KKTC'nin sonuna doğru...
Hristofyas'ın Rum Yönetimi Başkanı seçilmesinden ve KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile "aynı dilden Kıbrıslıca konuşmaya" başlamalarıyla birlikte ABD, İngiltere, AB ve BM'de iyimser bir hava yaratılmış, özellikle Türk tarafının açılımları alkışlanmıştır. Ancak bu sürecin ardından yaşanan gelişmeler KKTC'nin ortadan kalkması sürecini beraberinde getirdi.
cumhuriyet.com.trTalat ve Hristofyas’ın 11 Eylül 2008 tarihinde gerçekleşen görüşmelerinden sonra BM Genel Sekreteri′nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer “Yönetim ve Güç Paylaşımı”nın görüşüldüğünü açıkladı. Ancak bu tür bir görüşme şekli Türk tarafı için oldukça sakıncalı bir durum oluşturuyor.
Kıbrıs uyuşmazlığının doğmasında ve bugüne kadar sürmesinde temel unsur, kuşkusuz uluslararası antlaşmaları ihlal eden Rum-Yunan silahlı terör eylemleri, yayılmacı politikalar ve ABD, İngiltere gibi emperyalist ülkelerin destekleridir.. Bu destek ve gücü kendi ulusal çıkarları ve büyük hedefi Megali İdea’nın gerçekleşmesi için kullanan ve güdümünde olduğu emperyalist devletlerin çıkarlarına hizmet eden Rum-Yunan ikilisi Uluslararası Antlaşmalarla Kıbrıs Türk halkı ile Kıbrıs Rum halkının siyasal eşitliğine ve egemen eşitliğine dayalı olarak kurulan Ortaklık Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırarak Kıbrıs devletini işgal etmişler, ortakları olan Türk halkını her alanda dışlamışlardır.
Rum-Yunan ikilisinin temel politikası Kıbrıs Türk halkını azınlık statüsüne düşürerek eşit kurucu ortak statüsünü ortadan kaldırmak, üniter “Kıbrıs Rum Devleti”ni Türkiye’ye kabul ettirerek Türkiye’nin Kıbrıs ile bağlarını koparmak, Kıbrıs üzerindeki Türk-Yunan dengesini Yunanistan lehine çevirmektir. Bunun için de Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye’nin elde ettikleri hakların ve kurulan iç ve dış dengenin temelini teşkil eden Türkiye’ye ETKİN VE FİİLİ Garantörlük hakkını sağlayan Garanti ve İttifak Antlaşmalarını ortadan kaldırmak ana hedeftir. Çünkü ancak bu halde ENOSİS yolu açılabilecektir. İşte Rum-Yunan ikilsinin “çözüm”, “barış” ve ABD’nin, Garantör (!) İngiltere’nin, AB’nin ve BM desteklediği, “Kıbrıslıca çözüm” dedikleri “çözüm” budur.
GKRY’nin kırmızı çizgileri
Bu “çözüm” şeklini başta GKRY Başkanı Hristofyas olmak üzere bütün Rum siyasi liderlerinin “kırmızı çizgileri” olarak yaptıkları açıklamalarda çok net ve açık bir şekilde görmekteyiz. Hristofyas, Rum Başkanlık seçimleri propaganda sürecinde yaptığı açıklamalarında Kıbrıs’ta “Çözümün”, BM kararlarına, Uluslararası Hukuka ve Avrupa Hukukuna uygun olmasını, Türk “işgal” askerlerinin çekilmesini ve “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin askersizleştirilmesini, Türkiye’den gelen bütün “yerleşiklerin” geri gönderilmesini devletin, halkın, kurumların ve ekonominin birleşmesini, tek egemenliğin, tek uluslararası temsiliyetin ve tek vatandaşlığın mutlaka sağlanmasını, mevcut Garanti Antlaşması’nın kaldırılmasını, hiçbir ülkenin tek yanlı müdahale hakkı bulunmamasını, bütün göçmenlerin evlerine ve mülklerine geri dönmesini, siyasi eşitliğin BM kararlarında ve BM Genel Sekreteri’nin raporlarında öngörüldüğü şekilde olmasını, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin “Kırmızı Çizgileri” olarak açıklamıştır.
