Kirli Ergene’nin temiz insanları
Ergene Havzası’ndaki Edirne Uzunköprü’de yıllarca çeltik, buğday ve ayçiçeği yetiştirerek 3 çocuk büyüten Bakiye ve İlkay Gürsoy çifti artık çeltik yetiştirmiyor. Nedenini “Ergene Nehri’nin toprağımızı zehirlemesi.
Vedat ARIKÇeltik ve ayçiçeği tarları arasında simsiyah uzanan 283 kilometrelik Ergene Nehri, suladığı toprakları ve ondan beslenen hayatı yok ediyor. 1 milyondan fazla insanın yaşadığı Ergene havzasındaki 2 bin 600 sanayi tesisi, kimyasal atıklarını Istranca Dağları’ndan doğup Ege Denizi’ne akan Ergene’ye döküyor. Bilim insanları ve bölge halkı kanser vakalarındaki artışın, atık maddelerin kirlettiği nehirden kaynaklandığını ileri sürüyor. Ergene’nin yarattığı tahribatı, nehri kurtarmak için mücadele edenlerle konuştuk.
‘İçimiz el vermedi’
Adını, Osmanlı padişahlarından II. Murat’ın Mimar Muslihiddin’e yaptırdığı 1392 metrelik taş köprüden alan Yunanistan sınırındaki Uzunköprü ilçesindeyiz. Bahçesinde yetiştirdiği ürünleri pazarda satan Bakiye Gürsoy ile buluşuyoruz. Güleç yüzü, masmavi gözleri ve çabuk parlamasıyla tipik bir Trakya insanı. 53 yaşındaki Bakiye Hanım bir aktivist, çevre eylemlerine katılıyor, kirliliği anlatan belgesel filmlerde rol alıyor. 35 yıllık eşi İlkay Gürsoy’la Ergene havzasını kurtarmak için mücadele ediyor. Topraktan koparsa öleceğini düşünüyor. “Ankara’da kızımın yanında 6 ay kaldım 10 kilo alıp geri döndüm” diyor. Çeltik, buğday ve ayçiçeği yetiştirerek 3 çocuk büyüten Gürsoy çifti artık çeltik yetiştirmiyor. Nedenini sorduğumda “Önce toplu balık ölümleri yaşandı, ardından kurbağalar yok oldu, çiftlik hayvanları da hastalanmaya ve ölmeye başlayınca durumun ciddiyetini anladık. Ergene Nehri toprağımızı zehirliyor, insanlara zehirli ürün satmaya içimiz el vermedi” diye cevaplıyorlar. İlkay Bey sadece toprağın değil ekilen tohumların da sağlıklı olmadığını belirtip yerli tohumun yok edilip ithal tohumun dayatıldığını söylüyor. Bakiye Hanım’ın pazardaki işi bitince Uzunköprü’ye 6 kilometre uzaklıktaki evine Çiftlikköy’e geçiyoruz. 50 hanelik köyde yalnızca 90 kişi yaşıyor. Kirlilik yüzünden hayvancılık bitip çeltik üretimi de azalınca diğer köyler gibi Çiftlikköy de göç vermeye başlamış, köyün gençleri Ergene’yi kirleten Çorlu ve Lüleburgaz’daki fabrikalarda çalışmak için köyden ayrılmışlar.
‘Toprağa ne verirsek’
Gürsoy çifti çeltik üretmeyi bırakınca köydeki diğer arazilerini işlemeye başlamışlar. “Maviş’in Bahçesi” adını verdikleri arazide elma, armut, erik, ayva ve nar ağaçları ile sebze bahçeleri ve küçük bir ayçiçeği tarlası var. İlkay Bey, meyve ve sebze tohumlarıyla fidanların dededen kalma yerli tohum olduğunu gururla söyleyip çekirdekten nasıl fide alınacağını anlatıyor. Beraber meyve topluyoruz. Ayçiçeği tarlasında fotoğraflarını çekerken Bakiye Hanım “Toprağa ne verirsek o bize bin katını veriyor” diyor. Buradan elde ettiği ürünleri pazarda satarak haftada 150-200 TL kazanan Bakiye hanım, kendisinin değil de eşinin emekli olmasına hayıflanıp ataerkil sisteme ufak bir küfür sallıyor.
