Kim kazanıyor, kim kaybediyor ?
Günümüzde en önemli şey para; sermaye için her şey mübâh. Yüksek kârlar için insanlar eziliyor, sömürülüyor ve hatta ölüme gidiyor. Madenden çıkamayan işçiler, ömürleri budanan kot taşlama işçileri, geleceklerine ve özgürlüklerine sahip çıkmak için demokratik haklarını kullananlara uygulanan şiddet, polisin sıktığı silahtan çıkan kurşunla ölüme gidenler...
Zuhal Aytolun/CumhuriyetKapitalist sistemin yarattığı bu döngüde insanı düşünen, savunan; insan odaklı hiçbir şey yok. Varsa yoksa kâr... O yüzden sermaye sahiplerine, erki elinde tutanlara sormak gerek: İnsan hayatı bu kadar ucuz, sizin kârınız bu kadar önemli mi?Gezi Parkı direnişinin üzerinden tam bir yıl geçti. Toplumsal muhalefetin patlama yaşadığı bu süreçte yalnızca Taksim'de değil, İstanbul'un her semtinde, Türkiye'nin her ilinde, hatta dünyada dahi eylemler devam etti. Artık bastırılan toplum, bir yerden patlama yaşamıştı. Rant kaygısı, talanlar, yolsuzluklar derken kapitalist sistemin yaşattıkları, artık bireyleri ve dolayısıyla toplumu harekete geçirme dönemine girdi. Genci, yaşlısı, emekçisi emeklisi sokakta hakkını arıyor. Anayasal hakkı olan ifade özgürlüğünü kullanmaya çalışıyor! Eylemler devam ederken polis şiddeti de artarak devam ediyor. Ölüm, yaralanma, gözaltı ve baskın haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Diğer yandan son dönemde herkesin yüreğini yakan Soma faciasının acısı bir isyanı daha harekete geçiriyor. Artık ortada olan önemli bir konu var: Rant odaklı sistem, kazancı maksimize etmeye odaklı yapı, kazan kazan politikası insanların canına mal oluyor; insan değersizleştiriliyor, sömürülüyor. Sistem, bağımlı bireyler yaratarak insanı ezmeyi sürdürüyor. Peki karşımızdaki nasıl bir sosyolojik manzara? Nasıl bir dönüşüm yaşanıyor? Bu, nereye evrilecek? Prof. Dr. Esin Küntay anlatıyor...
Kapitalist sistem ve onunla birlikte korkunç bir şekilde büyüyen tüketim kültürü her tarafımızı sarmış durumda. Hükümetler de bir takım neoliberal politikalar geliştiriyor, sistem işliyor. Ama işlerken de insanı sıkıştırıyor, eziyor, ağına alıyor. İnsan için nasıl bir süreç bu?
Dünya küreselleşme dalgasının etkisi altında. Yeniden yükselen bir kapitalist sistem bu: neoliberalizm.. Liberalizmin neler getirdiğini de gördük vakti zamanında. Soma'daki maden faciasını, işçilerin çalışma koşullarını, ne şekilde ve ne için çalıştıklarını gördükçe sanayi devrimi sonrasında olanları anımsıyor insan. Aşağı yukarı çok benziyor çünkü. İnsanı ezen bir sistem! Ama o 18. yy. sonuydu, biz 21. yy'dayız. Arada çok büyük bir fark olması lazım. Zaten sosyal devlet anlayışı çok zayıfladı, geri plana itildi. Artık devlet alt sınıflar adına müdahale eden devlet olmaktan çıktı. Soma faciasından sonra çok sayıda hikayeyle karşılaştık. Örneğin, işçiler “hadi” sözünden nefret ettiklerini söylüyor. Çünkü madende çalışırken en çok duydukları söz bu. O yüzden dışarıda asla duymak istemiyorlar... Sömüren yapıyı anlatan çok iyi bir örnek bu.
