Klasik musiki batı uygarlığına ne kazandırıyor?
Bütün toplumlar yaşamlarına, ritüellerine, törenlerine musikiyi bir şekilde katmışlardır. Fakat bunu yoğun ve sistematik olarak yapan Avrupalılardır. Gelişmiş ülkelerin günlük yaşamlarında konserlerin musiki festivallerinin, konser salonlarının ve musiki eğitiminin yeri çok büyüktür. Musiki kanımca uygarlığın en büyük bileşenidir.
cumhuriyet.com.trKonser kendi içinde bir dünyadır. Konser salonu tasarımı, insanları orkestranın öğeleri, yorumları, orkestra şefi, kalabalığın girip, oturup büyük bir huşu içinde konseri dinlemesi, orkestrayı ve orkestra şefini alkışlaması, orkestra şefinin hareketleri, solistler ve tek tek orkestra üyelerinin performansları, alkışlar, bis’ler, çiçekler, tebessümler, teşekkürler dinleyenlerin yorumları, bütün bunlar ve daha başka ayrıntılar gelişmiş uygarlık ritüelleri, bir uygarlık ayininin parçalarıdır.
Bir orkestra şefine, birinci kemana, arp çalana, çello çalana, flüt çalana, koroda şarkı söyleyenlere daha dikkatli bakın. Herbert von Karajan gibi bir orkestra şefi konser salonunun ilahı, kralı, üretim müdürü ya da bir arı beyi dir. Otoritesi mutlaktır. Bestecinin yorumcusu, bir anlamda sözcüsüdür. Fakat bu görevi besteciden değil, kendi dehasından alır. ‘Beethoven, Chopin ya da Bach böyle demek istiyordu’ diyorsa o sırada öyledir. Koca bir senfoninin partisyonunu ezbere bilen bir hafıza, bunu jestlerle, mimiklerle, ritmik işaretlerle orkestra üyelerine duyuran bir ritim kronometresi, bir aktör, orkestra ile yaratan bir sanatçı. İçinde kıvranan bir şaman ya da bir sihirbaz olduğunu da düşünebilirsiniz.
Musiki olayı orkestra şefinin kişisel dehasını aşar. Toplumun musiki alanındaki gelişmesinin ürünüdür. Fakat orkestra şefi o gelişmenin temsilcisidir ve sanatsal yeteneği ile o geleneğin başrahibidir. Toplumun yetiştirdiği en nadir adamlardan biridir. Bir saf bellektir. Matematiksel bir vizyon sahibidir. Büyük bir orkestra şefi dinleyicilerle birlikte orkestranın sanatçılarının da sevgilisidir. Ama zaman zaman bir extase içinde kaybolan bir sufi şeyhine benzer.
Uyumun en büyük örgütlenmesi
Orkestra şefinin tek bir enstrüman gibi müzik çıkardığı orkestra önemli bir örgüttür. Belki de bir toplumda armoni içinde çalışan en büyük örgütlenmedir. Mahler’in, koroları ile birlikte 1000 kişiye ulaşan orkestraları olmuştu. Bir orkestrada bütün sanatçıların aralarında ki armoni, orkestra şefinin yönetimini yansıtan fiziksel bütünlüğü ile büyüleyicidir. Bunu kemancıların, perkisyon araçlarının, büyük yaylı sazların, bütün üflemeli çalgıların kendi aralarındaki armoniyi, sanatçılarının bazen saatlerce süren parçalardaki insanüstü dikkatlerini izlediğiniz zaman, en mükemmel bir mekanizmanın insan iradesi ve dikkatiyle o musikiyi yaratan hassasiyetine sadece hayran kalmaz, şaşırırsınız.
Bir partisyonu orkestra şefinin istediği gibi çalabilmek akıl almaz bir konsantrasyon gerektirir. Bir yapıtı bestecinin vermek istediği gibi çalmanın ilke olduğu 20.yy. birinci yarısında bu şaşmaz iradeyi gösteren bir orkestra üyesinin nasıl bir stres içinde olduğunu tahmin edemeyiz.
Konserlerde orkestradaki her sanatçının adeta büyülenmiş gibi partisyonları izlemeleri ve bu dikkatin konser boyunca sürmesi olağanüstü bir irade gösterisidir. Beethoven, Mahler gibi ustaların büyük korolarının kadın, erkek üyelerinin büyüleyici performansları musiki denen uğraşın ne kadar büyük bir dikkat, konsantrasyon ve çalışma istediğini kanıtlar. Yıllarca aynı yapıtları çalmış, o yolda saçları ağarmış sanatçıların terler içindeki konsantrasyonu musikinin ne kadar zorlu bir disiplin okulu olduğunun kanıtıdır. Tek bir flütün, bir kemanın ya da bir viyolonselin etkileyici katkısını, sanatçılar solo yaptıkları zaman görmek, orkestra denen büyüleyici örgütün normal yaşamda bilinmeyen ve kuşkusuz askeri talimlerden daha disiplini ve zor olduğunu gösterir.
