KKTC'de yeni "referandum"
Kıbrıs sorunu için tarafların görüşmeleri sürerken, adanın kuzeyinde erken seçimlerin sonucu merakla bekleniyor. Ekonomideki kötüleşme nedeniyle iktidarın yıprandığı, UBP'nin güçlendiği gözleniyor.
cumhuriyet.com.trKıbrıs’taki görüşmelerde “mülkiyet” başlığına geçildiği bugünlerde KKTC kamuoyu erken seçim ilanına kilitlenmiş durumda. Parlamento seçimleri ve müzakere sürecinin birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değil. Erken seçim kararının alınmasında dahi görüşmelerin gidişatının büyük etkisi var. Hükümetin büyük ortağı CTP-BG’ye(1) göre 19 Nisan’da yapılacak olan seçimler müzakerelerin selameti için bir yoklama niteliği taşıyor; halkın çözüm konusundaki kararlılığı ve desteğinden emin olunmak isteniyor. Nitekim CTP’ye yakın medya organları, seçimlere “kalıcı çözüm” ya da “kalıcı bölünme” tercihlerinden birinin yapılacağı bir “ara” referandum misyonu yüklemiş durumda. Hatta biraz da abartılarak seçimlerin Türkiye’nin AB’deki geleceğini belirleyeceği iddia ediliyor. Dahası, seçim sandığından CTP’nin çıkmaması halinde, Türkiye’nin Batı vizyonunu yitirerek içe kapanacağı ve içteki sorunlarla boğulacağı da bu yaklaşımın bir parçası. Açıkçası “CTP’siz olmaz” sloganı da, pek çok boyutuyla birlikte “AB bizi istiyor”, “Türkiye de bizi destekliyor” anlamlarını da içeriyor.
Muhalefete göre ise erken seçim kararı özellikle müzakere sürecinin çıkmaza girmesi nedeniyle alınmış zorunlu bir karardı. CTP’yi iktidara getiren çözüm vaadiydi. Kıbrıs Türkü’nün AB vatandaşı olacağı hayali/inancı, CTP’nin oy havuzunu doldurmuştu. Gerçekten de, Şubat 2008’de Hristofyas’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde devlet başkanlığına seçilmesi, 2004 referandumundan sonra hayal kırıklığı yaşayanlar için yeni bir fırsat olarak değerlendirildi. Sadece Ada’dan değil dünyadan da artık Kıbrıs’ın bölünmüşlük sorununa kesin bir çözümü getirebilecek ikili uyumun sağlandığı mesajı pompalanmaya başladı. Bir yıl böyle geçti. Uyumlu bir çalışmanın olduğu, çözümün çok yakın olduğu açıklamalarının altını dolduracak şekilde ilerlemese de müzakereler sürdü. 25 Ocak 2009’da gerçekleştirilen 17. görüşmeyle artık mülkiyet başlığına geçildiğinde, “yönetim ve güç paylaşımı” başlığı altındaki görüşmelerin genel bir değerlendirmesi yapılabilirdi. Manzara ayrıntılarda anlaşıldığı ancak yönetim ve gücün paylaşılamadığı yönündeydi. KKTC’deki yaygın olan görüşe göre, liderlerin çantalarında kendilerine hazır verilmiş ve referanduma sunulmadan yürürlüğe girecek başka bir plan yoksa müzakere süreci en geç Haziran ayında kesilecek. Kesin olan ise öyle ya da böyle hazırlanacak bir çözüm paketinin 2009 hatta 2010’da referanduma sunulamayacağı. Yani, seçimler zamanında yapılacak olsaydı, hükümet sandıktan sağ çıkamayacaktı.
Ekonomik kötü durumda
Çözüm vaadi ipinin çürümüş olmasının yanında KKTC ekonomisinin neredeyse çökmüş, refah seviyesinin düşmüş, tarım, hayvancılık ve dahi tüm üretim sektörlerinin ölmüş olması yani CTP’nin derhal sırtından atması gereken yüklerin had safhaya varması erken seçim kararındaki bir diğer etkendi. Öyle ki CTP’nin en büyük destekçisi sendikalar, odalar ya da diğer sivil toplum örgütleri 2006’dan bu yana artan bir öfkeyle hısımlıktan hasımlığa geçmişti. Parti içi muhalefet de cabası. Birleşik Kıbrıs’ın en büyük destekçisi olanlar dahi –belki- çözümü kolaylaştırmak ve referandumsuz bir geçiş süreci yaratmak adına geliştirilen ya da önüne geçilmeyen- yeni ekonomi politikalarından şikayet eder hale gelmişti. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti çatısını kuzeye çekerken ekonomi pastasının paylaşımı dahil olmak üzere bir eşitlik sağlanacağı umudu taşıyanlar, ekonominin olduğu kadar sağlık ve eğitimin de hızla güneye kaydığı bir sürece uyanmışlardı. Barış ve çözüm vaadinin gerçekleşmemesinin başlıca sorumlusu, Türk tarafının geri adımlarına rağmen ayak sürüyen ve en az selefleri kadar şahin olduğu ilk günden anlaşılan Hristofyas ise ekonomideki çöküşün sorumlusu, “reform ve değişiklik”te de başarısız olan hükümetti. Dolayısıyla iktidara geldiği günden bu yana itibar ve güven kaybeden, ödünç oyları kaybettiği gibi kendi tabanını da eriten CTP-BG, seçimleri UBP lehine kaybedeceğini bile bile seçim tarihini erkene almak zorunda kaldı. Hükümet ortağı ÖRP’nin Dışişleri Bakanı Turgay Avcı öncülüğünde yıldızını parlatmaya başlamasının da etkisini unutmamak lazım.