Hristofyas, Rum Yönetimi Başkanı seçildikten sonra 28 Şubat 2008 tarihinde Rum Meclisi’ndeki yemin töreninde yaptığı konuşmada söz konusu “kırmızı çizgilerini” daha da açarak yorum gerektirmeyecek şekilde içini doldurmuştur. Hristofyas bu konuşmasında:
“Hedefim, işgale ve kolonizasyona son vermektir… Egemenliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğünü ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birliğini yeniden tesis edecek, yabancı güçlerin iç meselelerimize askeri müdahale hakkını dışlayacak, toprağı, halkı, ülkemizin kurumlarını ve ekonomisini iki bölgeli-iki toplumlu federasyon çerçevesinde birleştirecek bir çözümdür… Bu federasyonun TEK BİR EGEMENLİĞİ, tek bir uluslararası temsiliyeti ve vatandaşlığı olmalıdır… Çözüm BM’nin Kıbrıs’la ilgili kararlarına dayanmalı, uluslararası hukuka ve Avrupa hukukuna ve insan haklarıyla ilgili uluslararası sözleşmelere uygun olmalıdır… Göçmenlerin mülklerine geri dönme hakları da dahil HALKIN tamamının – Kıbrıslı Türklerin, Rumların, Maronitlerin, Ermenilerin, Latinlerin insan haklarını ve temel özgürlüklerini tesis edecek bir çözüm istiyoruz… Türk ‘işgal’ ordularının çekilmesini ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin askersizleştirilmesini öngören bir çözüm istiyoruz…Kıbrıslı Türklerin Birleşik Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit vatandaşları olarak bütün haklardan yararlanmaları yönünde çalışacağım… Açıklıkla yinelemek isterim ki KIBRISLI TÜRKLERİN HAKLARININ KIBIRISLI RUM, MARONİT, ERMENİ VE LATİN VATANDAŞLARIMIZIN HAKLARI ALEYHİNE OLACAK ŞEKİLDE YENİDEN TESİS EDİLMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR…” demiştir.
Hristofyas’ın bu konuşmasının net ve açık ifadesi Kıbrıs’ta öngördükleri “çözüm” ile Türk halkını, nüfusun yüzde ikisini oluşturan Ermeniler, Maronitler ve Latinler gibi azınlık statüsüne düşürmek, 1960 haklarının gerisine götürmek, yani Makarios’un 1963 yılında önerdiği ve Türkiye ile Türk halkı tarafından reddedilen 13 maddelik anayasa değişikliği ile ulaşmak istediği devlet yapısını kurmak ve Türkiye’nin garantörlük ve Kıbrıs’ta asker bulundurma haklarını ortadan kaldırmak suretiyle ENOSİS’in (Helen devletinin) yolunu açmaktır.
Aynı “kırmızı çizgileri” Rum Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu da her fırsatta Yunanistan Dışişleri Bakanı ile bir paralellik içinde tekrarlamaktadır.
Rum Dışişleri Bakanı Markos Kiprianu Yunan Haber Ajansı(ANA) ile yaptığı söyleşide, "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin çözümden sonra da aynen devamının Rum tarafının “kırmızı çizgisi” olduğunu, Bakir Doğum (Partenojenez) fikrini reddettiklerini (yani yeni bir ortaklık devletini kabul etmediklerini), AB üyesi bir ülke için garantilerin ve Türk askerinin Ada’da varlığının kabul edilemeyeceğini açıklamaktadır.
