Kim bu Afganlar? M. Sadık Aslankara’nın yazısı...

Başlangıçta doğanın, tarihin zoru yol açardı göçlere. Sonraları bu görüntü altında insanoğlunun sömürgeciliği, savaşları, şiddeti etkin oldu. Ne ki Türkiye, Osmanlıdan cumhuriyete göçün-göçmenin her türünü tanıdı, bu konuda şerbetlendi. Ama Suriyelilerin ardından sıra sıra gelen Afgan göçmenler, alabildiğine şaşırttı toplumu. İyi de kim bu Afganlar?

M. Sadık Aslankara / Cumhuriyet Kitap Eki

Göç alırken kendisi de göçler vermiş, vermeyi sürdüren, olguyla anbean yüz yüze, iç içe yaşayan, kendine özgü trajik gerçeklik halindeki göç-göçmenlik sorunsalını, olgusal boyuttan alıp soyutlaya-dönüştüre bunu ayrıca edebiyatına katmış, sanat dallarıyla ilişkilendirmiş toplum olarak başkalarının göçüne, ülkemize sığınmalarına nasıl bakıyoruz peki, hele Afgan göçmenlerden sonra?

Olgusal gerçekliğin algılanıp kavranmasında elbette bunun sanat yoluyla yansıtımı önem taşıyor. O zaman göç olgusu vurucu gerçeklik halinde önümüze geldiğinden derinden kavranıp yaşanabiliyor çünkü edebiyatın düşürdüğü ışıkla.

“GÜNÜMÜZ AFGAN ÖYKÜSÜ”

Hece Yayınları’nın, Ömer Küçükmehmetoğlu editörlüğünde, kendisi de Afgan Halide Nadirî’nin çevirdiği Günümüz Afgan Öyküsü’nü (2021) yayımlaması güzel bir çakışma oldu kanımca.

Halide, doğumlarına göre aralarında kırk beş yıl bulunan yirmi Afgan yazardan birer öykü almış seçkiye. Kimi yazarların “göçmen”, “sığınmacı” oluşu, hatta gittikleri ülkelerde yaşamlarını yitirmesi gözden kaçmıyor.

Bu arada Nadirî’nin önsözü, Küçükmehmetoğlu’nun geniş oylumlu konuya özgü sunuş metni, bunlara ekli, seçkideki yazarlardan ikisiyle yapılan söyleşi, sorunsalı daha iyi kavramamızın önünü açıyor.

Küçükmehmetoğlu, olguyu nitekim şöyle toparlıyor: “Birçoğu vatanlarından ayrılmak, gurbette yaşamak zorunda kalan Afgan yazarlar yılmadan Derîce sanat yapmaya, ülkelerinin birçok meselesini sanatla anlatmaya çalışmışlardır.” (12)

Halit Hüseyni’nin anlatıcısı, öyküde küçük Mervan’a bakın ne diyor:

“Mervan, annen (…) başka dillerde konuşan kadınların yanında. Afganlar, Somaliler, Iraklılar, Eritre ve Suriyeliler. Hepimiz sabırsızca güneşin doğuşunu bekliyoruz.” (…)

“Dua et, sahil görünene kadar Tanrı tekneye rehberlik etsin. Su dalgalarına küçük parçacıklar gibi kolayca yutulduğumuz, kaybolduğumuz zaman, doğru rehberlik etmesi için dua ediyorum çünkü sen, sen değerli bir kargosun Mervan. Şimdiye kadar denizin en değerli kargosu. Denizin bunu anlaması için dua ediyorum.” (114, 115)

Öyküler, hikâye etme geleneğinin örnekleri olarak öne çıkıyor daha çok. Ama daha modern anlatım yolları deneyen Arif Pejman, Abdulkadir Muradi, Lina Rozbeh Hayderi vb. yazarlar yok değil.

Okur geniş bir yabancılaşma algısıyla silkelenmek gereği duyuyor okudukça. Üstteki yüzey kazıldığında altta derin çaresizlik, çözümsüzlük, acı, yoksulluk-yoksunluk, güç koşullarla birleşen eğitimsizlik vb. bir trajik gerçeklik halinde apansız ortaya dökülüveriyor.

Üstelik Afgan toplumunun erkeklere göre köşeye itilmiş kesimi kadınlarla çocuklar yansıttıkları yalınlık kadar ağırlıklarıyla dikkati çekerken alabildiğine öne çıkıyor. Kişilerse uçsuz bucaksız evrende kısılmışlık duygusu yaşıyor zaten.

