Konuşamıyorum çünkü ölüyorum
Sosyolog, yönetmen Ali Ergül her şeyin slikosiz hastası Faysal Demir’in ölüm haberini okumasıyla başladığını söylüyor.
MEHMET KIZMAZKot taşlama işçilerinin hastalığı olarak bilinen slikozis, “Kumun Gecesi” adlı belgeselle beyazperdeye aktarıldı. Hasankeyf’in su altında bırakılmaya çalışılmasına karşı yaptığı ve 5 dile çevrilerek, 40’a yakın ülkede gösterilen “Suyun Ölüm Tarihi” belgeseliyle tanınan sosyolog, yönetmen Ali Ergül, bu belgesel ile kayıp dönem olarak belirttiği bu süreci ve silokozis hastalarının yaşadıklarını seyirci ile buluşturdu. Belgesel ile ilgili konuştuğumuz Ergül, “Kumla boğulup, toprağa gömülen emekçilerin hikâyesi” diye anlattığı kot kumlama işçilerinin silikozise yakalanması ve yaşamlarını ele aldığı belgeseli milyonlarca insana izlettirmek istediğini söylüyor. “Bu film, özelde silikozis genelde ise meslek hastaları için bir başlangıç filmi” ifadeleri kullanan Ergül sorularımızı yanıtlıyor:
-Belgeselin hikâyesi nasıl başladı?
Her şey, Bingöl’ün Karlıova ilçesi, Taşlıçay köyünden oturan, İstanbul’da çalıştığı kot kumlama tekstillerinde silikozis hastalığına yakalanan ve 25 Aralık’ta yaşamını yitiren Faysal Demir’in ölüm haberini okumamla başladı. Ardından son 9 yıldaki silikozis haberlerine baktım. Sadece ölüm haberleri geçilmiş ve kimse de bir şey yapmamış. Bu insanları unutmuştuk. “Durumları nasıl ? Nasıl yaşıyorlar” sorularını kendime sormamla, sadece bir çantayla yolculuğum başladı. Asıl amacım, o insanlara,‘unutulmadınız’ı paylaşmaktı. Belgeselde de, “Bu insanların duygusu ne” sorusunun cevabının peşine düştüm.
-Belgeselin hedefi ne?
Bu çalışma ile amacım silikozis hastalarının yaşam koşullarında bir değişime gidilmesi. 2010 yılında 3 ay süre içerisinde başvuran ve hastalık derecesi yüzde 20’nin üstünde olan işçilere, emeklilik maaşı bağlandı. O süre zarfında bunu duymayan ve hastalık seviyesi bu seviyenin altında olanlar bundan yararlanamadı. Bu belgesel ile 2010’da 3 aylığına çıkarılan o maddenin tekrardan çıkarılmasını amaçlıyoruz. Silikozis hastalarına dönük, sağlık personelinden, toplumun çoğunluğunda, “aman bana bulaşmasın” yaklaşımı var. Silikozis hastalarına vebalı muamelesi gösteriliyor. Başta, Sağlık Bakanlığı personeline eğitimler verilerek, bu hastalığın bulaşıcı olmadığı anlatılmalı. Bunlar için yeniden bir kamuoyu oluşturulması gerekiyordu.
‘Psikolojik yönden çok zorlandım’
-Belgesel çekerken zorlandığın bir nokta oldu mu?
Planladığımız görüşmelerin çoğunu yapamadık. Bazı hastalar, hastalıklarının bilinmesini istemediği için, engelli maaşından yararlanan bazı hastalar da o maaşın kesilebileceği korkusuyla, aynı şekilde, bu maaşı olmak için yeni başvuruda bulunanlarda, belgeselin önlerine engel olarak konulmasından korktukları için görüşmeleri iptal ettirdiler. Çekim açılarını vs. kafamda kurgularken ilk görüşmede her şeyin dışında bir travmayla karşılaştım. Çok etkilendim. Psikolojik yönden çok zorlandım.
‘Hapis ile özgürlük arasındaki geçiş’
-Kumun Gecesi ismi...
Ölümden önceki anda gözlerin görmemesi. İşçiler, atölyeleri çok karanlık, havada sadece tozun olduğu mekânlar olarak anlatıyorlardı. Yani sürekli tedirgin olma, ölüm bekleme... Hastaları tanımlayan bir kör olma hali. Hapis ile özgürlük arasındaki bir geçiş meselesi. Afişteki güvercin de hem galayı, Hrant’ın katledilişinin yıl dönümünün bir gün sonrasına planladığımız için hem de işçilerin anlatımından ve özgürlük sembolünden geliyor.
-İşçilerin durumu nasıl?
Sağlık imkânlarına ulaşamıyorlar. Elektrik gittiğinde makineleri çalışmadığı için ölümle yüz yüze kalıyorlar. Bingöl’deki bir hasta Erzurum’daki hastaneye gitmek için saatlerce yolda kalıyor. Bu insanlar, ölüm yalnızlığına terk edilmiş. Köye gelen mülki amiri, hastaları ziyaret etmiyor. Oysa bu insanlar için bir ziyaret bile çok önemli. Hastalık seviyesi düşük olan, daha yüksek olanı ziyaret etmiyor çünkü, kendisinin de bir gün o seviye geleceğini biliyor.
‘Keşke, biri çıkıp bize...’ Silikozis hastası işçilerin ise tek talebi var; “Bizi hasta ettiniz. Tedavisini istiyoruz. Sağlığımızı geri verin.” Belgeselde, yatağa bağlı olan iki işçiden biri olan Ramazan Aydar. Silikozis hastalığından yaşamını yitiren 11 köylüsü gibi, 90’larda İstanbul’a gelip, uzun bir süre kot taşlamada çalışmış. Belgesel de çekimlerden birkaç hafta sonra yaşamını yitiren Aydar’a adandı. Silikozis hastalarından Faruk Kaya ise “Her gün ölümü bekliyoruz. İki çocuk babasıyım ve her hafta Beylikdüzü’nden Yedikule’ye hastaneye gidiyorum. Devletin bana verdiği maaş sadece 600 TL. Bir şey diyemiyorum, çünkü an be an ölüyorum” diyor. Belgeselde görüntüsü ve bilgilerine yer verilmeyen bir hasta ise, “Arkadaşlarım, benim silikozis hastası olduğumu öğrenseler, benimle, sürekli bunun üzerinde konuşacaklar. Ve psikolojim bozulacak. Bundan hastalığımı gizliyorum” diyor. Bir başka silikozis hastası da, “Keşke, biri çıkıp bize, ‘bunda böyle bir hastalık oluşuyor’ deseydi. Evet yoksulduk, ailemizi geçindirmek zorundaydık ama yine o işte çalışmazdık. İnsan bile bile kendisini ölüme atabilir mi?” diye soruyor.
|