Kitapların esriklik veren kokusu

Bildiğini yazmak demek yaratıcılığı askıya almak değildir. Okuru olmadık işlere inandırabilir yazar, önemli olan roman hakikatini tastamam kurabilmektir.

Enver Aysever / Kurşun Kalem

1- Mustafa Kemal Erdemol tam kitap tutkunu. Kendi anlatmasına göre kitap kokusuna bağımlı. Bundandır zevkle okuduğum şahane çalışmasının adı “Kitap Kokusu” Daha yeni okuryazarlığa başladığı yıllarda açar kitabı, kâğıdın ve mürekkebin tadına varırmış. İddiasına göre, oradan içeriğe dair ipucu elde edermiş. Bir dönem dünyayı kasıp kavuran Patrick Süskind’in “Koku” romanına gönderme yapıyor Erdemol. Ben de, bu tuhaflıklara düşkünüm, kendimde olanları iyi bilirim. Bir zaman pürüzsüz olması gerektiğine inanırdım sayfaların, öylece saklanması gereğine inanırdım. Ne büyük yanılgı! Oysa altı çizili satırlar, yanlara düşülen notlar kitabın değerini artırıyor, ona kişilik veriyor. Sahaftan edindiğim kitapları iyice didiklerim. Elbette benden önce okuyan kişinin kimliği önemli. –Okur kimliğinden söz ediyorum. Elde olmadan, o meçhul okur nelere dikkat etmiş düşünür kişi. Benzerlikler bulunca sevince kapılıp tanımak istersin bazen. Belki uzakta bir yerde, çoktan unutmuştur o satırları. Tuhaf, yazarlık için de aynı durum geçerlidir. Yazarların tüm yazdıklarından sorumlu olması istenir, haksız talep. İnsan nasıl kefil olur her söze?-

2- Kitaplar, yazmak, yazarlar üstüne düşünmek, bunları toplayıp kitap yapmak zevkli uğraş doğrusu. Erdemol, öyle ayrıntılar aktarıyor ki, izini sürmek istiyorsun sözü geçen yazarın. Kafka ve Montaigne yalnız uyumaktan hoşlanırmış. Kadınsız notu da var. Uyumanın tek kişilik olması gerektiğine dair inanç taşıyan çok kimse vardır, ayrıca yazarlıkla bir başınalık arasında ilişki kurmak doğal. Kafka içine kapanıktı, biliyoruz. Montaigne’nin kendisi için okuma, yazma şatosu yaptıracak denli bencil olduğu da açık. -Buna bencillik derken ikiyüzlülük yapıyorum. Gıpta ediyorum böyle geniş zaman ayırabilmiş olmasına, hatta vurdumduymaz biçimde kendine ait dünya kurup, kimseciklere kapılmadan düşünmesine, yazmasına. Ben başaramazdım. İnsansız yaşam soluk, renksiz gelir. Felsefe yapmak için inzivaya çekilmek bir yol, tersi de mümkün.-

3- Margaret Mitchell’i tanımıyorum. Başından şiddete uğradığı bir evlilik geçmiş. Aynı dönem iki arkadaş âşık oluyor genç kadına, o sporcu olanı seçiyor. Kaslar, beden çekiyor demek. Sonuç feci oluyor, şiddete uğruyor. Bu kez öteki âşık giriyor devreye. -Ne erdem, böylesi kolay değil elbet.- Evleniyor John ve Margaret. Genç kadın, kocasının editörlük yaptığı gazetede muhabirliğe başlıyor. Yaşadığı acılarla başa çıksın diye duyarlı eş John eve kucak dolusu kitap taşıyor. Şakayla karışık, okuma tutkunu Margaret’e soruyor John: “Neden okumak için kendine kitap yazmıyorsun?” John ertesi gün Remington marka daktilo ile geliyor eve, bir de not iliştiriyor: “Hanımefendi, yeni kariyeriniz için sizi kutluyorum.” Böylece bir romancı doğuyor. Kadın ne yazacağının çaresizliği içindedir. “Ne yazayım peki?” diye soruyor eşine. Yanıt edebiyat tarihine geçmeli: “Ne biliyorsan, onu yaz!” -Erdemol ne güzel bulup çıkarmış. Bu arada daktilo ile roman yazan ilk kişinin Mark Twain olduğunu öğreniyorum. Tarihe bu yönüyle de geçen kitap Tom Sawyer.-

