Kolu kırık 'medeniyet'

‘Medeniyet uğruna’ yapılan protestolar sırasında sağ kolunu yitiren İlhan Koman heykeli ‘Akdeniz’, aslında sanatçının denizle buluşmasını istediği bir yapıttı. ‘Akdeniz’ heykeli, bir anlamda üretildiği günden bu yana türlü nedenlerle sıkıntı çekti.

Evrim Altuğ/Cumhuriyet

1986’da İsveç’in başkenti Stockholm’de yitirdiğimiz heykeltıraş İlhan Koman’ın ‘Akdeniz’ heykeli, sanatçıya, ‘Arture’leriyle tanınan sanatçımız Yüksel Arslan ile birlikte 1981 Sedat Simavi Vakfı Görsel Sanatlar Ödülü’nü getirmişti.

Geçen gün, her nasılsa “medeniyet değerleri uğruna” yapılan politik protestoların kurbanı haline gelen ve sağ kolunu yitiren ‘Akdeniz’, bir bakıma, üretildiği günden bu yana türlü nedenlerle sıkıntı çekmişti.

Anıtkabir’in doğu kanadına 1952-54 yılları arasında taş rölyef de işlemiş bulunan ve kimi yapıtları New York MoMA ve Stockholm Moderna Museet ile Paris’teki Musee d’Art Moderne de La Ville gibi yapılarda koruma altına alınmış heykeltıraş Koman, 2005’ten bu yana İstanbul Levent’teki Yapı Kredi Plaza önüne rastlayan geçici ve tartışmalı ikametgâhında tahrip edilen bu 4 tonluk heykel için, İstanbul’daki atölyesinde 1978-80 yılları çalıştığı sırada, 12 milimetre kalınlığında toplam 112 adet metal levha kullanmıştı.

Bu ‘anıtsal’ heykel, Halk Sigorta’nın (daha sonraki ismiyle Yapı Kredi Sigorta AŞ) Genel Müdürlük binası önüne konulmuştu.

Yine hatırlanacağı gibi, Akdeniz Heykeli 2005’te, Koman Vakfı işbirliği ile dönemin Yapı Kredi Kültür Merkezi (YKKM) Kâzım Taşkent Sanat Galerisi’nin yanı sıra, aynı kurumun Sermet Çifter Salonu ile, Fransız Kültür Merkezi ve İsveç Konsolosluğu’nda 1 Mayıs - 30 Haziran 2005 arasında açılan İlhan Koman Retrospektifi onuruna, İstanbul Galatasaray Meydanı’ndaki Şadi Çalık imzalı 50. Yıl Cumhuriyet Anıtı’na komşuluk etmişti.

Oğlu Ahmet Koman babasının bir deniz âşığı olduğunu belirterek kendisinin de bu heykelin bir deniz kenarında yer almasını dilediğini aktarmıştı.

Koman’ın eski eşi, tanınmış galerici Melda Kaptana ise ‘Ben Bir Bizans Bahçesi’nde Büyüdüm’ isimli kitabında, heykelin doğuşuyla ilgili hatıralarını şöyle kayda geçirmekteydi: “… İlhan, Akdeniz heykelini, İsveç’te bir sigorta şirketinin açtığı yarışma için hazırlamış, Ahmet de o maketi babasının elinden almayı başararak İstanbul’a getirmişti. Ahmet’in getirdiği model çok beğenildi… Halk Sigorta’nın müdürü Ali Neyzi ve arkadaşı, İlhan’ı iknaya çalıştılar. Bunun için, pantograf makinesinin Türkiye’ye getirilmesi gerekiyordu. Pahalı olan böyle bir makineyi, sigorta şirketi alamayacaktı... Çareler arandı, uzun görüşmelerden sonra İlhan heykeli İstanbul’da yapmaya karar verebildi... Bir Anadolu kadını, heykelin önünden geçerken ‘kâğıttan bir kadın heykeli yapmışlar’ demişti. O heykelin tonlarca demirden yapılmış olduğunu düşününce, İlhan’ın maddeyi hafifletme çabasını nasıl gerçekleştirdiğini görmüştüm. Dantel gibi çalıştığı o tonlarca demir heykel ve daha birçok demir çalışmaları, nedense bana Mozart müziğini çağrıştırır.”

Galiba en çok da bu yüzden, bu ikonik heykelin bugünkü durumu, kendisine dinleyici ve konser mekânı bulamayan kırık bir piyanoyu andırıyor. Heykelin isminin “Akdeniz” olması da, bugünün Akdeniz coğrafyasında yaşananları (ve ölen küçük büyük tüm canları) düşündüğümüzde, onu biraz daha talihsiz biçimde ‘güncelleştiriyor’ ve önemli kılıyor. Neticede, medeniyete kucak açan ve hâlâ mavisini özleyen Akdeniz’e bu şekilde yaklaşmak hiçbir kimliğin ve aidiyetin tarihine, küresel utançtan başka hiçbir şey kazandırmayacağa benziyor.