Komutanların muhtırasının, 1961 Anayasası’na mı, 12 Mart Anayasası’na mı sahip çıktığı bilmecesi

12 Mart darbecilerinin adım adım yürüyüşleri, yol alışlarında, darbenin yasaları gereği başbakanlıktan istifaya zorlanan Demirel’in başarıları, amaçlarına dönük zaferleri öyle hafife alınacak gibi hiç değil.. AP’nin başına geçtikten sonra 27 Mayıs Anayasası’na, getirdiği özgürlüklerle kazanılmış haklara karşı savaşımında, iktidar icraatları ile anayasayı işlevsiz kılma başarılarına ek olarak, kuşkusuz en büyük zaferi, 61 Anayasası kazanımlarını tırpanlayan, 12 Mart’ın yasaklı anayasasının çatısını oluşturma başarısı.. Dönemin gelişmeleri arasında, Cumhurbaşkanı Sunay’ın devreye girmesiyle Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanlığı’na getirilmesi operasyonu var. Araya, amacı, işlevi çok yönlü yorumlara açık üst komuta kademesinden gelen bir de muhtıra şaşırtmacası giriyor. Anayasaya bağlılık istenen muhtıradan hangi anayasanın kastedildiğini anlamak olanaksız gibi.. Dönem içinde, bol idamlı, yakılmamış Kültür Sarayı, batırılmamış gemiler senaryolu, en ağırından işkenceli sabotaj davası var ki...

Şükran Soner

Demirel’in “lüks”, “Bol elbise” diyerek “27 Mayıs Anayasası”na karşı yıllarca sürdürdüğü çatışmacılıkta getirdiği, düşünceden başlayan, yaşamın her alanına dönük örgütlenme özgürlüklerinin budanması düşü, 12 Mart’ın yasakları getirilen anayasa değişikliklerine doğrudan sağladığı katkılarla, sağdan, sermayeden yana istenen doğrultuda gerçekleşti

16 Şubat 1973 tarihli Cumhuriyet’in manşetinin kupürünü, 12 Mart anayasa değişikliklerinin Meclis’te kabul edilmesinin haberini 25 Eylül 2020 tarihli gazetemizin 11. sayfasındaki “Cumhuriyet’ten Tanıklıklar”da paylaşmıştık. Demirel, 12 Mart darbesi gereği istifa etmek zorunda bırakılmış olsa da 12 Mart darbesi, operasyonlarının amaçları doğrultusunda, Meclis oylamasında, Demirel’den oy kullanacak milletvekillerine sağ ideolojiler adına yapılan çağrı geçerli olmuştu. 309 kabul, 63 ret, 1 çekimser, 1 boş oyla kabul edilen anayasa değişiklikleri için, CHP ve M.Ali Aybar’ın değişiklik önergeleri dikkate alınmamıştı.

Aynı gün yayımlanmış 1. sayfa haberlerimizde, Mimarlar Odası genel kurulundan gelen, anayasa değişikliği, Teşvik Tedbirleri ve Üniversiteler Kanunu’na ilişkin eleştiriler de dikkate alınmamıştı. Meclis aynı gün kabul ettiği bir yasa tasarısı ile de Mimar ve Mühendis Odaları için siyasetle uğraşma yasağı getirmişti.

Yine aynı günün 2. sayfasındaki köşesinde Altan Öymen, görüşmelerin öncesindeki gelişmelerin bir özetini yaparken, yazısı yayımlanmadan anayasa değişikliklerinin Meclis’te kabul edildiğinin ilanının radyodan duyurulmuş olabileceğinin önce altını çiziyor, daha önceki yazılarında da vurgulamış olduğu üzere, “Bu anayasa değişikliği tekliflerinin bir an önce ve olduğu gibi kabul edilip yasalaşmasını Sayın Demirel’den ve Demirel’ci AP’lilerden daha fazla isteyen kimse yok” saptamasını yapıyor. Devamla günümüzde de en yaşamsal tartışmaların odağındaki bağımsız yargıçlar operasyonuna geçiş yapıyor: “Vay vay.. demek ki güvenlik mahkemeleri yargıçlarının tayininde inisiyatif Yüksek Hâkimler Kurulu’na bırakılırsa, demokratik rejim zayıflayacak... Bu işi hükümet yaparsa, yani aday listesini o tayin ederse demokratik rejim kuvvetlenecek.. Hangi hükümet?.. İktidar basamaklarını, zamana göre, bazen gönüllü bazen gürültülü, bazen usul usul tırmanan Sayın Demirel’in yeni hükümeti..”

