, kimi hâkim ve savcının isminin Küçük’ün ajandasında, ihbar mektuplarında ve telefon konuşmalarında geçmesi, kuvvetli bir şüphe doğurmaz mı?)

Telefonların dinlenebilmesi için, şüphe altındaki kişilerin, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti, kasten öldürme, işkence, cinsel saldırı, uyuşturucu, ihaleye fesat karıştırma, rüşvet, silâhlı örgüt, casusluk ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma gibi eylemlerle ilişkilendirilmesi lâzım. (Ergenekon’la ilişkili görünmek, 135’inci maddede aranan şartlara uymuyor mu?) Abdurrahman Yalçınkaya, hukuk devleti ilkelerini korumak adına yola çıktığını söylüyor ama parti kapatma meselesini Demokles’in kılıcı gibi iktidar partisinin tepesinde sallandırmanın, hukuk devleti ilkesine zarar verdiğini acaba göremiyor mu?

Nazlı Ilıcak

15 Kasım 2009 / Sabah



SİVİL İSTİBDAT

........BİZİM istibdat rejimimiz Armani mi, başka marka mı giyiyor bilemem, ama üniformasız bir istibdada doğru tam gaz gittiğimize hiç şüphe yok. Her otoriter rejimin, dönemin ‘düşman’, ‘tehdit’ ‘tehlike’ algısı ve bahanesi değişiktir. Uygulaması ise birbirine çok benzer; ‘o’ düşmana, tehdide, tehlikeye karşı her şey mübahtır, herkes zan altındadır, suçlanması, damgalanması an meselesidir.Kennedy, kendi hükümetini, bu konuda ‘yeniden düşünmeye’ davet ediyordu. Ben de, mevcut hükümeti ve onu destekleyenleri, niyetleri halisse yeniden düşünmeye davet etmek istiyorum.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın ‘Ergenekon şüphelileriyle ilişkisi olup olmadığının’ belirlenmesi için dinlemeye maruz kalması üzerine, bu konu yeniden gündeme geldi. Bence, gündemden hiç düşmemeli. Halihazırda, ‘Ergenekon davası’ bir büyük gözaltı rejiminin gerekçesi olarak baskılama aracı olarak işliyor. Tıpkı, ‘28 Şubat süreci 1000 yıl sürecek’ mantığında olanlar gibi, bu süreci de 1000 yıllık bir sopa gibi kullanma iştahı söz konusu. Hele de, bu konuda en ufak bir tereddüdünüz olsun, damgalanmak an meselesi. Ergenekon çetesi ile bağınızın olamayacağı çok aşikârsa, ‘desteklemekle’, o da olmadı, ‘hafifsemek’le, ‘sulandırmak’la, yani ‘yardım ve yataklık’ etmekle itham ediliyorsunuz. Bana işlemez, ama birçok insan, neredeyse kendinden şüphelenir oldu. Bütün otoriter ve totaliter rejimler, dönemler böyledir. Dinlemez, dinletir, ses çıkaranı doğduğuna pişman eder, etmeye çalışır, o köşeye, olmadı bu köşeye sıkıştırır, nefes alamayacağınız bir alana mahkûm etmeden rahat etmez. Güç gösterip korkutur, emsal gösterip ürkütür. Böyle rejimlerin, dönemlerin sözcüsü ve daha kötüsü tetikçisi çok olur. Dünün azılı ülkücüsü, 28 Şubat şakşakcısı karşınıza yeni dönemin yargıcı olarak çıkabilir......

Böyle rejimlerde, dönemlerde özel hayat, mahremiyet diye bir şey olmaz. Bir kez daha tekrar edeyim, ‘istibdat sadece üniformayla gelmez’.

Bir kez daha hatırlatayım, istibdat çıkmaz yoldur, kurbana doymaz, son ve en büyük kurbanı sahipleri olur

Nuray Mert

17 Kasım 2009 / Radikal