Kör Dövüşü ve Kördüğüm...
cumhuriyet.com.trDahili şartları bir çeşit akıl, izan, vicdan, insan ve yurt sevgisi unsurlarıyla sarmalanmış olarak daha olumlu bir akışa çevirmek bizim elimizdedir.
Uzunca bir dış seyahatler döneminin akışında Atlantik Denizi’nin iki tarafındaki iklimlerden Türkiye’ye nasıl bakıldığını betimleyen ve irdeleyen bir dizi yazının kurgulanmasına girişmiştim. Ancak, dönüşü izleyen günlerde buralardaki, patırtı-gürültüden ve akıl dışılık dolu sisli atmosferden beslenen kör dövüşünü yeniden izlemeye başlayınca, mecburen farklı konuların peşine düşmüş buldum kendimi. Akıl ölçütlerinden çok az nasibini almış ve toplumsal dengesizliğe mağlup bir yol tutmuş bir devinişin kısırdöngüsünü, kaygıyla yeniden izlemeye başladım. Ekonomisi göçmüş, toplumsal dengeleri altüst olmuş, işsizlik dalgası alabildiğine yaygınlaşmış bir ülkede siyasal iktidar, tüm bunlarla uğraşmak yerine, geri ve ilkel bir devlet yönetimi modeli geliştirmekten öte hiçbir şey düşünmüyor. Bu sakıncalı ve tartışmalı eğilimlere karşı zinde bir engel oluşturan silahlı kuvvetleri ve ülkenin yargı sistemini, arkalarından falan da dolanarak, küçük ve güçsüz düşürmenin gayretleri sergileniyor sadece. Toplumun uyanık bireylerini ve katmanlarını karışık davaların ürkütücülüğü ile sindirme arayışları da bunlara ekleniyor.
Yandaş basın
Yandaş basın ve iş dünyası bu sapkınlıklara fütursuzca el çırpıyor. Bunlara ek olarak, dışarılardaki ve özellikle uzak dışarılardaki harici güçler de bu gidişata destek yağdırıyor. Böylece harici ve dahili bedhahların ortaklaşa kurduğu tuzakların ağında ülkemiz ve insanlarımız debeleniyor. Bu olumsuz ve edilgen durumun oluşturduğu bir kördüğümle karşı karşıya kalan namuslu, vicdanlı, yurtsever insanlarımız şaşkınlık ve kaygı içinde ve yeterince örgütlenememenin moral bozukluğu içinde olayları sadece izlemekle yetiniyor.
Sivil toplum örgütlenmesinde, tazelerde oluşmuş ve henüz oturmamış geleneklerin yarattığı dayanaklar yetersiz kalmaktadır. Siyasal partiler aracılığıyla akıl izan arayışı ve kör dövüşüne direnç gösterme becerisi de maalesef çok zayıf kalmaktadır. Birbirini izleyen bir yığın yanlış işin arasında insanımıza sadece yutkunarak olayları kabullenmek kalmaktadır. Bu, talihsiz ve acıklı bir durumdur ama umarsız değildir.
İşi bir umut ışığı ile aydınlatarak ele aldığımızda akıl, izan ve vicdan dışılığın yarattığı kördüğümü çözmenin bir yolu olacağı öngörülebilir. Eski Yunan’dan ve Creisus dönemlerinden kalma öğretilerle kördüğümleri çözmenin etkin bir yolunun bunları sert bir kılıç darbesi ile kesmek olduğu hatırlanmalıdır. Kılıç ve sertlik kavramlarının geride ve gölgede tutulmasının özlendiği durumlarda ise bu düğümün bir ucundan sarkan ya da sarkmasa da biraz uğraşarak yakalanan ip-iplik parçaları bulunabilmesi ihtimali vardır. Bu parçaları uygun şekilde çekerek, düğümün dışına almaya başladığınızda o topakta bir gevşeme başlayabilecektir.
Birbirine karışmış ipliklerin uçlarını sabırla ayırarak çeliştirmeyi sürdürdüğümüzde ise düğüm çözülme yoluna girecektir. Günümüz Türkiye’si gerçeğinde arzulanan elbette bu ikinci çözümdür. Ancak ikisi de “kör”lük ile malul dövüş ve düğüm kavramları sevimsizlik ve bir iç içelik göstermektedir. Düğümü çözer gibi olmaya başladığınızda dövüşün bir parçası olarak kalın iplerle yeni ilmekler atılması durumu ortaya çıkmaktadır. Bireysel çıkarcılığın, ulusal hesapların önünü kesme yolundaki gücü açıktır. İş dünyası, medya sağdan sola çark etmiş liberallik şampiyonu bir yığın alçak, gazete köşelerinde ve televizyon ekranlarında müthiş bir koro halinde Türkiye halkının ümüğünü sıkmaktadır. Avrupa Birliği’ne, uygar-demokrat-liberal görüşler altında ancak girilebileceği tantanası yapılarak, davulları çalınarak devlet yönetimindeki kurumsal düzenin zaten içine düşmüş bulunduğu ateşe körükle gidilmektedir.
