'Bu festivalin tam zamanı'

Bu yıl Çeşme’de ilki düzenlenen ve Türkiye’nin ilk sürdürülebilir film festivali olma iddiasıyla yola çıkan “Kıyıdan Kıyıya Türkiye Yunanistan Film Festivali” devam ediyor. Festivalin sanat yönetmenlerinden oyuncu Gizem Erman Soysaldı “Önemli olan başlamaktı, seneye çok daha büyüyeceğiz” diyor.

Emrah Kolukısa

Hep tatil ve eğlence yönüyle öne çıka bir belde Çeşme. Normalde nüfusu 50 bin civarında olsa da yaz aylarında 1.5 milyon turisti ağırlayan bu güzide ilçe gece hayatının da en az gündüz oladuğu kadar hareketli yaşandığı, özellikle de konserlerin irili ufaklı sayısız mekanda izleyicilerle buluştuğu bir ere dönüşüyor. Bir gece Fazıl Say’ın konserine gidip, ertesi akşam Karsu’yu ya da Yaşar’ı dinlemeniz olası. Pandeminin etkileri güçlü bir biçimde hissedilse de etkinliklerin başlamış olması ekonominin de daha bir canlanmasına sebep oldu şüphesiz. Yine de Çeşme’de yazın film izlemek belki de akla gelecek son şeylerden biri. En azından bu yaza kadar öyleydi.

Ama bu yıl Çeşme Belediye Başkanı M. Ekrem Oran’ın da tam desteğiyle başlayan Kıyıdan Kıyıya Türkiye – Yunanistan Film Festivali sessiz sedasız ama etkili bir biçimde Çeşme’de önemli bir atılımı gerçekleştiriyor. Bir yandan Alaçatı’da yapılan açık hava film gösterimleri, bir yandan gündüzleri yapılan kıyı temizlikleri ve farklı başlıklar altında düzenlenen masteclass ve atölyeler belirgin bir çevre farkındalığı yaratacak gibi görünüyor. Konuyla ilgil olarak festivalin sanat yönetmenlerinden oyuncu Gizem Erman Soysaldı (diğer sanat yönetmeni Yusuf Saygı) ile Çeşme’nin en seçkin mekanlarından Asma Yaprağı’nda yenen bir akşam yemeği sırasında sessiz bir köşeye oturduk ve enine boyuna festivali konuştuk.

Birçok film festivali düzenleniyor ülkemizde ama buradaki gibi çevreyi, ekolojiyi dert edinen, bunu birinci amaç haline getiren festival yok. Sürdürülebilirlik ön planda burada... Öncelikle bu fikir nasıl doğdu, oradan başlayalım mı?

Teması ekolojik olan, ya da çevreyle ilgili film festivalleri var; hatta biz bu festivali ilk duyurduğumuzda öyle zannedildi, ama bizde filmlerin teması değil festivalin yapılış şekli ‘sürdürülebilir’. Nasıl çıktı bu fikir dersen, çok organik bir biçimde, çok doğal olarak gelişti diyebilirim. Festivali ilk hayal ettikten sonra birlikte çalıştığımız, yani festivalin beyin takımı diyebileceğim arkadaşlarım, Gülen (Saygı ), Ferdi (Akarsu), Yusuf (Saygı), Hüseyin (Karabey), ben... Zaten Ferdi sürdürülebilirlik uzmanı. Hepimizin zaten bireysel olarak bu konuda kaygıları var... Ben mesela 6 aydır bokaşi yapıyorum, yani kompost... Mutfakta her gün belli bir miktar çöp çıkar ve sonra sen onu atarsın; ama yok olmuyor ki, o kalıyor. Bireysel olarak günde çıkardığımız çöp miktarının farkına vardıkça insan olarak utanıyorsun... Elbette o da çok doğru değil, yani bireysel olarak doğaya çok zarar verdiğimiz duygusu da aslında ağır bir yük psikolojik olarak, yanlış bir şey. Çünkü o zaman da sürekli omuzlarında bir yük varmış gibi hissediyorsun. Ben bir süre öyle hissettim mesela, bokaşiye öyle başladım. Açıkçası her şey organik olarak gelişti. Şimdi tutup bir çevre festivali yapsak ve desek ki işte ‘plastik atık kullanmayın’, ‘iklim krizi var’; bu kadar etkili olmaz diye düşündük. Sinema çok etkili bir sanat dalı, kitlelere ulaşıyor ve çok etkileyici, dolayısıyla sinemayla birleştirmek çok doğru geldi bize. 