Rum tarafı sadece bunlarla mı sınırlı davranmaktadır? Hayır. Her yeni açıklama ile ileriye doğru yeni bir hamle yapmakta ve daha kapsamlı görüşmelere derinlemesine girilmeden yeni tavizler alma stratejisi uygulamaktadır. Nitekim Hristofyas ilk adımından itibaren daha işin başında iken hedefleri doğrultusundaki isteklerini iç ve dışta sıralamaktadır. Güzelyurt’un, Maraş’ın ve Karpaz’ın öncelikle Rumlara iadesini talep etmektedir. Tek devlet, tek halk, tek vatandaşlık, tek uluslararası kimlik ve temsiliyet tavizlerini elde edip bütünleşme, Türk halkını azınlık statüsüne düşürme, KKTC’ni ortadan kaldıracak zemini yarattıktan sonra "toprağın da bütünleşmesini" gündeme taşımıştır. Hristofyas bu stratejisi ile sözde kabul ettiğini açıkladığı iki bölgeliliği daha sürecin başında ortadan kaldırmaya, en azından delmeye çalışmaktadır.
Rum tarafı ta başından itibaren, “yeni görüşme süreci” başlamadan ve başladıktan sonra kararlı ve istikrarlı bir biçimde temel tezlerini sürekli hiçbir sapma yapmadan savunmaktadır. Ancak Rum-Yunan ikilisinin bu kararlı tutumuna ve belirlenen “kırmızı çizgileri”ne karşılık Türk tarafının (Türkiye ve KKTC) temel vazgeçilmezleri ortaya konmamış ve temel tezlerden tavizler verilerek kaygan zeminler yaratılmıştır. Oysa Türk tarafının da daha fazla gecikmeden Rum tarafının tezlerine karşılık tezleri kararlı bir şekilde ortaya konmalıdır. Buna hala olanak vardır. Aksi halde geriye dönüşü mümkün olmayan akıntının sürükleyeceği dar kanala girilecektir.
Görüşmelerin temel koşulları
Talat ve Hristofyas’ın 11 Eylül 2008 tarihinde gerçekleşen görüşmelerinden sonra BM Genel Sekreteri′nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer “Yönetim ve Güç Paylaşımı”nın görüşüldüğünü, budan sonra (18 Eylül 2008 görüşmesinden sonra) “Mülkiyet” konusuna geçileceğini açıklamıştır. Böyle bir yaklaşım KKTC ve halkının çıkarları ve hakları açısından tehlikeli ve risklidir. Gerçekçi ve tutarlı, ilkeli bir yaklaşım için öncelikle her konuda anlaşmaya vardıktan sonra toprak ve mülkiyet konusunun ele alınması gereği esas olmalıdır. Nasıl bir yapının oluşacağı belli olmadan en hassas ve meselenin özünü teşkil eden bir konunun öncelikli olarak ele alınması düşünülmemeli ve programlanmamalıdır.
Ayrıca bütünlüklü bir konu olarak geçmişten günümüze Türklerin gasp edilen mülkiyet hakları da dikkate alınarak mülkiyet ve toprak konusunun bütünlüklü olarak ele alınması ve meselenin BM gözetiminde geçmişte varılan mutabakatlar ışında ölçütler de dikkate alınarak toplu takas ve tazminatlar formülüyle sonuçlandırılması sağlanmalıdır. Bütün konularda varılacak anlaşmadan sonra toprak-mülkiyet konusunun sözü edilen ön koşulların kabulü ile gündeme alınması gereği vardır.
KKTC ve Türkiye, siyasi konuların görüşülmesi süreci için de temel vazgeçilmezlerimiz olan belirli koşulların görüşme sürecinin başında ortaya konmalı ve peşinen dönülemez yola girmeden “tek”li çözüm yaklaşımı terk edilmelidir. Bunun için de iki halkın siyasi eşitliği, eşit egemenlik, yeni bir ortaklık devletinin kurucu ortaklar tarafından mevcut iki egemen devlet (KKTC ve GKRY) arasında uluslararası bir antlaşma ile kurulması ve iki eşit egemen devletin varlığı kabul edilmelidir. Bunun temel güvencesi ise Kıbrıs üzerindeki Türk-Yunan dengesinin koruyucu unsuru olan Garanti ve İttifak Antlaşmalarının aynen korunması, temel vazgeçilmez olarak karşı tarafa kabul ettirilmelidir. Bunun devamlılığı ve sulandırılmaması için de Türkiye’nin AB′ne tam üyelik süreci ile paralellik ve eş zamanlılık kabul ettirilmelidir. Bunun olmaması halinde yapılacak anlaşma kağıt üzerinde kalmaya mahkum olacaktır.
