Kırklareli Valisi'nin Cevherleri...
cumhuriyet.com.trDP iktidara geldiğinde (1950), “DP derhal CHP’yi kapatıp İsmet Paşa’yı da siyaset dışı bir köşeye koymalıydı” demiş. Yaşına göre, bu, henüz doğmadığı ya da bebeklik çağında emeklediği bir döneme ait dâhiyane bir tespit ve öneri değil mi?
Kırklareli Valisi, bir toplantıda, siyasal yaşama ve ulusal kültüre ilişkin yüksek fikirlerini(!) açıklamış. Toplantı öyle kahvehane sohbeti gibi bir şey değil, Fethullah adıyla bilinen vaiz efendinin onur başkanı olduğu bir kuruluşun yüksek düzeyde ilim(!) toplantısı. Katılımcılar da herhalde yüksek bilim dünyasının seçkin elemanları olmalı! Vali beyin yüksek düzeyde “mütalatını” itirazsız dinlediklerine göre, bu kalitenin var olduğu anlaşılıyor. Vali paşanın öğrenim düzeyi belli değil.
Acaba birçok meslektaşları gibi “mülkiye menşeli” mi? Bilmiyorum. Ama yaşı hakkında bir tahminde bulunabilirim: Halen devlet memuru olarak faal görevde bulunduğuna göre, yaşı emeklilik yaşından aşağı olacak; yani henüz 65 yaşına varmış değil! Yaş konusunda tahmin yürütmemin sebebi şu: Kendisi, DP iktidara geldiğinde (1950), “DP derhal CHP’yi kapatıp İsmet Paşa’yı da siyaset dışı bir köşeye koymalıydı” demiş. Yaşına göre, bu, henüz doğmadığı ya da bebeklik çağında emeklediği bir döneme ait dâhiyane bir tespit ve öneri değil mi?
Dâhiyane ‘teori ve öneriler’
O döneme ait somut bir bilgisi olamayacağına göre, bu çözümü “hatiften gelen seslere ve ilhamlara göre” imal ediyor herhalde. O zamanki güç dengelerini, kimin gücünün kimi siyaset alanının dışına itebileceğini; bu konuda “rafa koymayı önerdiği” İsmet Paşa’nın dirayetli tutumu ve direncinin geçiş döneminin sıkıntılarını nasıl önlediğini bilmesine imkân yok.
Sonra sıradan bir şeyler okuyup kendine göre dâhiyane “teori ve öneriler” geliştirmiş anlaşılan. Alın size elektriksiz köye, kamyonun şoför mahalline oturup buzdolabı tevziatı hizmetine katılan “zamane valisi” gibi bir Cumhuriyet valisi örneği daha. Trakya’daki makamından kalkıp Abant’a gelerek bu cevherlerini yumurtlama zahmetine katlanmış. Ne fedakârlık!
Bayat bir iddia
Cumhuriyetle kavgası olan başkaları gibi, vali beyin de bir derdi daha var: Yazı dili olarak Latin harflerinin kabulüne “bozuluyor!” 1920’den sonra (Türkçe abecenin kabul yılı 1920 değil, 1927’dir!) bu yüzden “kültür kaynaklarımızla irtibatımız kesilmiş!” Bu çok bayat bir iddiadır. Kesilen filan bir şey yoktur aslında. Sorun Arap alfabesinin Türk hançeresinin seslerine yetmemesidir.
Başlıca nedeni de Arap abece’sinde ünlü (sesli) harfin eliften ibaret olmasıdır. Alaylı olarak, Boğaz’da Anadolufeneri’ne yanaşan vapurdaki Arap’ın, iskele levhasını “inna-tuli-finnari” diye okuduğu söylenir. Bay valinin bu konuda bilmediği başka gerçekler de var: Cumhuriyetin yazı devrimine “tu kaka” derken bunun geçmişini biliyor mu? Osmanlı döneminde Arap yazısının Türk fonetiğine uymadığı şikâyeti ile, Latin abecenin kabulünü acaba kim ya da kimler önermiş? Bunu değerli tarihçi, mülkiyeli Prof. İlber Ortaylı’ya sorsaydı kolayca öğrenirdi.
Ama zahmet etmesin, ben aziz dostum İlber’in mefruz izni ile yanıtlayayım: Bu konunun başlıca şikâyetçisi ve takipçisi (toplantıdaki bir kısım cühelanın hayranı oldukları) Osmanlı padişahı, Kızıl Sultan Abdülhamit Han’dır! 19. yy’ın ikinci yarısında bu fikri benimseyen epeyce Türk aydını vardır. (Dedemin kitaplığında, o zamana ait Latin harfleri veya Alman gotik harfleri kullanılarak Türkçe yazılmış Nasrettin Hoca fıkra kitapları olduğunu anımsıyorum) Aynı sıkıntıyı gidermek için “Enveri Yazısı” diye bir girişim de olmuştur (Bu yazı ile yazılmış, Ayazağa’da bir kitabe vardı; acaba duruyor mu?).
Bir örnek daha vereyim: Benim çalışma yerimde, sevgili hocam Tarık Tunaya’nın bana armağan ettiği, büyük boyda fotografı çekilmiş “Tanzimat Islahat Fermanı”nın metnini içeren bir levha asılı idi. İlk ve ortaöğrenimlerini “eski yazı” zamanında tamamlamış yaşlı iki yakınım (biri mülkiyeli idareci, diğere y. mühendis) bu levhayı kem küm zorlukla okuyup seslendirdiler. Buna karşılık tarih uzmanı Mehmet Genç ile, Osmanlı tarihi üzerinde çalışan genç İngiliz tarihçi Bn. Elizabeth, metni gazetede okur gibi seslendirdiler; sözcüklerin hepsinin hakkını ve vurgusunu vererek okudular! Bu gözlem şunu anlatıyor: Eski metinlerin kültür değeri varsa, “irtibatımız” filan “kesilmez.” Bu vesile ile bay valiye bir örnek daha vereyim: YÖK heyulası üniversite rejimi üzerine çökmeden önce, üniversite hukuk doçenti sıfatının kazanılması için yapılan kolokyumun bir aşaması da eski harflerle yazılmış hukuk metinlerini okumaktı. Bırakın Arap harflerini, vali beye Türk abecesine çevrilmiş ünlü Mecelle’yi “okuyup anlat” desem kaç maddeyi tam ve doğru olarak seslendirip anlatabilir? Hazretin bir de İngiltere’ye seyahat anısı var: Orada 1684’te yayımlanmış bir kilise bildirisini görmüşler; “gürbüz” İngilizceleri ile kolayca okuyup anlamışlar.
İngiliz de okuyup anlayamaz
Ne kültür değil mi? Yalnız burada biraz duralım: O eski metinleri özel uzmanlığı olmayan, üniversite çıkışlı ortalama İngiliz de okuyup anlayamaz. Çünkü yarıya yakın sözcükleri İngilizce değil, Latincedir (Başka örnekler görmek istiyorsa, tarih meraklısı olduğu anlaşılan vali bey, İngiltere’nin büyük hukuk tarihçisi Prof. Maitland’ın “The Constitional History of England” adlı yapıtına bakabilir; orada bu türden çok örnek vardır; o mükemmel İngilizcesi için bunları okuyarak yararlı bir temrin yapmış olur!)