Festivalin adı Kıyıdan Kıyıya... İşin içinde Yunanistan da var. Planlama aşamasında onlarla nasıl bir düşünce birliği oluşturdunuz?

Evet, festivalde gösterilen filmlerin bir kısmı Yunanlı sinemacılara ait. Ama bu sene tabii sınırlar kapalıydı, biz fazla yönetmen gelemeyeceğinin farkındaydık. “Journey Through Smyrna”nın yönetmeni Valentis geliyor mesela ama o İzmir’de yaşıyor zaten. Aslında yapalım mı yapmayalım mı diye bir tereddüt ettik doğrusu, çünkü Yunanistan’dan misafir gelemeyecek, ya da aynı anda karşıda bir festival yapamayacağız çünkü zaman yok organizasyon için. Ama dedik ki yapalım, yani bir başlangıç olsun, en azından Yunanistan filmlerini burada izleyelim... Çünkü bir kere başlamadan gitmiyor. 

Peki mesela burada kıyı temizliği yapıyorsunuz, elektrikli araçlar kullanıyorsunuz. Gelecek yıllarda Yunanistan ayağında da bunlar yapılacak mı?

Tabii... Yunanistan’da da başka kıyılarda da bütün bunlar olacak. Hatta bizim bütün hayalimiz, keşke Türkiye’deki bütün etkinliklerde, organizasyonlarda sürdürülebilirlik prensipleri uygulansa...  Yani bugün yerel yönetimler başlasa,inan bir sene sonra Türkiye’nin çıkardığı atık yüzde 50 azalır.

Çeşme Belediye Başkanı Ekrem beye bu fikirle gittiğinizde nasıl karşıladı?

Çok iyi karşıladı, çünkü zaten WWF ile Smart City projesinin,  yani plastik atıksız şehir konseptinin pilot bölgesi oldu Çeşme. Dolayısıyla onlar da çok istiyorlar bunu tam olarak, yüzde 100 hayata geçirmeyi. Ama Çeşme çok büyük, çok sirkülasyon var, dolayısıyla bu tip etkinlikler onları çok sevindiriyor, bizim bu önerimize de çok sıcak yaklaştılar. Çünkü ancak böyle etkinliklerle gerçekten kökten bir değişim mümkün olabilir.

ORTAK KÜLTÜR, ORTAK LEZZET, ORTAK MÜZİK

Çeşme çok kalabalık ve düşünüyorum, herhalde çıkan atık da çok fazla olmalı. Kıyı temizliği sırasında gördük zaten, inanılmaz şeyler çıktı... Bu anlamda festivalin belirli  bir teması yoksa da misyonu var, orası muhakkak. Bu misyon tabii ki bir haftada olup bitecek bir şey değil. Nasıl bir sürdürülebilirliği var festivalin aklınızda?

Aslında şunu söyleyeyim önce, festivalin birkaç teması var. Bir tanesi sürdürülebilir olmak, bir tanesi barış... Çünkü iki halkı tekrar ortak kültürde, ortak tarihte, ortak lezzette, ortak müzikte buluşturmak, tekrar hatırlatmak bunu, çünkü yani gerçekten din, dil, ırk, güzellik, yaş, sınıf,bütün politikalar bunlar üzerinden bizi ayrıştırmaya yönelik, sınıflandırmaya yönelik.Ana akımın bakış açısı genelde şöyle: Seni önce sınıflandırıp çekmeceye koymak istiyor, sınıflandıramazsa da çöpe atmak istiyor. Dolayısıyla ben bireysel olarak da,mesleki olarak da çok yaşarım; ana akım bir türlü beni sınıflandıramaz, nereye koyacağını bilemez. Tabii barış ve sürdürülebilirlik yanında toplumsal cinsiyet eşitliği de var. Yani böyle üç koldan gidelim istedik ama bunların hepsi de aslında o kadar içiçe ki, birbirini destekleyen, birbirine bağlı... Filmlerin sayısındaki kadın erkek yönetmenleri bile ona göre seçmeye çalıştık... Seneye mesela yapmak istediğimiz masterclass’lardan birinde bu da olacak; toplumsal cinsiyet eşitliğine dair bir çalışma... Ya da mesela kompost yapımı hakkında bir atölye olacak... 