İşte bu kısılmışlık, Afgan insanını, sürekli çözüm arayışına, bunun için de sürekli koşuşturmaya itiyor. Olgulardan kalkarak bu insanların dünyasına yakın bakış getiren Günümüz Afgan Öyküsü, onları tanımak için de önemli bir seçki.

DÜNYA DAMLASI…

“Modern İran ve Afgan Öyküleri Antolojisi”

Günümüz Afgan Öyküsü seçkisinin yanında, çok daha önceleri yayımlanmış olan Modern İran ve Afgan Öyküleri Antolojisi (Çev. Mehmet Kanar, YKY, Üçüncü Basım, 2018) adlı yapıt da Afganları tanımanın önünü açan öyküler getiriyor.

Seçki, her ne kadar çok büyük bölümüyle İran öykücülüğüne ayrılmış görünse de yapıttaki dokuz Afgan yazarın on iki öyküsü, öteki yirmi öyküyle birlikte tam anlamıyla bütünlük yansıtıyor yine de.

Öykülerden sızan kimi mesel kimi söylen havası şaşırtmıyor insanı. Kaldı ki yazarlar, aktardıkları hikâyenin yer yer gözlemcisi olduklarını da apaçık sergiliyor zaten.

Ayrıca ülkenin hemen her yerine yayılmış olan “ahalinin göç ve kaçışı” (500) pek çok öyküde kendisine yer buluyor.

Bunlarda öykü kişileri “kapalı kapı ve duvar”la karşılaşsa da, “Nereye baksa duvar ve kapalı kapı gör(se)” de şunu eklemek gerekiyor ille; bu öykülerin tümü, potansiyel direnç yayıyor artalanlarıyla, ilginç bir örtüşme denebilir bunun için.

Her iki seçkide de yer alan Rehnevard Zeryâb’tan (Âzam Rehneverd Zeryâb) Kanar, dört öykü almış,

Nadirî’deki metinle birlikte beş öyküsünü okuyoruz ki, bu da Zeryâb’ın öykücülüğü üzerine sağlıklı bir sonuç dermemize yetiyor. Çünkü yazar, söylemek istediklerini soyutlayım, dönüştürüm eşliğinde bir anda somut olarak okura doğurtabiliyor.

Zeryâb’ın Türkçeye çevrilmiş kitabı yok, bildiğimce. Keşke bağımsız öykü kitabı da yayımlanabilse. Yazar Meryem Habib de öyküde anlamlandırmayı önemsemiş görünüyor.

Bütün Afgan yazarlar göçmenliğin, özetle, nasıl yerleşik çaresizlikten beslendiğini yansıtıyor öykülerinde. Sonuçta okur, Mehmet Kanar, seçkisi aracılığıyla da Afgan öykücülüğünü tanıma fırsatı yakalayabiliyor bir ölçüde.

ÖYKÜDENLİK…

İbrahim Tığ; “Geçek”

İbrahim Tığ, geleneksel öykücülüğümüzün ardılı olduğunu bir kez daha gösteriyor yeni öykü kitabıyla: Geçek (Artshop, 2020). Kentlilik bilinci açısından yazınsal, uzamsal anlamda âdeta alan savunması yapıp yöreden kimi belgeler eklediğini sezdirerek yerleşikliğin bu yolla gerçekleşeceğini gösteriyor.

Nitekim onun Devrek’te kurduğu gazeteyle on yedi yıldır yayımladığı Şehir dergisinin, Devrekli şair Rüştü Onur’a, yazınımızda hak ettiği yeri açmak için inatçı sabırla verdiği mücadelenin kentlilik için de ciddi örnekçeye dönüştüğü öngörülebilir.

Çünkü böylesi kültürel üretimlerin göçerliğe karşı yerleşik düzenle sağlanacağı görmezden gelinebilir mi?

İbrahim’in öykü ardıllığının yine bu kentli yerleşiklikten beslendiği öne sürülebilir. Ancak bunlarda koygun anlamsallık üretilmediği düşünülmemeli.

Yer yer deneme tadının da sızdığı metinlerde yerleşikken yaşanan yokluk kadar göç, sürgün, göçerlik-sürgünlük olgusu da geliyor.

Afgan gibi çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen, yerlerinden yurtlarından edilen “umut yolcusu” küçük insanlarla karşılaşmanın altındaki gerçek de bu. Zaten her “gurbet”, “işsiz”liktir, “sürünmek”tir (20) öykü kişisine göre.

İbrahim Tığ, yufka, içli, ama kabadayı kalemle işlediği olguları Geçek’te geleneksel yolla, içten yaklaşımla tazelenmiş ruhla paylaşıyor hep.

www.sadikaslankara.com, her perşembe öykü-roman, tiyatro, belgesel alanlarında güncellenerek sürüyor.