“Yeni Ortaklık Devleti”nin güç ve yönetim paylaşımında dikkate alınması gereken önemli bir nokta da kurulacak yeni ortaklık devletinin merkezi hükümet yetkilerinin kurucu egemen devletlerin (oluşturucu eyaletlerin değil) varacaklar mutabakat çerçevesinde verecekleri egemenlik yetkilerini kullanabileceği, verilmemiş egemenlik yetkilerinin kurucu devletlerde kalacağı hususu başlangıçta anlaşılmalıdır. Aksi halde egemen eşitlik, iki halkın siyasi eşitliği söz konusu olmayacaktır.
Adil, yaşayabilir ve kalıcı bir anlaşma için bir ön koşul da Rum-Yunan iddialarından vazgeçilerek Rum Yönetimi’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru hükümeti” olmadığı, Kıbrıs′ın bütününü ve Kıbrıs Türk halkını temsil etmediği, Rumların Kıbrıs’ın gerçek sahibi olmadıkları, KKTC gerçeğini kabul etmeleri gerekli bir zorunluluk ve temel koşuldur. Aksi halde kapsamlı görüşmeler süreci eşitler arası bir görüşme zemininde yürütülemez.
Eşitler arası müzakere olmalı
Hristofyas’ın Rum Yönetimi Başkanı seçilmesinden ve KKTC Cumhurbaşkanı Talat ile “aynı dilden Kıbrıslıca konuşmaya” başlamalarıyla birlikte ABD, İngiltere, AB ve BM’de iyimser bir hava yaratılmış, özellikle Türk tarafının açılımları alkışlanmaktadır. BM, ABD ve AB meşru Kıbrıs hükümeti olarak kabul ettiği GKRY’nin tezleri doğrultusunda verilen her tavizi ve açılımı memnuniyetle karşılamaktadır. Aynen Ocak 2006 tarihinde Dışişleri Bakanı Sayın Gül’ün KKTC’den vazgeçildiğini çağrıştıran “Kıbrıs Türk Yönetimi” kavramının kullanıldığı “Eylem Planı” açıklamasına ABD’nin, AB’nin ve BM’nin gösterdiği olumlu tepki gibi bugün de KKTC’ni ortadan kaldıran “iç dinamiklere dayalı Kıbrıslıca çözüm” için verilen tavizleri alkışlamaktadırlar. Çünkü bu yol haritası başta ABD-İngiltere stratejik ortaklığı olmak üzere emperyalizmin çizdiği haritadır. Bu haritanın asıl hedef Türkiye’dir, garanti hakkının kaldırılarak Türkiye’nin Kıbrıs’ta çıkartılması ve güçlü bölge ülkesi olma konumunu zayıflatmaktır. Bunun için de öncelikle Kıbrıs Türk halkının azınlık statüsüne düşürülmesi, üniter Rum devleti içinde egemenlik hakkından yoksun toplum konumuna getirilmesi ve kendi elleriyle KKTC’ni ortadan kaldırmasıdır.
