Kızıma cezaevini nasıl anlatayım?
Siz yetişkin olarak yakınınızın, eşinizin, babanınız cezaevine girmesini anlayabilirsiniz, bu duruma alışabilirsiniz belki ama küçücük bir çocuğa cezaevinin ne olduğunu, hayatının kahramanı babasının niye oraya girdiğini anlatamazsınız. Nevroz aylardır bunun zorluğunu yaşıyor.
cumhuriyet.com.trDİHA Ankara Temsilcisi Kenan Kırkaya’nın eşi Nevroz Kırkaya
Eşim 20 Aralık 2011’de sabaha karşı, 20’den fazla sivil polisin katıldığı ve 4 saat süren arama sonucu ‘KCK Basın Komitesi’ adı altında yürütülen operasyonda gözaltına alındı. Kenan tutuklanıp geçici süreyle Metris Cezaevi’ne ardından da Kandıra 1 No’lu Yüksek Güvenlikli F Tipi Cezaevi’ne nakledildi.
Ankara’da yaşıyoruz. Ayda en fazla iki defa görüşe gidebiliyorum. Kenan tutuklandıktan sonra Ankara yerine Kandıra’ya nakledilmesi bile bir cezalandırma. 2.5 yaşındaki kızımla eşimi bir saat görmek için 24 saat zaman harcıyoruz yollarda.
Cezaevi içerisinde maruz kaldığımız aramalar insanlık dışı ve onur kırıcı. Kadın görüşçüler ve çocuklar arama adıyla tacize uğruyor. Üst iç çamaşırlarımızın içine kadar aranıyoruz. Çoraplarımızı çıkarıp tabanlarımıza bakılıyor. 2.5 yaşındaki kızımın bezinin içine kadar bakılıyor. Tutukluların yaşamla bağlarını tümden kesmek için her şeyi yapıyorlar. Düşün ki Kenan’ın kaldığı 3 kişilik odadaki birkaç adım sonrasında biten küçücük, her tarafı devasa yükseklikteki ve sadece bir parça gökyüzünü görebildikleri havalandırmada betonların arasında kendiliğinden yetişen bir karış ot yeşermiş yazın gelişiyle. Kenan mektuplarında koca bir ormandan bahseder gibi yazıyordu o küçücük bitkiyi. Ama gardiyanlar yaptıkları aramada fark edip vahşice yolmuşlar.
Yedi ayı aşkın süredir 2.5 yaşındaki kızımla yaşadığımız bu adaletsizliğe göğüs germeye çalışıyoruz. Sayısız belirsizlikler ve cezaevi vahşeti arasında sıkışıp kalan ve ömrümüz boyunca unutamayacağımız günler yaşıyoruz. Kızım ise her çocuk gibi ailesiyle geçirdiği zamanları biriktirmek yerine babasının cezaevinden ona yazdığı mektupları biriktiriyor daha okumayı öğrenemeden. Eşim her şeyden önce bir baba... Onu bu süreçte en fazla zorlayan şey, kızından ayrı kalmak, büyümesine tanıklık edememek, kokusunu duymamak...
Babamı istiyorum...
Kızım kısacık yaşamına ve minicik yüreğine sığdıramayacağı kadar ağır bir yükün altında şimdi. Kızım hem bedensel hem de ruhsal olarak çok zor günler geçirdi. Babasını cezaevinde ilk gördüğü gün dudaklarından boğaz içine kadar ağız içi tek parça yara oldu. 10 gün boyunca süt haricinde hiçbir şey yiyip içemedi. Yapılan tıbbi kontrolde tamamen psikolojik nedenlerden dolayı bu durumu yaşadığını öğrendik. Kızımın yaşadığı travma daha fazla derinleşmesin diye hiçbir kapalı görüşe götürmüyorum. 2.5 yaşındaki bir çocuğa cezaevi hangi cümlelerle tarif edilir? Açık görüşlerde bile görüş salonuna ulaşana kadar maruz kaldığı aramalardan kaynaklı korkuyor ve gözleri büyüyor. İlk bir ay benim haricimde kimseyle doğru düzgün iletişim kuramadı. Aylardır çalan bütün telefonlara, kapılara baba diye koşuyor. Bazen babasının fotoğrafı ile oyunlar oynuyor, dakikalarca babasının fotoğrafı ile konuşuyor. Birkaç günde bir ağlama krizlerine giriyor ve bu ağlamalar genelde “Ben babamı istiyorum” diye bitiyor. Ben her gece kızımın, önümde dağ gibi büyüyen “Babam ne zaman gelecek?” sorusuna cevap bulmaya çalışıyorum. Şimdi evimizin her tarafı Kenan’ın fotoğrafları ile dolu. Böyle bir durumla tek başına başa çıkmak mümkün değil. Bu yüzden kızım için ilk günden beri gerek kendi doktorundan gerekse pedagogdan destek aldım.
Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven’in kızı Sabiha Suna annesinden uzakta
Yarım kalan cümleler...
Anneden uzak kalmak kızlar için hüzünlüdür. Büyük bir boşluktur... Sığınabileceğiniz bir liman, yaslanacağımız bir omuz bulamamaktır... 2.5 yıldır annesine sarılamayan, gidişiyle kendini büyük boşlukta hisseden, iki haftada bir telefonla konuştuğu ve cümlesi bitmeden telefonları kapanan Sabiha Suna, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’ndeki annesi Leyla Güven’den ayrı kalmanın hikâyesini şöyle anlatıyor:
Annem alındığında ben İstanbul’da, o Viranşehir’deydi. Sabah çok erken telefonum çalmış görmemişim. Sonra geri döndüm, hayırdır dedim sabahın bu saattinde... Karşı taraf hayır olacak değil ya dedi... Ben açıkçası annem öldü diye düşündüm... Sonra annemin gözaltına alındığını öğrendim. İlk başta çok endişelenmedim ne de olsa sayısız kez gözaltına alınmıştı. Yine bırakılır diye düşündüm.
Tutuklandığını duyduktan sonra Diyarbakır’a gittim. İlk defa kirli bir camın ardından, annemin yüzünü bir karartı şeklinde, neredeyse seçemeyerek telefonla konuştum. O kadar kötü bir süreç yaşamış olan annenize sarılamıyorsunuz. Kendinizi çok yalnız hissediyorsunuz. Biriyle bir sorun yaşasanız ilk anneniz aklınıza geliyor ve arayamıyorsunuz ya da bir şey sormak, bir şeye gülmek, bir şeye ağlamak istesem yanımda yok. Zaten yıllarca ayrı kalmanın verdiği özlem var. Cezaeviyle katbekat artıyor. Hayatımdaki en önemli destek bir anda yok oldu. Ciddi bir boşluğa düştüm.
Annemle babam ayrılar. İki kardeşiz, kardeşim yurtdışında yaşıyor.
Annem geçen yıl ağustosta bir yıllık açık görüş cezası aldı. En son geçen ağustosta anneme sarılabildim. Yeni bir ceza verilmezse bu ağustosta tekrar açık görüşe gidebileceğim... Telefonla da iki haftada, bir görüşebiliyoruz. Bir hafta beni bir hafta anneannemi arıyor. Çoğu zaman cümlenizi bitirmeden telefon kapanıyor.
Annemle her görüşmeye gittiğimde “aile toplum kâğıdı” götürüyorum, annem olduğunu kanıtlamak için... Annemle babam boşanmış, ben evlenmişim soyadları değişmiş.
Umudumuz kırılıyor
Annem 2.5 yılı aşkın süredir içeride. 2. KCK dalgasında içeri alındı. Hâlâ ifadesi alınmadı. Her defasında umutlarımız yıkılıyor.
Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan, 6 yıldır liseyi bitirmeye çalışıyor
Bu gidişle tamirci çırağı olacağım
Cıvıl cıvıl, kıpır kıpır 19 yaşın tüm enerjisi, delidoluluğu ve tezcanlılığına sahip Nazılcan tüm akranları gibi. Yaşananların ağırlığının masaya çöktüğü noktada ortaya çıkan cin gibi bir bakış, en zor koşulları anlatmayı ve dinlemeyi kolaylaştıran ince bir espri yeteneğine sahip. Mahkûm olduğu yoksunluklarla baş etmenin yolunu çok erkenden öğrenmek durumunda kalan, ‘umut hep var, hep olmalı’ fikriyle pek çok konuda erkenden olgunlaşmış bir genç insan; Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan...
Gözaltına alındığında, daha önceleri de alınıp bırakıldığı için ‘nasıl olsa kısa sürede çıkar’ hissiyle beklemeye başlıyor. Sorgu 50 saat sürüyor, aslında bu 50 saat biraz da daha öncekilerden farklı olduğunun habercisi gibi ama yine de kondurmak istemiyor. Bu 50 saatlik sorgu daha sonra her sabah umutla uyanıp, her akşam hayal kırıklığı ile uyuduğu uzun sürece dönüşüyor. Bugün bile irrasyonel bir biçimde ‘belki de bu sabah o sabahtır’ diye uyanıyor.
Nazlıcan, artık bu günleri geri versinler romantikliğinden çıkıyor fakat hesabını sormaktan da ömrünün sonuna kadar vazgeçmemekte kararlı.
