Kirazınızı nasıl alırdınız?

Kiraz tüccarının (aracının) beğeneceği büyüklükteki kirazın ölçüsünü göz kararı anlayabilmek için, birkaç gün köy meydanında satış yapmam yeterli oluyor.

Oya Ayman

Kirazları hangi sepete atmam gerektiği konusunda kararsızım... Meyvelerin ağırlığından eğilmiş dallardan sarkan kirazın çoğu, birkaç gün önce aniden bastıran dolu ve sağanak yağış yüzünden yarılmış. Yarık kirazları ayırmak kolay ama geriye kalanlar arasından da eleme yapmak gerekiyor.

Sabahın altısından beri, kiraz konusunda deneyimli arkadaşlarımın başının etini yiyorum, bu da mı olmaz? Aldığım cevaplar hep aynı: Benekleri var, bunu almazlar. Bu daha gök, olmaz. I-ıh; küçük bu... Arada bir tüccara satacağımız sepeti kontrol eden Hazal, yanlışlıkla atılmış küçük bir kirazı fark ederek uyarıyor: "Arkadaşlar daha dikkatli olun, bu küçükler yüzünden tüccar fiyat kırıyor! Çok olgunları da koymayın. Tezgâha çıkana kadar çürür diye almıyorlar. ” Küçük dedikleri kirazla büyükler arasındaki milimetrik fark, isyan etmeme neden oluyor: Yok artık! O da kiraz bu da; tadında bir fark yok ki! Ama deneyimli kirazcılar ısrarlı: Sen bilmezsin, diyorlar. Tüccar o farkı hemen anlar. Ya da fiyat kırmak için bahane ederler.

Atmaya kıyamadıklarımı mideye indirdikten sonra kirazları deneyimli arkadaşlarımdan Pelin ile arabaya yüklüyoruz. Güneş altında çalışmanın işkenceye dönüştüğü saatlere kadar altı kişi, seçe seçe ancak üç kasa kiraz toplayabilmişiz. Ama bir kasasını rüzgâr yemiş, bereli, küçük, gök (ham) ya da çok olgun olduğu için yemelik ayırıyoruz. Diğer iki kasayla birkaç kilometre uzaktaki köy meydanına doğru yola koyuluyoruz.

32 kilo kirazdan kazancımız 77 lira

Küçük Menderes Ovası’na nazır Bozdağlar’da kurulu İzmir’in Dernekli Köyü’nün meydanı tepeleme kiraz kasalarıyla, civardan gelen çiftçiler ve alıcılarla dolu. Kasaları arabanın yanına indirir indirmez bir tüccar beliriyor yanımızda. İki kasadan birini gösterip memnuniyetsizce ”inceli bunlar” diyor. Haydaa! İnceli de ne demek? Bereli, gök, yaralı, fazla olgun, küçük derken bir de inceli mi ayıracaktık? Diğer kasaya dönüyor. Kaç para istediğimizi soruyor. Pelin’e bakıyorum, ”Ne verirsin?” diyor. Tüccar, biraz daha büyük kirazların kilosuna 3,5 lira, diğerlerine 2 lira veriyor. Sonra da ekliyor: ”Bir daha böyle inceli getirmeyin, satamazsınız. Ben dönmeyin diye aldım.”

Özene bezene, saaatlerce seçerek topladığımız cillop kirazlarımıza yapılan muamele canımızı sıkıyor. Kirazımıza kötü demesi yetmiyormuş gibi verdiği fiyat için teşekkür etmemizi bekliyor. Sağolasın, diyoruz. Kirazları tartmak üzere kendi kasalarına boşaltırken, araya kaçmış bir-iki tane bereli kirazı gösterip azarlıyor: "Abla bunlar bereliymiş. Bilseydim almazdım. Ama döktük artık. Off! Bunları ayır da gel bir daha...” Bir yandan kirazları ayırıp atıyor, diğer yandan da söyleniyor: "Biz burada inceleri ayırmazsak fabrikadaki elekte düşer bunlar. O zaman biz zarar ederiz.” O zaman anlıyorum, "inceli”, küçük demek. Kirazı standart boyda isteyen zihniyeti anlamakta zorlanıyorum. Çünkü biliyorum küçüğü de, berelisi de aynı lezzette. Seçtiğimizi sandığımız kirazların bir kısmını atıyor ve kazancımızı elimize tutuşturuyor: 32 kilo kiraz için 77 lira...

Canımız sıkkın, kazandığımız paranın iki lirasıyla çay içmek üzere meydandaki kahveye doğru yürürken köylümüz Volkan geliyor yanımıza. Halimizden anlamış olmalı, "Abla bu yıl çok ucuza gidiyor kiraz” diyor, ardından da ekliyor: ”Bugüne kadar ovadaki kiraz önce olur, o satılır biter, sonra tüccar bizim dağdaki kirazı almaya gelirdi. Ama bu yıl havalar bir tuhaf; ovadaki kirazla dağdaki kiraz aynı anda oldu. Çok kiraz var. O yüzden geçen yıl 5-6 liraya sattığımız kiraz bu yıl 2-4 liraya gidiyor.”

Pelin ile köye dönerken, aracıların elinde fiyatların nasıl arttığından konuşuyoruz. İstanbul’da kirazın kilosunun 15-16 lira olduğunu söylüyor. Akşam sofrada bir araya geldiğimizde İsveçli arkadaşımız Raya, ülkesinde pahalı olduğu için kiraz alamadıklarınıdan söz ediyor. Manisa ve İzmir bölgesinden ihraç edilmek üzere alınan kirazların İsveç’te 10 euro’dan satıldığını öğreniyoruz.

Moralimiz iyice bozuluyor ama çoğu yaralı olsa da, hâlâ seçilip toplanabilecek yüzlerce kilo kirazımız var. Ertesi sabah yine güneş yükselene kadar küçükleri iyice eleyerek en dolgunlardan bir kasa yapıyoruz, Ozan ile soluğu köy meydanında alıyoruz. Kocaman kirazlarımıza iyi fiyat vereceklerinden emin, kasaları indiriyoruz. Köyün kahvecisi Mehmet, yanında bir tüccarla geliyor ve”Ablanın kirazına ne verirsin?” diyor. Adam müşkülpesent bir ifadeyle kasayı karıştırıyor. ”2 lira buna, bunlara da 1,5 olur” diyor. Şaşkınlıkla kahveci Mehmet’e bakıyorum. ”Abla daha yükseğe satamazsın” diyor. Çaresiz kasaları götürüyoruz tartıya.

İkinci gün 50 liralık satış yapabiliyoruz. Onu verirken bile tüccar şikayet ediyor: ”Bu küçükleri de sizin hatırınıza aldım. Zarar edeceğiz artık ne yapalım?” Azarlanmış halde oradan ayırılırken, kiraz pazarından değil de, arenadan döner gibiyiz. Akşam sofrada, kirazlarımızı tüketiciye doğrudan nasıl ulaştırabileceğimizi konuşuyoruz. Pelin köylüler için en iyi yolun kooperatif kurarak kirazı doğrudan fabrikaya satmak olduğunu söylüyor. Biz ise gelecek yıl Marmariç’te, herkesin kirazı ağaçtan toplayıp alabileceği bir festival yapmayı planlıyoruz.

Sonraki birkaç gün, belki fiyat yükselir umuduyla götürdüğümüz kirazlara verilen fiyat 80 kuruşa kadar düşüyor. Ve kiraz satmaktan vazgeçiyoruz. Kalanlarla reçel ve likör, hatta kiraz pekmezi yapıyoruz.