Hatıralarda kaldı
Çeltik tarlalarının arasından geçip nehir kıyısına ulaşıyoruz. Simsiyah akan nehrin kenarında atıklarını nehre bırakan küçük bir yağ fabrikası var. Hasat zamanı olmadığı için fabrika kapalı. Nehrin her iki yakasında da tarlaları sulamak için kurulan su motorları duruyor. İlkay Bey nehrin kenarlarında kalan tek tük söğüt ve karakavak ağaçlarını gösterip “Eskiden nehir boyunca bu ağaçlardan vardı daha fazla su alsın diye nehri genişlettiler, ulaşımı kolaylaştırmak için köprüler yaptılar, o sırada da güzelim ağaçları yok ettiler” diyor. Kirliliğin genişlemeyle arttığını aktaran İlkay Bey, tohum koruyan ot olarak nitelediği su papatyası ve bir tür yonca olan kalabak otunun da kirlilik yüzünden yok olmasıyla çeltikte ilaç kullanımının arttığını ve verimin düştüğünü aktarıyor. Küçük bir ahlat ağacının gölgesinde dinlenip bir zamanlar balık tuttuğu nehre ve çeltik ektiği ovaya bakıp kanserden ölen dostlarını anarken “Eski Ergene artık hatıralarda kaldı” diyor.
-Ergene’de çeltik, buğday ve ayçiçeği yetiştirerek 3 çocuk büyüten Gürsoy çifti artık çeltik yetiştirmiyor. Nedenini sorduğumuzda “Nehir toprağımızı zehirliyor, insanlara zehirli ürün satmaya içimiz el vermedi” diyorlar...
-283 km’lik simsiyah akan Ergene Nehri, geçtiği her metreyi, doğayı, insanı, hayvanı ve toprağı zehirliyor. Nehri ve hayatı kurtarmak için mücadele edenler, “Önce balıklar gitti, ardından kurbağalar ve çiftlik hayvanları... Kanser vakalarındaki artışın da tek nedeni Ergene” diyor.
Trakya'da Karslı çoban
Köye dönüş yolunda hayvanlarını otlatan Savaş’la karşılaşıyoruz. 3 yıl önce Çiftlikköy’e yerleşen Karslı Savaş bölgede mera hayvancılığı yapan tek kişi. Hayvancılık yapmadan önce İstanbul’da boyacılık yapıyormuş. Akrabalarının önerisiyle birkaç inek alıp köye yerleşmiş. 3 çocuğu var. Süt satarak geçimini sağlıyor. Köpekleri, kazları ve güvercinleriyle mutlu olduğunu anlatıyor. Gözü gibi baktığı hayvanlarını nehirden uzak tutmaya çalışıyor. Güneş yerini bulutlara bırakmaya başlıyor. Gürsoy çiftiyle vedalaşıp şoförümüz Temel abiyle İstanbul’a doğru yola çıkarken İlkay bey “Ağaçlar gittiğinden beri yağmur da buralara uğramaz oldu” diyerek arkamızdan sesleniyor.
Kanserin birinci nedeni
Bilim insanları ve bölge halkı sudaki ağır metallerin sağlığa zararlı olduğunu, kanser vakalarındaki artışın, atık maddelerin kirlettiği nehirden kaynaklandığını ileri sürüyor. Trakya Üniversitesi eski rektörü ve üroloji uzmanı Prof. Dr. Osman İnci, 27 Nisan 2018’de Cumhuriyet muhabiri Sibel Bahçetepe’ye verdiği söyleşide “sanayi kanalizasyonu” diye tanımladığı Ergene Nehri’nin 4. derece kirli su olduğunu aktarmış, bu durumun 25 yıldır DSİ kayıtlarında da var olduğunu belirtmişti. İnci, ekibi ile birlikte 2011-13 yıllarında Trakya’da insanlarda ağır metal birikimi ve kanser araştırmaları yaptıklarını, bunun korkunç gerçeği ortaya çıkardığını da dile getirmişti.