Burada çalışmanın dışında bir seçenek yok. İşçilerin yaşadıkları travmaya rağmen başka seçenekleri yok. Sömürü devam ediyor. İşçi, “yeniden gireceğim” diyor, “kredi borcum var. Ailem var”. Bakın, küreselleşmeyle birlikte finans sektörü yükseldi. Büyük karlar ediliyor. Ama küreselleşmeyle ilgili ortaya atılan soru da şu: “Kim kazanıyor, kim kaybediyor?” Kazananlar zaten karını maksimize etmek isteyenler. Soma madeninde anlatılanlara bir bakın... Vardiya değişimi yerin altında yapılıyor. Gelelim sanayi devrimi dönemine; o zaman da “İşçi yatağı soğumaz” denirdi. Çünkü işçi yatağından çıkıp işe gittiğinde, bir diğeri gelip yatağa yatardı. Hiç boş zaman bırakılmaz çünkü. 12-16 saat çalıştırılıyor insanlar. Şimdi bir daha bakın Soma'ya... Biz hala Soma'da kaç kişi vardı, n'oldu, bilmiyoruz. Kim imza attı, kim indi madene, kim çıktı? Bu bilgilere ulaşamadık hala.
Gezi Parkı direnişinde de ana akım medya sustu. Benzer bir süreç mi yaşanıyor?
Evet bilgi alınamadı, hala da alınamıyor. En doğal hakkımız ne olduğunu öğrenmek. Ama zaman değişti. Bu noktada 80 sonrası yükselen değerlere geri dönüyoruz işte. “Çok kazan, çok tüket” anlayışının hakimiyetindeyiz. Ünlü sosyolog Georg Simmel'in Metropol ve Zihinsel Yaşam adlı makalesinde değindiği gibi; bütün başarılar maddesel, yani parasal ölçülemediği takdirde yok sayılıyor. Her şey “KAÇA” sorusuna indirgendi. Bugün, her şey pazarda. Ne yazık ki insan da öyle. Maden işçileri de köle gibi çalıştırılıyor. Arkada koca bir kapitalist sistemi var...
Baskı bir yerden patlama yaratıyor
Gezi Parkı Direnişi'nin yıldönümündeyiz. Orada bireylerin biraraya gelerek oluşturduğu örgütsüz bir topluluk vardı. Toplumsal muhalefet, güçlü bir şekilde ortadaydı. Şehirlere yayıldı bu tepki. Soma faciası ardından da yine sürüyor eylemler. Sizce toplum nasıl bir tepki veriyor?
Taksim olaylarında, taşma noktasına gelmiş gençlerin biraraya gelerek isteklerini dillendirme durumu söz konusuydu. “Haklarımızı istiyoruz” dediler. Soma eylemleri hala sürüyor. Bu basit bir sosyolojik ifadedir: etki tepkiyi oluşturur. Fizikteki gibi... Bireysel tepkiler de haberleşme aracılığıyla toplumsal harekete/tepkiye dönüşüyor. Gençlerdeki iktidarı ele geçirme isteği değil. Taleplerini iletebilmek, kendilerini ifade edebilmek istiyorlar... Anayasal hakları yani. Baskı bir yerden patlama yaratıyor. Birikim, kendine çıkış yolu arıyor ve yolunu şu ya da bu şekilde buluyor. Gerçi bütün bu bulmalar kütleye erişemiyor henüz. Dördüncü güç medya, bir kesim için güveni yitirse de, insanları olağanüstü etkiliyor. Çok fazla kapan var. İnsanlar kapana kısılmaya devam ediyor...
Gençler apolitikliğiyle, tüketim alışkanlıklarıyla, benmerkeziyetçiliğiyle eleştirilir dururdu. Gezi'de gördük ki durum bu değil. Fitili ateşleyen gençler oldu. Orada yardımlaşma başroldeydi. Peki bu, gençlerin de farkında olmadığı bir potansiyelleri miydi?