17 Şubat 1973 tarihli Cumhuriyet’te yer alan haberimize göre, CHP, anayasa değişikliği için Anayasa Mahkemesi’ne başvurma kararı alıyor. Bir diğer haberimizde, aynı gün Meclis’ten geçirilen Mimar ve Mühendis Odaları’na kaydolma zorunluluğunun kaldırılması haberine yer veriliyor. Odalar kararı protesto ediyorlar. Olaylar ve Görüşler köşemizde “Kaş yaparken, göz çıkaran” söz konusu Meclis kararı şiddetle eleştiriliyor. Mimar ve mühendislik alanındaki işletmecilik boşluklarının yarattığı sorunların katlanacağının altı çarpıcı boyutları ile gündeme taşınıyor. Cumhuriyet’in, mimar ve mühendislik alanındaki sigortanın düzenlemelere karşı duracağının altı çiziliyor.

NADİR NADİ -İLHAN SELÇUK’TAN HER DÖNEM İÇİN DERS VERİCİ ÇIKIŞLAR

Nadi Nadi 17 Şubat 1973 tarihli köşesinde “Ya Şimdi?” başlıklı anayasa değişiklikleri sorgulamasına, “Nihayet beklenen oldu, ‘lüks’ dedikleri anayasamızda istenen değişiklikler gerçekleştirilerek demokratik özgürlüklerimiz biraz daha budandı..” vurgulaması ile giriyor. Devamla pek çok anlamlı başlıkla gelişmelerin altını çizerken, kendi yaklaşımlarını da paylaşıyor: “Ünlü hukukçularımızın, barolarımızın, Askeri Yargıtay Başkanımızın uyarılarına rağmen niçin başvuruldu bu yola?../ İktidarın kurduğu, yargıçlarını da iktidarın atadığı bir mahkeme karşısına çıktığı zaman vatandaş hakkını savunmak için kime, hangi güvenceye dayanacaktır? ../ Özgürlük yukarıdan verilen bir lütuf değil, kazanılması ve korunması uğruna her gün çaba harcanan bir ülküdür. Bize de her gün çalışmak ve didinmek düşüyor./ Ülkümüz yurdun mutluluğudur. Her türlü engele rağmen adım adım yakalamak vazgeçilemez, savsaklanamaz görevimiz olmalıdır.”

İlhan Selçuk 17 Şubat tarihli Pencere köşesinde “Amerika’yı Keşfetmek” başlığı altında, hukuk fakültelerinde Roma hukukunun okutulmasının nedenini sorgulamakla başlıyor. Yazı icat edilmemişkin dünyanın her yerinde yaygın hukuk ilkelerinin temellerinin atılmış olması gerçeğinden söze giriyor. Yasama organı ne denli güçlü olursa olsun, insanlığın ortak hukuk değerleri nedeniyle, bağımsız yargı ve bağımsız yargıçlardan vazgeçilemeyeceği gerçeğinin altını çiziyor.

18 Şubat günlü Pencere köşesinde ise “Maşallah olgunlaştı” başlığı altında ise Demirel kimliğine 12 Mart süreci öncesi, içindeki rollerine, felsefi boyutta ince espriler katarak yaptıklarıyla değiniyor, Melen’in görevli olduğu süreçte, anayasa değişiklikleri üzerindeki Demirel’in işlevi, katkıları, geleceğe yönelik, “demokrasiyi sevmek” adına hazırlıklarının altını çiziyor; “Süleyman Bey demokrasiyi o kadar seviyor ki antidemokratik ne kadar yasa varsa, Süleyman Bey’in himmetiyle şıppadak hazırlanıyor. Hele devlet güvenlik mahkemelerine seçilecek yargıçlar konusunda hükümete yetki veren değişiklikten sonra Süleyman Bey’in tam bir demokrat olduğuna iman ettim, Demokrasi âşığı adam! Kadrini kıymetini bilememişiz. Nankör aydınlar gidip Süleyman Beyin elini öpsünler!” İlhan Selçuk devamla adamcağızın halinin de bir tuhaf olduğunun altını çiziyor. “İktidar değil, muhalefet değil, ne in ne cin bir garip âdem..” saptamalarına yer veriyor. Muhtıradan önce 236 oy olmadan istifa etmeyeceğini ilan eden Demirel’in, muhtıradan sonra anayasayı değiştirmek için 310’u bulabildiğine, Melen hükümetini düşürmek için de 226’yı aramaya kalkışmadığına değiniyor.