Bu yıl tabii ilk etkinlik olmasının da etkisiyle film sayısı az sayılır. Tek bir yerde gösterim yapılmasının da bir dezavantajı var, başka mekanlar da olsa daha çok film gösterilir. Tabii buradaki gece hayatı çok eğlence odaklı ama yıllar içinde seyircisini bulacağını ve izleyici sayısının gitgide artacağını düşünüyorum.

O kadar katılıyorum ki buna... Dün akşam aynı şeyi düşündüm ben de, ve dedim ki kendi kendime, belki Adana Film Festivali’nin de ilk yapıldığı yıl seyircisi azdı, ya da Antalya’daki festivalde sadece diyelim 10 izleyici vardı... Özellikle bu örnekleri veriyorum, çünkü oralarda şimdi dolup taşıyor gösterimler... Belki de 5 yıl sonra Çeşme’de de müthiş bir sinema seyircisi olacak, daha çok isteyecekler, belki senin dediğin gibi diyecekler ki ‘6 film çok az, ne yapıyorsunuz siz, şöyle bir 20 film izleyelim’... Mekan sorunu da var; pandemi olduğu için açık havada olması lazım çünkü. 

Planlama aşaması ne kadar sürdü festivalin?

Kışın doğdu aslında, çok uzak değil. Ben biraz Nürnberg’deki Türkiye Almanya Film Festivali’nden ilham aldım. Oranın ruhunu çok seviyorum ben, orada da biliyorsun iki ülkeden dörder ya da beşer film yarışır. Jüri de karışıktır, iki ülkeden isimlerle oluşturulur... Oradan kalma bir düşünce vardı bende, çok katmanlı bir şey...

AB’den bir destek aldınız mı?

Çok geç resmileşti festival, dolayısıyla biz ne fonlara başvurabildik ne sponsorlara başvurabildik, amatör de gözükmesin istedik, yani 20 gün kalmış festivale sponsor başvurusu yapıyorsun... Dedik ki, biz bunu bir şekilde gerçekleştirelim, yapalım, ondan sonra eminim bunu duyan zaten destek yapmak isteyecektir, ki şimdiden çok güzel tepkiler, manevi destekler alıyoruz.

Festivalin mesele edindiği konular çok güncel bir yandan da... İşte yakın geçmişte yaşanan çevresel felaketleri gördük hepimiz, yangınlar, sel baskınları... Üstelik sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da, tüm dünyada...

Çok doğru. Hatta bu yangınlar olduğunda bazı etkinlikler de iptal edildi biliyorsun. Biz de bir tereddüt ettik aslında, bir durduk 15-20 gün önce, ama dedik ki tam zamanı... Biz zaten buna dikkat çekiyoruz. Biz zaten atık üretmiyoruz, biz zaten çöp toplayacağız, o yüzden yapmamız lazım dedik. Ne kadar duyurabilirsek o kadar iyi... Bu sene Türkiye’de iki belediye buna karar verse, ‘biz de yapalım, mantıklıymış bu’ dese, çok büyük bir artı değer değil mi bizim için. Seneye belki 20 belediye karar verecek. Ne olacak ki, matara dağıtıp etkinlik mekanlarına sebil koyacaklar, bu kadar, bu bile ne kadar fark yaratır. Film seçkisi de çok içimize sindi. Yani “Körfez” olsun, “Hayaletler” olsun ve “Apples”, üçü de distopik filmler. 

Hem öyle hem de içlerinde çevreye dair çok mesele de var, “Körfez” mesela...

Evet, ne kadar doğru öngörüler değil mi?... Emre’nin (Yeksan) filmi... Keza “Unutma Beni İstanbul” da festivalin ruhuna çok uygun düşen bir film. Ayrıca “Bilmemek” (Leyla Yılmaz) benim çok sevdiğim bir film. Sonuçta o da faşizmi anlatan, toplumun dışarı ittiği bütün grupları ilgilendiren, tabii ki festivali de ilgilendiren bir şiddet var orada. “Journey Through Smyrna” da İzmir üzerinden iki ülkenin müziklerini anlatan bir belgesel. Hatta filmden sonra bir de dinletimiz olacak, hemen aynı mekanda, Alaçatı Açık Hava Tiyatrosu’nda. Filmin içindeki müzisyenler o şarkıları çalacaklar canlı olarak. Seçkimizden memnunuz doğrusu...