Birarada bir toplumsal ruh oluşuyor orada. Ben merkezli yaklaşımlardan biz merkezli yaklaşımlara geçiş yaşanıyor. İnsanın insana karşı bir duygusu olmadığına inanmıyorum ben. Hayat koşulları içinde “ne yaparsan yap yüksel, ötekinin sırtına bas, berikine çelme tak” bakış açısı işlendi hep. Ama ona rağmen bence toplum bilinci var Gezi'de... Kişilerin çok doğal talepleri varken, gösterilen tepki şiddetli olduğu için öfke oluştu. Bahsettiğimiz etki tepki konusu... Ben gençlerden çok umutluyum.
İnsan ticarete konu olabilir mi?
Soma'da hayatta kalan işçiler, “Ne yapayım madene yeniden gireceğim, borcum var” diyor. Orta halli şehirlilere bakalım, onlar da “işten ayrılamam, muhtacım, kredi borcum var, ev ödüyorum” diyor. İnsan odaklı değil, rant odaklı bir sistemde yaşıyoruz. Bu ekonomik bağımlılıklar insanları nasıl boğuyor?
Statüyü belirleyen ölçüt para. Küreselleşme demek, sermayenin sınır ötesine gitmesi demek. Nereye gidiyor peki sermaye? Emeğin ucuz olduğu, rahatlıkla sömürebilecekleri yerlere... Kentsel dönüşümün sonu ne olacak bilmiyoruz ama bildiğimiz şu ki; Amerika'da 2007'de konut kredisinden patlak verdi küresel kriz. Kentsel dönüşüm diyoruz ama büyük bir rant kapısı var ortada. İnsanları şehrin dışına itseniz dahi yoksulluk mekanları üretmeyi sürdüreceksiniz. Kölecilik budur. Borçla bağlayarak tutsak edersin insanları. Sınırötesi akışkanlık bunu yapıyor: insan ticaretine yol açıyor. İnsan, ticarete konu olabilir mi? İnsan hak sahibidir. Bir yerde hakkın konusu değildir. Merak ediyorum patronlar madencileri insan olarak mı görüyor; emirlerini yerine getiren, nefes alacak bile imkan bırakılmayacak robotlar olarak mı? İşsizlik çok önemli bir konu aslında. İş sahibi olmak için her koşulu kabul etmek zorunda bırakılıyor insanlar..
Nasıl üstesinden gelmek gerek? Sizce umut da çözüm de nerede duruyor?
Sosyal hizmetlerin çok daha farklı şekilde işliyor olması gerekir. Sosyal devlet aracılığıyla yardım yapılmalı. Sadaka politikası ne kadar doyurur? Günü geçiriyoruz ama umudumuzu da yitirmemeliyiz. “İnsan sorun çözen hayvandır” sözü boşuna değil. Buna inanmak lazım. Çok üzülüp, sonra yerinde oturmamalı insan. Harekete geçmeli. Sorumlu tutulması gereken kimseler var. İnsanlar paçasını kurtardığı sürece, bir diğeri “ben de yaparım” diye düşünmeye başlıyor. Mutlaka yaptıklarının sorumluluğunu almalılar. Soma'da yaşananlar neden alın yazgısı olsun? Gezi'de yaşamını yitirenler, sakat kalanlar, kör olanlar... Ve daha bir çoğu... Aslında pek çok sorunun üstesinden insan kaynağına yatırımla gelinebilir. Türkiye'de genç nüfus çok fazla. Nüfus artırmayı özendirici provakasyonlar yapmak yerine, nüfusu planlayıcı bir yaklaşımı benimsemek gerekiyor. Bugün gerçekten işsizlik var. İş hayatında da nicelik değil nitelik aranıyor. O yüzden işin bir diğer ayağında eğitimi en öncelikli konu olarak ele almak şart!