Tek egemenlik sorunsalı
Bunun da temeli Hristofyas’ın Sayın Talat’a TEK HALK, TEK DEVLET, TEK EGEMENLİK, TEK VATANDAŞLIK formülünü ve bu formülü destekleyen bütün BMGK kararlarını kabul ettirmeyi başarmış olmasıdır. Sayın Talat başlatılan görüşme sürecinin kopmaması için “TEK”li çözüm formülünü kabul ettiğini açıklamıştır. Şimdi yeni aşama toprak meselesiyle birlikte Maraş’ın, Karpaz’ın ve Güzelyurt’un Rumlara “iyi niyet” göstergesi olarak iade edilmesinin istenmesi aşaması olacaktır. Rumların bu talepleri karşılanmazsa sürecin kopartılması gündeme getirilecektir. O zaman ne olacak? KKTC ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri bunun yanıtını vermelidir. Sonra kuşkusuz Garantörlük ve Türk askerinin Kıbrıs’tan çıkması gelecektir. Peki o zaman da “süreç kopmasın” diye bunlara da mı evet denecektir? ABD, İngiltere, AB ve BM KKTC’ni ve Türkiye’yi içine çektikleri tuzak budur. Bu tuzaktan kurtulmalı önemli bir koşulu eşitler arası görüme zeminin yaratılmasıdır.
Gelişmeler ve Talat-Hristofyas mutabakatları maalesef bu tuzağa düşüleceğini göstermektedir. Sayın Dışişleri Bakanı Babacan’ın, Garanti ve İttifak Antlaşmalarının müzakerelerin konusu olmadığını açılaması ve Kıbrıs’ın, Doğu Akdeniz′deki güvenlik, istikrar ve barışla da alakalı bir mesele olduğunu, Türkiye′nin Ada üzerindeki garantörlük fonksiyonunun, Doğu Akdeniz′deki güvenlik ve istikrar için elzem olduğunu açıklaması ve “biz bunu tartışmaya açmıyoruz, bunun korunmasının da son derece önemli olduğunu düşünüyoruz" demesi olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak aylardır Yunanistan Dışişleri Bakanı Bakoyanni başta olmak üzere Rum-Yunan siyasilerinin AB içinde garantilere gerek yoktur açıklamalarına karşılık Türk hükümetinden ciddi bir tepki gösterilmemiş olması ve daha da önerisi Talat-Hristofyas 21 Mart Mutabakatı’yla kurulan Kıbrıs uyuşmazlığının özünün görüşüleceği “Çalışma Grupları” arasında “Güvenlik ve Garantiler” konusunun yer almasına ses çıkartılmamış, itiraz edilmemiş olması ve meselenin tartışma gündemine taşınmasına rıza gösterilmiş olması endişeleri artırmakta ve Sayın Babacan’ın bir soru üzerine bu görüşleri ortaya koymuş olması, iç politikaya yönelik bir açıklama kuşkusunu yaratmaktadır.
Garanti anlaşmaları
Tekli anlaşmalar KKTC′nin ortadan kalkması ve Türk halkının azınlık statüsüne düşürülmesi sonucunu doğuracaktır. Garantilerin ortadan kalkması da Kıbrıs’ın bir Helen Adası haline gelmesi ve Türkiye’nin Kıbrıs ile bağlarının bir daha kurulamayacak şekilde ortadan kalkmasını yaratacaktır.
Rum-Yunan ikilisi ve destekçileri emperyalist devletler, Kıbrıs’ta üniter devlet yapısı içinde Kıbrıs Türk halkını azınlık statüsüne düşürmek, kendi geleceğini belirleme hakkını ortadan kaldırmak, Türkiye’yi Kıbrıs’tan çıkartmak ve Kıbrıs’ı Türkiye’den koparmak istemektedirler.
Buna karşılık KKTC ve Türkiye, Türk halkının egemen eşit bir halk olarak, KKTC’ni egemen bir devlet olarak yaşatmak, Kıbrıs üzerindeki Türk-Yunan dengesini ve garantörlük hakkını eksiksiz korumak istemektedir. KKTC’nin, Türk halkının, Türkiye’nin ulusal çıkarları, stratejik ve jeopolitik öncelikleri, güvenliği, Doğu Akdeniz’de istikrar ve sürdürülebilir barış bunu gerektirmektedir.