Orkestra şefleri bu icralardan memnuniyetlerini jestleriyle ya da mimikleriyle ifade ederler. Kuşkusuz normal seyircinin hiç bilmediği organik bir bütünlük, orkestra denilen sanat aracını yüzyıllar içinde mükemmel çalışan fakat mekanikleşmeyen bir kültür ürünü haline getirmiştir. Orkestra şefi, orkestra sanatçıları, korolar hatasız olmayı temel kural belirlemiş, tek bir nota hatasını utanç içinde yaşayan bir ortak disiplin içinde yıllar içinde yetişirler. Toplum yaşamında hiçbir alanda bu bütünleşmiş performans yoktur. Onun için de Schopenhauer’in dediği gibi musiki en büyük sanattır. Kendi dışında hiçbir şeyi taklit etmez.
Dinleyici musikiyi yaşatır
Ne var ki konser sadece musiki çalmak değildir. Konser büyük bir sosyal ve kültürel olaydır. Musikinin yaşaması dinleyicinin olmasına bağlıdır.
Batı toplumları çok büyük bir dinleyici kütlesine sahiptir. Başlangıçta aristokratlarla başlayan bu sınıf zamanımızda çok geniş musiki toplum kesimlerini içerir. Amerika’da 6 milyon, Çin’de 50 milyon piyano öğrencisi olması musikinin çağdaş toplumlarda nasıl bir eğitici araç olduğunu gösterir. Musiki dinleyen milyarlar, konser salonlarını yaptıran sanatsever zenginler, bu ilgileri besleyen konserleri ve festivaller , bu etkinlikleri örgütleyen insanlar örgün bir musiki yapısı yaratır.
Konser ister tek bir solist, ister bir grup, ister bir orkestra olsun, en önemli toplumsal etkinliktir. Konser bir ayine benzer. Bir bakıma musiki en ilkel dini karakterini hâlâ korumaktadır. Avrupa klasik müziği önce kiliselerde korolarla başlamıştır. Kilise musikiyi dini yaşamın bir parçası yapmıştır. Hıristiyan toplumu müzik eğitimine çocukken kilise ayinlerinde başlar. Bütün katılanların birlikte söyledikleri dini konulu şarkılar toplumun musiki öğretiminin organik bir parçasıdır.
Ordular ve marşlar
Dini musiki nasıl dinle bütünleşmişse, askerlerin yaşamı da marşlarla bütünleşir. Herkes filmlerde, ekranlarda bir geçit resminin ayrılmaz parçasının bando ile toplumsallaştığını bilir. Ulusal marş ulusal bütünlüğün, bir ortak kahramanlığın sesli ifadesidir. Bizim gibi erken Cumhuriyet çocukları marşların toplumu bütünleştirici çağrılarını anımsar, hatta anımsadıkları zaman heyecanlanır. Onuncu Yıl Marşı, Gençlik Marşı, Harbiye Marşı, İzmir Marşı bu sesle karışmış anıları toplum belleğine kazırlar.
Musiki konserlerinin birer tören olduğunu unutmamak gerekir. Özellikle konser sonundaki törensel davranışlar heyecan doludur. Her parça sonunda orkestra salonu alkışlar ve haykırışlarla dolar. Orkestra şefi ve orkestra seyirciye teşekkür için onu selamlar. Konser piyanistleri, kemancılar ya da sesleriyle katılanlar orkestra şefi ile birlikte halkı selamlar.
Sahneye giderler, gelirler. Her seferinde bir alkış kopar. Bazen alkış uzun dakikalar sürer. Sanatçılara orkestra şefine çiçekler verilir. Konser salonu bir tapınak gibi olur. Konser verenler bütün seyirci ile olmaktan mutlu olurlar..
Uygarlık göstergesi
Musiki uygarlığın en üst gösterisidir. Belki de en çok etkileyici, en birleştirici, en entelektüel ve en estetik olanıdır. Büyük konser ve tiyatro yapıları, kentlerde uygarlığın bu en üst düzeyinin simgesidir. Pariste Garnier Operası, Londra’da Albert Hall ya da Royal Festival Hall, New York’da Lincoln Center ya da eski Canton (şimdi Quangdong) kentinde Zaha Hadid gibi bir çağdaş sanatçının yaptığı konser salonu, Batı kentlerinin yüzlerce yıllık konser salonları ortaçağa uzanan bu en asil uygarlık jestinin mimari tanıkları, kentlerin en temel kültür odaklarıdır.
Toplumu bütünleştiren, estetik duyarlığını artıran, ortak çalışma disiplinin ve sanat iradesinin yayılmasını sağlayan bu büyük simgesel kültür gösterisini topluma mal edemezsek dünyadan hep birkaç gömlek aşağı da kalacağımızı düşünmek iyi olur.
Sanatçılara sordum: ‘Türkiye’de 3000 tane piyano öğrencisi var mı?’
Yok!’ dediler.