VELİDEDEOĞLU’NUN 1961 ANAYASASI’NI SAVUNMADA YALNIZ KALMAMA SEVİNCİ

Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun “Yalnızlık duygusu” başlığını taşıyan, yine 18 Şubat tarihini taşıyan yazısına, edebiyatçıların, yazarların, aydınlanmacıların yalnız kalma duyguları üzerinden zengin örneklerle giriş yapıyor.. Düşüncede yalnız kalma duygusuna da çok daha anlamlı, önemli olması ile bağlantılı, yine zengin örneklemelerle değiniyor. Oktay Akbal’ın bir yazısından aldığı örnekle, düşüncesinde önce yalnız kalmayı anlatmasını paylaşıyor. Akbal’ın aydınlanmacı yazarları bir bir örnekleyerek yalnızlıktan kurtuluş sevincini de aktardıktan sonra, kendisinin de Cumhuriyet’in aydınlanmacı yazarlarının, öğretim üyelerinin yavaş yavaş, anayasa, üniversiteler yasası, bağımsız.. yargı üzerinden cepheye, hak-hukuk savaşımı paylaşımına girmeleriyle duyduğu sevinci anlatıyor. 1961 Anayasası, özgürlüklerini savunmada hukukçular arasında önce yalnız kalma duygusunun, sonrasında haklı olduğunun savaşıma katılan hukukçuların hızla çoğalması, görüşlerinin paylaşılması, güçlenmesi ile ortadan kalkıp büyük bir sevince dönüşmesini aktarıyor. 

Aynı günün tarihi ile Turhan Ilgaz “Parlamentoda 7 gün” köşesinden, anayasa ve yasalar üzerinden kazanılmış hak ve özgürlüklerin bir bir geri alınması gelişmelerinin ayrıntılı bilgilendirilmesini yapıyor. Fikret Otyam ise yine aynı tarihli “Koridor” başlıklı köşe yazısında, “Ve güvenlik mahkemelerine doğru..” başlığı altında kulis bilgilerine dayalı ilginç gelişmeleri de paylaşarak, gönül bağı olmadan kullanılan milletvekili oylarının hicvini yapıyor. Yasaya oy veren kişilerin gün olup bu mahkemelere düşmeleri halini sorguluyor. Gülünecek bir halin olmamasına parmak basıyor. 

Özgürlüklerin kısıtlanmasında alınan yollar yetmiyor. Sıkıyönetim komutanlıklarının yetkilerini artıracak tasarı Meclis’e geliyor.

Meslek Odaları ile ilgili teklife tepkiler büyüyor. TMMOB’ye bağlı 17 mühendislik odasının 40 bin olan üyesinden 30 bin memur ve 5 bin serbest üyenin dışarıda bırakılması ile odaların fiilen kapanma noktasına geleceklerinin altı çiziliyor. Söz konusu gelişmelerin, haberlerinin tamamı, “Olayların Ardındaki Gerçek” yorumuyla birlikte 21 Şubat tarihli sayfamızda paylaşılıyor.

MUHTIRA BİLMECESİ 

Ve Yüksek Komuta Heyeti’nin yoruma kapalı, “Ordu’nun, 12 Mart Muhtırası’nın sorumluluğunun idraki içinde” olduklarının açıklaması. Demirel, “Beni ilgilendiren hiçbir şey yoktur tebliğin içerisinde” açıklamasıyla, işin içinden çıkıyor. Nadir Nadi “Anatomi” başlıklı köşe yazısında içinde bulunulan karmaşık tablonun çizimini yapmaya çabalıyor. Olayların Ardındaki Gerçek köşesinden olağanüstü günler yaşandığı vurgulaması geliyor.

