Kışkırtıcı bir kara komedi

Güncel sanat yergisi 'Kare' (The Square) adlı filmin gösterimine başlandı.

Sungu Çapan



İsveç’te adı sık sık “güvenin ve iyilik etmeyle yardımseverliğin buluştuğu bir tapınak- sığınak” olarak anılan, saygın bir çağdaş modern sanat müzesinde açılacak olan Arjantinli bir sanatçının hümanizm üstüne Kare adlı bir enstalasyon sergisi ve tanıtımı için kolları sıvamış, kibirli, kendini beğenmiş küratörü Christian (Claes Bang), ayırıcılığına soyunduğu bir sokak kavgasında cüzdanıyla cep telefonunu yankesicilere kaptırıp (cin fikirli yardımcısının yönlendirmesiyle de) gariban göçmenlerle (yani ‘öteki’lerle) dolu bir bölgedeki yaşayanlardan tüm şüphelendiklerine ırkçı, önyargılı bir tehdit mektubu yazma eylemine girişince görün bakın, (çoğunlukla kendini iyi hissetmek için iyilik yapan) Christian’ın başına neler gelir.. 3 yıl önce, kış ve kayak turizmi yapılan İsviçre Alpleri’ndeki sürekli çığ tehdidinin yaşandığı, 5 yıldızlık lüks bir otelde tatil yapan, iletişimi kopuk bir çifte ilişkin çektiği o ilginç “Force Majeure-Turist” filmiyle tanıyıp beğendiğimiz İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un senaryosunu yazıp yönettiği ve Cannes’dan Altın Palmiye ödülüyle dönüp İsveç’in Oscar adayı da olan yeni filmi “The Square-Kare”, refah toplumu İsveç’teki sınıfsal ayrımlara şöyle bir değinip durum tahlilleri yaparak günümüz sanat âlemine mizahi bakışlar atan, provokatif bir kara komedi denemesi. Önyargılı Batılıyla da, peşin hükümlü Doğuluyla da dalgasını geçip ırkçı yaklaşımları, sosyal adaletsizliği eleştiren, vicdani bir hesaplaşma filmi, kışkırtıcı ve eğlenceli bir hiciv, keskin bir üst orta sınıf eleştirisi ya da seçkin kaymak tabaka yergisi. Son yıllardaki artan göçmen dalgası karşısında yeterli vicdani sorumluluk almaktansa ikiyüzlülüğü yeğleyen Avrupalı teşhirinden günün sorunlarına sırt çevirip dünyada olan bitenle ilgisiz, (aynalı, neonlu, yerlere dökülmüş çakıl yığınları gibi) uyduruk sanat işlerinin sergilendiği müze ve galerilerle dolu sanat dünyasına, evrensel ifade özgürlüğünün sınırlarından yoğun bireysel gösteriş ve ilgi bağımlılığına, bastırılmış içgüdülerin şiddet patlamasına dönüşmesinden sosyal medyada yer alıp gündem oluşturma histerisine, İsveç’in en zayıf azınlık grubu dilencilerden sanatla pazarlama ilişkilerini tartışmalıyız deyip ne pahasına olursa olsun medyada gündem oluşturmayı hedefleyen, sansasyon peşinde, küçük bir kız çocuğunun ‘patlatıldığı’, şiddet ağırlıklı bir videoyla tanıtım kampanyası yapan genç tanıtımcılara ve en önemlisi her göçmenin mutlaka kapağı Avrupa’ya atmak istemesine kadar daldan dala atlayıp sorundan soruna geçerek şık skeçler halinde ama biraz dağınık bir yapıda kurup oluşturduğu “Kare”de daha yolun başındaki iyi niyetli yönetmen Östlund bunca sorunu 2 saat 40 dakikalık uzunca bir bohçaya tıkayarak biraz günah çıkarıyor gibi geldi bana. Seyirciyi yeterince aydınlatmaktansa snopça zorlamayı seçen, Bunuel ustanın “Lanetleyici Melek”le “Burjuvazinin Gizli Çekiciliği” gibi başyapıtlarından da oldukça etkilenmişe benzeyen Ruben Östlund’un bundan böyle kuşkusuz izlenmesi gereken önemli bir ‘auteur’ yönetmen, hatta İsveç sinemasının yeni bir Roy Andersson’u olabileceğini de düşündürten “Kare” finaldeki o unutulmaz üstü çıplak, şiddete meyilli maymun adam Oleg kompozisyonuyla (fiziğiyle hafiften Arnold Schwarzenegger’i andıran Terry Notary öteki oyunculardan resmen rol çalıyor) iz bıraktığı, Oleg’in sonunda zincirlerinden boşanıp kadınlara sulandığı ve seçkin şık hanımlarca, smokinli beyefendilerce izlenen o vahşi ve ürkütücü özel performans sekansıyla belleğimde yer etti, bu sekans her ne kadar pek açıklığa kavuşturulmamış olsa da. Danimarkalı oyuncu Claes Bang’ın iyi niyetli ama hep rol kesen, bencil ‘erkek’ küratör Christian’ı canlandırdığı filmde son yılların “Mad Men”, “The Handmaid’s Tale” gibi bazı başarılı Amerikan dizilerinden aşina Elisabeth Moss da röportaj yapıp ateşli bir gecelik aşk yaşadığı Christian’ı bozum eden Amerikalı gazeteci Anne’ı oynuyor. Kameraman Fredrik Wenzel’in birinci sınıf görüntüleriyle bezenmiş film baştan sona. Christian’ın merdivenlerden aşağı ittiği göçmen çocuk, habire birbirleriyle didişirken, asıl yetişkinler potansiyel tehlike saptaması yapan 2 küçük kızı ya da toplantı sırasında sürekli sanatçıya sövüp sayan, arsız izleyici gibi yan karakterleri de akılda kalıyor, sanat dünyasını arka planına yerleştirip alaycı, kışkırtıcı, saldırgan bir üslupla ikiyüzlülüğü ve vicdani sorumluluğu sorgulayan, Altın Palmiye’li bu sıradışı filmden