Gözaltı süreci dostu da düşmanı da ortaya çıkıyor. Hiç beklemediği arkadaşları, onların ailelerinden büyük destek görüyor ama telefonlarını açmayanlar da oluyor... Süreç uzadıkça ‘bir şey var ki bırakmıyorlar’ fikri gelişen tanıdıklar uzaklaşıyor. Dışarıdakiler içerdekilerle tehdit ediliyor, malzeme yapılıyor Nazlıcan’a göre.
İlk başlarda çok mektuplaşıyorlar, bu sürecin biraz daha sağlıklı geçmesini de kolaylaştırıyor. Uzun sohbetler içerdeki için de dışarıdaki tutuklu için de hayatın daha kolay geçmesini sağlıyor..
Babasının bir yıllık tecridi çok kötü geçiyor, rengi bile değişiyor hem ruhen hem fiziksel olarak hasta olmaya başlamıştı diyor Nazlıcan… Ama şimdi gözle görülür bir şekilde daha iyi görünüyor Barış sayesinde…
Görüşe gittiğinde de söyleyecek, anlatacak pek çok şeyi unutuyor. Hayatı bir saate sığdırmaya çalışmak bir yapaylık da yaratıyor. Pek çok baskıyla oraya giriyorlar ve o kadar çok psikolojik baskıyla giriyorlar ki çıktıklarında ne konuştuklarını bile hatırlamıyor çoğu zaman.
Günlük hayat hep eksik
Denizden rüzgâr estiğinde utanıyor, babası onu hissetmediği için, günlük hayat hep eksik, bir yakınının içerde olması hep bir vicdan azabı yaratıyor... Görüş günlerine gidiş bayrama, dönüşler neredeyse cenazeye dönüyor. Onu orada bırakıp ayrılmaya dört yıl bile geçse alışılamıyor.
Okul önce bilmezden geliyor babasının durumunu, sonra atılıyor; girip çıkmaktan yorulduğu Avusturya Lisesi’nden kesin olarak ayrılıyor. Bu yıl altı yılı doluyor lise hayatının. Altı yılda bitirmek zorunlu, yoksa bu gidişle tamirci çırağı olacak. Şimdi gittiği okulla arası daha iyi ama ah bir de bitse...
Soner Yalçın’ın yakını Halide Didem Kurt
Soner, iki doğum gününde oğlunun yanında olamadı
Tutuklu ve yakınlarının esas olarak maruz kaldıkları zorluklardan ziyade hangi somut, hukuki ve mantıklı gerekçe ile yıllardır tutuluyor olduklarının konuşulması gerektiğinde ısrar eden Soner Yalçın’ın yakını Halide Didem Kurt, temel meselenin hukuksuzluk olduğunun ve bunu sorgulamaktan hiç vazgeçmemek gerektiğinin altını çiziyor.
“Tutukluluk dönemi kişiliğin sınandığı dönemler” diyen Kurt’un bu sürece ilişkin özetledikleri şöyle: Dostlukların, ilişkilerin sınandığı bu dönemde hem çevremizi hem de kendimizi daha iyi tanıdık. Dostlukları hak ettikleri yere koyma fırsatımız oldu. İşin güzel tarafı yeni ve çok güçlü dostluklar edindik. Bazı güvendiğimiz, insanların da bırakın cesur olmayı, akıllı bile davranamadıklarını gördük... Aslına bakarsanız bu süreçte, beni en çok yaralayan yakınlarımızdan ziyade, aydın saydığımız bazı siyasetçi ve gazetecilerin, yani sorunlara gerçekten sahip çıkması gerekenlerin zaafiyetleri oldu.
Bu tutukluluk hayatımızın büyük bir bölümünü aldı ve telafisi mümkün değil. Soner Yalçın oğlunun 11 yaşını yaşayamadı, iki doğum gününde yanında olamadı.
İşini kaybetti, büyük maddi zarara uğradı. Ama sonuçta adı üstünde maddi kayıptır.
Hayattan çalınan zaman, haksız yere elinden alınan özgürlük, sadece işini yaparken kirli bir tezgâhla hapse atılmak ve iftiraya uğramanın yarattığı ruhsal çöküntünün bedelini kimse ödeyemez.
Böyle bir süreci nasıl yaşayacağı da sonuçta kişinin kendi tercihi. Hayatı “Bu benim başıma neden geldi?” diye kendine acıyarak, depresyon içinde geçirmeyi seçmeyen insanlarız. Şartlar buysa, bu şartlar dahilinde elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Böyle bir süreç de aslında normal şartlarda zor edinilecek bir olgunluk, bir farkındalık geliştirmenize sebep oluyor.
Bu sebeple Soner, sürekli, nitelikli okuyor. En son yirminci yüzyıl düşünürlerini çalışmaya başladı örneğin. Çok zaman birlikte okuyoruz, görüşlerde okuduklarımızı tartışıyoruz. Kendimizce olayı olabildiğince “keyifli” hale getirmeye çalışıyoruz.