Avrupa Birliği’ni oluşturmuş düşünsel paydaların ve sosyo-kültürel özlemlerin hepsinden çok uzak bir Türkiye siyasal iktidarı, o kıtanın kapısını çalmaya ısrarla devam etmektedir. Çok ilkel yaygaralarla bezenmiş bir üyelik arayışıdır bu. Kapısı çalınan kurumun kültürel birikim geçmişini algılama gücüne hiç sahip olmayan bir siyasal iktidarın bu kapıyı bu kadar çok zorlamasının arkasında elbette başka şeyler yatmaktadır. Avrupai demokratlık çerçevesi içinde buradaki yurtsever, ulusalcı ve laik güçlere kuvvetli dirsek darbeleri göndermek için fırsatlar yakalanmaktadır, daha fazlasının yakalanacağı hesaplanmaktadır. Avrupa ülkeleri bakış açısından ise o kıtanın önde gelen ülkelerinde yaşayan Türk nüfusun mevcudiyeti ve ayrıca gelişen turistik ilişkiler Avrupa oluşumunun güçlü ülkelerinde Türkiye ile ilgili belli izlenimlerin yaratılmasını kolaylaştırmaktadır. Çok büyük nüfuslu ve altyapısı Avrupa Birliği’ne göre epeyce gerilerde kalmış bir ülkenin o kafileye katılmasının yaratacağı ekonomik yük elbette bir önemli etken olarak Avrupa-Türkiye ilişkilerinin gelişmesini belirleyecektir. Ancak, bir noktanın da hatırlatılması gerekir ki, Türkiye’de olup bitenler buradaki kör dövüşünün yarattığı çözümsüz düğümler, Avrupa’daki orta karar insanın hiç umurunda değildir. Oradaki ülkelerin yöneticilerinin de böyle bir umursama içinde bulunmaları söz konusu değildir. Batılılaşma ve Avrupalılaşma düşüncesine bu derece uzak bir iktidar döneminde Avrupa’nın kapısının çalınmış olması, oradaki bireyleri ve yetkili mercileri hiç ilgilendirmemektedir. Kurgu; sadece bu derece cılız ve dışa ödün verici bir iktidar döneminde ilişkiler gelişirse, her istenenin yaptırtılabileceği hesabı üzerinedir.
ABD bakış açısına gelince, bu kıta sadece mesafesinin uzaklığı dolayısıyla değil ruhani mesafenin kapatılmazlığı dolayısıyla da Türkiye olayına çok ırak kalmaktadır. Oradan bakışta Türkiye hiç gözükmez. Burada olup bitenler kimseyi ilgilendirmez. Ama Ortadoğu’da güvenilir bir karargâh ve cephanelik oluşturmak için silahlı kuvvetleri muhkem ve disiplinli bir memleketin dostluğuna ihtiyaç vardır. İslamcı idi, ortacı idi, sivil ya da askeri iktidar idi hiç fark etmez.. Amerikan devlet yönetimi Türkiye’yi bir uç istasyon olarak kullanabildiği ölçüde buraya ilgi gösterir. Ama sadece o ölçüde...
Daha yakın bilinen ve daha iyi bildiğimizi tasarladığımız Avrupa’daki kendi ulusalcılıklarının ürünü olarak Türkiye’yi hafife alma eğilimi ile ruhani ve fiziksel olarak çok daha uzaklardaki bir ABD’nin burayı hiç bilmeyişi ve biraz öğrenip, anlamak için de en küçük gayret sarf etmek niyetinde olmayışı üst üste bindiğinde, harici şartlar yönünden çok biçimsiz bir durumun ortada olduğu açıktır.
Bu olumsuzluğa karşın, dahili şartları bir çeşit akıl, izan, vicdan, insan ve yurt sevgisi unsurlarıyla sarmalanmış olarak daha olumlu bir akışa çevirmek bizim elimizdedir. Namuslu yurtseverimize yakın tarihin akışı içinde zaten hep çok fazla iş düşmüştü. Daha da fazlasının düşeceği izlenimini yaşamaktayız.
Düğümü çözmek için yakalayacağımız ipin ucunu koyuvermek yok! Sabırla her zamankinden daha fazla uğraşmak zorundayız, ama herhalde yapacağız.