22 Şubat tarihli gazete kupüründen gördüğünüz muhtıranın bir gün sonrasında, 23 Şubat tarihli sayfalarımızda, Milli Birlik Grubu ile işverenleri birleştiren izlenimi veren, biraz daha kafa karıştırıcı aynı anlama gelebilecek açıklamalar geliyor. MGB tüm anayasal kuruluşlarını bildirinin etrafında birleşmeye çağırırken, İşveren Sendikaları Konfederasyonu açıklamasından da “bütün sorumluların birbirine yardımcı olması gerektiği”ni vurgulayan açıklama yapılıyor. 

Nadir Nadi’nin “Son bildiri üstüne” başlıklı yazısında ise bildirinin içeriğinin okunmasına göre, Yüksek Komuta Heyeti’nin, doğrudan ya da dolaylı bir rahatsızlığından söz edilmesinin içeriği üzerinde durulduktan sonra, Demirel’in kendisini bu çağrıya muhatap etmemesinin öneminin altını çiziyor. Önemli bir sorgulama ile de muhtırada yer alan anayasanın üstünlüğü ilkesi vurgulamasından çıkarılması gereken anlam üzerinde duruyor. Demirel’in anayasa özgürlüklerinin savunulması çerçevesindeki açıklamalarının sorgulanması çağrısını yapıyor. Demirel’in 1961 Anayasası, daha doğrusu 27 Mayıs’la kavuşulan özgürlüklerin AP politikaları ile ne hale getirildiğinin sorgulamasını yapıyor. Altı yıllık iktidar sürecinde AP’nin anayasayı gereği gibi uygulamaması gerçeklerinin üzerine, her fırsatta değiştirme çabalarını paylaşıyor. Yaşanılan olğanüstü durumdan da yararlanarak anayasamızı nerede ise tanınmaz bir hale getirmeyi başardığının altını çiziyor. Meclis’ten geçen yasa ile anayasanın nerede ise tanınmaz bir hale getirildiğini ana hak gaspları ile özetledikten sonra da gerçek demokraside görülemeyecek ölçülerde kısıtlamalarla normal döneme geçme olanağının olmadığının saptamasını yapıyor.

SUNAY’IN OPERASYON İÇİN DEVREYE GİRMESİ İLE CUMHURBAŞKANI ADAYI GÜRLER’İN ÖNÜNÜN AÇILMASI PROJESİ SAHNEYE SOKULUYOR

İlk haber 4 Mart tarihli Cumhuriyet’in manşetinde, Sunay’ın çalışmaları hakkında genel sekreterin bilgi vermesi olarak yer alıyor.

6 Mart tarihli Cumhuriyet’te Gürler’in seçilmesinin kesinleştiği bilgisi paylaşılıyor. Mehmet İzmen, kontenjan senatörlüğünden çekiliyor. Cumhurbaşkanı Sunay, Orgeneral Gürler’i kontenjan senatörlüğüne atıyor. Hızlı operasyonun sonunda 8 Mart tarihli Cumhuriyet’ten Gürler’in yemin töreninin fotoğraflı görüntüsüne tanık oluyoruz. Otyam, Başkent Notları’nda Başlığı olupbitenlere yeterince açıklık getiriyor. 8 Mart günlü Cumhuriyet’in manşetinde.

10 Mart günlü Cumhuriyet’te yer alan Gürler’in siyasi parti grupları ziyaretini, manşetin altında yer alan Ali Ulvi’nin karikatürü ile paylaşmak, okumak çok daha anlamlı olacak.

DÖNEMİN HAVASINI DAHA DOĞRU OKUYABİLECEĞİMİZ BİR BAŞKA GÜNCEL HABERLE, SABOTAJ DAVASININ, AÇILMASI, İLK DURUŞMA  YARGILAMASINI PAYLAŞABİLİR MİYİZ?

4 Mart günlü haberimizde duruşmanın başlayacağı duyuruluyor. 6 Mart günlü fotoğraflı duruşmanın yapıldığı ilk günün haberinde ise savcı 17 kişi için idam istiyor.

Günümüze kadar kanıtlanmış belgelerle, Kültür Sarayı’nın yakılması ve Marmara, Eminönü vapurlarının batırılması gibi suçların gerçek olmadıklarını bildiğimize göre, yaşatılanlar, provokasyonlarla ağır işkencelerin tablosu yeterince çarpıcı, can yakıcı, ürkütücü değil mi?