Kıskanıyorum öyleyse varım!
İşin aslı iktidar kurma çabası...
Elçin Poyrazlarİngiliz şair, oyun yazarı Shakespeare, Othello trajedisinde kıskançlığı “yeşil gözlü canavar” olarak betimler. “Etiyle beslendiği avıyla oynayan canavara” teslim olan komutan Othello, karısı Desdemona’yı dedikodulara inanarak öldürür ve sonrasında intihar eder. Yeşil gözlü canavar gönüllü olarak buyur edildiği kalpleri parçalar önce.
Kıskançlığın pek çok aşaması var. Ailede kardeşler arasında başlayan, çocukluk arkadaşlığı dönemine yayılan, okuldaki rekabete uzanan, yetişkinlikte romantik ilişkileri ve profesyonel hayatı kapsayan bir duygu bozukluğu.
“Aşkta kıskanmak gerekir” klişesinin yaygınlığını ve oradan doğan kötülüğü yüzlerce yıldır edebi eserlerde, bilimsel makalelerde ve güncel haberlerde okuyoruz.
Eşi kıskanmak ona duyulan sevginin büyüklüğünü değil, bizdeki kaybetme korkusunu ve oradan doğan güvensizliği temsil eder esasında.
Uzmanların Othello Sendromu olarak adlandırdığı patolojik kıskançlık kişide saplantılı düşüncelere neden olabilir. Birlikte olduğu kişiyi herkesten kıskanma, gerçek dışı hayaller kurup inanma, aşırı saldırganlık ve hatta şiddete başvurma bu ciddi sorunun belirtilerinden. Üstelik ülkede kadın cinayetleri vakalarında da sıklıkla karşılaştığımız bir durum.
SÜREKLİ BİR KIYASLAMA HALİ
“Kıskanıyorum çünkü seviyorum” önermesiyle eşini, sevgilisini, çocuğunu ya da yakınlarını kontrol altında tutma, üstlerinde hâkimiyet kurma, yönetme ve manipüle etme hakkını kendinde görmek demek bu. Yani bir tür iktidar kurma çabası.
Bir de duygusal bağları bulunmayan insanlara yönelik kıskançlık meselesi var. “Bende yoksa başkasında da olmasın”, “Neden onun var, benim yok?” duygusu.
Gıpta ya da imrenmenin çok ötesine geçen, başkalarının maddi ya da manevi anlamda sahip olduklarının üzerinden kendini tanımlama ve olumsuz tutum alma.
Haset ya da çekememezlik denilen bu duygu durumu başka bir insanın elindeki zengin lik, şöhret, statü, mevki, beceri gibi edinilmiş kazanımlar ya da güzellik, sağlık gibi iyi hallerinden dolayı aşırı rahatsızlık duymak ve o kişinin içinde bulunduğu konumdan “düşmesini” istemek aslında.
Kişi kendisini sürekli hasedinin öznesi olan diğer kişiyle kıyaslar. “Onun araba markası şu, aldıkları ev şu kadar, gittikleri tatil şöyle, saçı, giysileri, takıları böyle, işleri çok iyi, başarılı, itibarlı” türünden düşüncelerle sürekli karşı tarafın hayatına odaklandığı, kişinin kendisini giderek eksik ve değersiz hissettiği bir girdap.
Bu girdap, haset sahibini bir süre sonra nefret ve kin duygusuna taşır. Eskiden imrendiği kişiden artık neden nefret ettiğini dahi anlamayabilir. Maskelemeye çalıştığı haset üstünden ilişkilerini ve davranışlarını dönüştürerek kendi varoluşunu sorgular. Mahrum kalmış olma duygusu bu kıyaslarla o kadar büyür ki, derin bir mutsuzluk kaçınılmaz olur.
HAYATININ KAHRAMANI OL
Uzmanlar bunun ruhsal bir bozukluk olmadığını ancak genellikle narsistik kişilik yapısının önemli özelliklerinden biri olduğunu söylüyor. Başka birisinin yaşadığı iyi konumu takdir edebilmek, başkasının mutluluğundan memnuniyet duymak bir erdem. Ama bu durumda kişi kıskandıkça, öfkelendikçe, kin duydukça var olduğu, hayatının anlamını bulduğu yanılsamasına düşer.
Kıskançlık ya da haset gibi olumsuz duyguların ana meselesi aslında başkaları değil kişinin kendisidir. Kıskanan son tahlilde kendi hayatını, iyiliğini, kafa rahatlığını ve tatminini merkeze koyar. Paradoksal olarak yine de “yeşil gözlü canavara” etini eliyle teslim eder.
O canavar içini yavaş yavaş kemirdikçe içinde hissettiği eksiklik ve boşluk da derinleşir. Belki de kendi hayatının baş kahramanı olabilmek, o canavarı, kalbin kapısını çaldığı anda öldürmek ve dipsiz bir kuyuya atmakla başlar?