UBP ve DP’den ayrılan milletvekilleriyle iddialara göre Ankara’nın/AKP’nin müdahalesiyle kurularak derhal hükümet ortağı yapılan ÖRP’nin UBP tabanından oy çalması beklenirken, CTP havuzunun dibinde kalan sağlam oyları kendine çekmesi beklenmedik bir gelişmeydi. Solun orta halli oyları, sağ kökenli bir partiye kaymıştı. İşin aslı ÖRP de böyle bir niyetle kurgulanmış olmalı. Yani oldukça katı ve birleşme karşıtı duran yani geçerli tabirle “statükocu” partilerden doğan ancak solun “reform ve değişim” oyununu da oynayabilecek bir parti. Çünkü tabanın en geniş kesimi milliyetçi ve Rum’la bir arada bir kez daha birlikte yaşama bahsini bile kabul etmiyor ancak globalde konjonktür yağmasa da gürleyecek, sonuca götürmeyecekse de girişecek, kabul etmeyecekse de masada oturacak bir esnekliği gerektiriyordu. Şu an itibariyle ÖRP’nin barajın üstüne çıkmasının bile imkansız görüldüğünü de belirtmek lazım. Ancak “Ankara bizi destekliyor” imajı üzerinde çalışan ÖRP’nin önünde 3 ay var ve Denktaş’ın torunu gibi sürpriz isimleri bünyesine alması(2) ve/veya AKP milletvekillerinin yine kendi memleketlilerinin kahvehanelerini dolaşarak Türkiye kökenlilerden “Türkiye için” ÖRP’ye oy istemesini sağlaması, ÖRP’yi bir kez daha iktidarın küçük ortağı yapabilir.
Seçim sonuçlarına ilişkin halkın nabzını tutmak için yapılan anket sonuçlarının kimisinde açık ara, kimisinde ise kıl payı da olsa UBP hep birinci. Cumhurbaşkanlığınca yaptırılan kamuoyu yoklaması tabloyu net görmeyi sağlıyor. Çalışmadaki “Halkın siyasi partilere bakışı" bölümünün sonuçlarına göre: UBP′nin oy oranı yüzde 43, CTP′nin yüzde 26.3, DP′nin yüzde 10, TDP′nin yüzde 7.4, ÖRP′nin ise yüzde 3.2.(3)
Destek arayışları
KKTC’de hiçbir partinin Ankara'nın onayını almadan iktidara gelemeyeceği, iktidarını sürdüremeyeceği yönünde yaygın, kökleşmiş ve değişmez bir yargı var. Buna göre UBP yerine CTP'yi geçiren de, birinci Cumhurbaşkanı'nı pasifize eden de Türkiye/AKP'dir. Dolayısıyla "Ankara ne der?" unsuru seçim çalışmalarının da, seçim sonuçları tahminlerinin de ayrılmaz bir parçası. Önümüzdeki seçimlerle ilgili olarak bunu en çok CTP ve ÖRP'nin kullandığı gözlemleniyor. Ancak Ankara’nın baraj sorunu yaşayan bir partiyi desteklemesi şüpheli. CTP'ye yakın çevrelerin Türkiye Cumhurbaşkanlığı resmi sitesinde kullanılan ve Kıbrıs'ı birleşmiş gösteren haritayı bile delil olarak kullandıklarını görmek mümkün. Aslında 2005 seçimleri için AB AKP’den istedi, AKP CTP'yi seçtirdi önermesi çok da doğru değil. Çünkü o gün Avrupa hayalleri, CTP'nin etkisini tabana yaymış durumdaydı. Yapılan gösterilerin şiddeti her geçen gün artıyordu. UBP ise kesinlikle yıpranmıştı ve Türkiye’deki hiçbir parti aksi yönde hareket ederek böylesi bir toplumsal dalgalanmada Kıbrıs Türklerinin tepkisini anavatana çekmek istemezdi. Yani AKP hükümeti aslında tabanın seçtiği partinin iktidarını desteklemiş oldu. Bugün ise sokaktaki manzara tam tersi. 2006 yerel seçimlerinde bile toparlandığı belli olan UBP, geleneksel tabanını tamamen geri kazanmış görünüyor. Ergenekon dava sürecinin Ada’ya yansıyacağı korkutmasıyla bir yandan UBP’nin yükselişinin engellenmek istenmesi ama öte yandan da aynı dava üzerinden Türk Mukavemet Teşkilatı’nı zan altında bırakma çabaları, neredeyse yaşı yeten bütün erkeklerin TMT’den geldiği bir KKTC’de çok da mantıklı bir politik açılım gibi görünmüyor. Aynı şekilde AKP’nin de kazanana oynadığını geçmiş deneyimler gösteriyorken oylarını arttırmak isteyen partiler önce uygulanabilir ekonomi politikaları geliştirmeleri gerektiğini anlamalılar.
Dipnotlar:
1-Cumhuriyetçi Türk Partisi Birleşik Güçler
2- Kıbrıslı Gazetesi,31.01.2009
3- Volkan Gazetesi,31.01.2009
Gözde Kılıç Yaşın / TUSAM Balkan Araştırmaları Masası