4- Pıtrak gibi bitiveren yazarlık kurslarında türlü yöntemler denenir. Sanırım en etkili olanı bu öyküyü anlatmak, akıllı eşin yanıtını vererek yola koyulmaktır. Kurgu yapmak demek, kaba uydurmalarla okuru kandırmak değildir. “Bildiğini yazmak” demek, içine yaratıcılık katmadan, kendinden söz açmak anlamına gelmez. Kişi çevreyi gözler, çoğu zaman ayırdında olmadan zihnine görüntüler, sesler, imgeler, yüzler kazınır. Farkında olmadığımız onca ayrıntı kişiliğimizi oluşturduğu gibi, yazarlığa da yön verir. -Aşk evliliği yapmış, ardından şiddete maruz kalmış Margaret, belki bu kez şefkatle sığınmıştır John’a. Romana buradan koyulmasından daha haklı gerekçe olur mu?- Kişinin yaşamöyküsü yazmasından farkı nedir peki romancılığın?

5- Attila İlhan gençliğinin İzmir’inde bir roman için sokaklarda aylak dolaşırken, aradığı kadını görmüş. Pantolonlu, elinde sigarayla sahilde salınarak yürüyen, kısa saçlı kadını izlemiş bir süre. O dönemin İzmir’inde bu cesaret ilgisini çekmiş. Genç kadına vesile bulup yanaşınca, ev kadını tadında sözleri şaşkına çevirmiş İlhan’ı. Demişti ki: “O görüntüyü aklıma kazıdım. Sonra, bir akşam misafirliğinde evli barklı, silik, hatta bayağı sıradan başka bir kadınla tanıştım. Baş başa kalıp söyleşince, nasıl arzu dolu, çizgi dışı dünyası olduğunu öğrendim, şaştım kaldım. Bu iki kadını aklımda birleştirdim, romanı kurdum.” Bildiğini yazmak demek yaratıcılığı askıya almak değildir. Okuru olmadık işlere inandırabilir yazar, önemli olan roman hakikatini tastamam kurabilmektir. Uydurmak, yalancılık değildir. Bir tür yalandır, ancak herkesin baştan razı olduğu koşulları olması gerekir. Okur, romancının ona önerdiği evrene ikna olmaya bir boyutuyla hazırdır. -Bir boyutuyla hazır olması riski de getirir. Bir yandan da tam tersi demektir. Yani? Eğer beceriksizce ortaya saçılan sözcüklerle okuru tavlamaya kalkarsa yazar, okur hemen samimiyetsizliği sezer.

6- Konu konuyu açıyor. Erdemol’da öyle yapmış. İnsanlar neden “deneme” türüne mesafeli anlamam. Oysa kolaydan zengin kültür olanağı sunar bize denemeler. Her zaman bilgi peşine düşmek gerekmez, okumayı öğrenmeye indirgemek zaaftır. İyi okur, dilin doğurduğu lezzeti önemser. Kişi ne yazarsa yazsın, eğer dil lezzetinden yoksunsa okura fayda sağlayamaz. -Fayda sorunu üstüne uzunca konuşmak gerekir. Ansiklopedik bilgiye artık kolay ulaşıyoruz. O halde bu görsel bombardıman çağında, salt okumaya özgü, biricik lezzeti taşıyan metinlere gereksinim var. Baştan sona, sinemasal bir öykünün cazibesi neden olsun ki? Onu beyazperde de izlemek mümkün. Ama şiirin gücünü, imgenin düşünceye kattığını ancak dille bulabiliriz.-

7- Erdemol: “Hakkını teslim edelim, 1450-1515 yılları arasında yaşamış Aldus Manutius adlı Venedikli bir matbaacıya çok şey borçluyuz. İtalik harfleri bulmakla kalmadı, noktayı virgülü de o yarattı. Satırların sonuna noktayı ilk o koydu. Virgüldeki o kuyruk gibi çıkıntıyı ekleyen de odur. Bu adam için, ‘Yazıyı yazı haline sokan kişidir’ derler.” Tartışmaya yeni pencere açıyor. -Sahi bu tartışma kimle kim arasında ki? En verimli tartışmaların kişinin kendi aklında, çelişen fikirler arasında sürdüğünü söylemeliyim. Böylece yaratıcılık gelişir. Erdemol’un vurguladığı “yazıyı yazı yapan adam”ı niye hiç merak etmemişim acaba? Oysa eğer bu olanaklara sahip olmasam ne düşünebileceğim, ne varlığımı anlamlı kılacağım. Yazar, bir iletiyi aktarmaktan önce, huzursuz, kanayan zihnini tedavi etmek için katlanır/ girişir bu işe.-