Kılıçdaroğlu’ndan Nâzım Hikmet sözü
Usta gazeteci ve yazar Orhan Karaveli, dostu Nâzım Hikmet’in mezarına ilişkin önemli bir projeyi ilk kez Cumhuriyet’e açıkladı.
Gamze Akdemir1960’lardan başlayarak uzun yıllar Cumhuriyet’te de pek çok yazı dizisi ve yazıları yayımlanmış usta gazeteci ve yazar Orhan Karaveli ile geçen günlerde buluştuk. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kanalından, büyük şairimiz Nâzım Hikmet’e ilişkin önemli bir gelişmeyi ilk kez Cumhuriyet’le paylaştı. Yakından tanıma ve gözlemleme olanağı bulduğu dostu Nâzım’ın yanı sıra Başbakan Adnan Menderes’i de anlattı.
- Büyük şairimiz Nâzım Hikmet ile ilgili önemli gelişmeyi okurlarımıza da duyurmanızı rica ederek başlayalım söyleşimize.
Nâzım Hikmet’in mezarına ilişkin CHP’nin cesur bir tasarısıdır. Kısa bir süre önce Kemal Kılıçdaroğlu, Nâzım Hikmet’in mezarının Moskova’dan İstanbul’a taşınmasına ilişkin bu tasarılarıyla ilgili beni aradı. “Sizin gayretlerinizi izliyorum” dedi. İktidara geldiklerinde ilk olarak Nâzım Hikmet’i Türkiye’ye getireceklerini söyledi ve “Taksim’deki Gezi Parkı’na bir anıt mezar yapacağız” dedi. Bu gerçekleştiğinde isteyen herkes Moskova’lara kadar bir takım tartışmalı davetlerle gitmeye gerek kalmadan Nâzım Hikmet’i istedikleri gibi ziyaret edebilecek. Vasiyeti aynı adlı şiirinde “Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni / ve de uyarına gelirse, / tepemde bir de çınar olursa / taş maş da istemez hani...” dizeleriyle uyumlu olarak yerine getirilmiş olacak.
- Nâzım’la nasıl tanıştınız?
Vatan’ı temsilen bir Türk heyetiyle birlikte Moskova’ya davet edilmiştik 1960 Ağustosu’nda. Fazıl Hüsnü Dağlarca, “Orhan, Nâzım’la konuşmadan geleceksen hiç gelme” dedi. Nâzım’la tanışmayı zaten kafaya koymuştum. Kongre başlarken daha Nâzım’ın yanına gittim ve “Merhaba Nâzım” dedim. “Merhaba” dedi ve dostluğumuz başladı.
GÖZLERİNDEKİ İFADE
- “Tanıdığım Nâzım Hikmet” adlı kitabınızdan da biliyorum ki onunla ilgili izlenimlerinizin hemen hepsi Nâzım’ın yüreğindeki derin vatan hasretine ilişkin.
Hem de nasıl! Gözlerindeki o ifadeyi hiç unutamam. Nâzım Hikmet’in buram buram vatan toprağının hasretiyle canı yanmıştı. Haksız yere Türkiye’de yaşaması engellenmişti. Vatan hasretinin izini şu sözlerinden de sürmek gayet mümkündür: “Orhan, Rusya’da ilk defa bir Türkten merhaba aldım. Ben vebalı mıyım ki kimse bana gelmedi. Her gün beraber olalım.” Ve hakikaten her gün beraber olduk. Orada bulunduğumuz sürece bir Gürcü lokantasına giderdik, özel bölümleri olan bir yerdi. Yakın arkadaşı Azeri Ekber Babayev, güvendiği tek kişi gibiydi. Gene böyle bir günde şiirlerini okurken Nâzım’ın yüzü dikkat çekecek denli kızardı. Sol tarafına, benim kucağıma düştü. Tabii telaşlandık. Nâzım o sırada gözlerini açarak, “Korkmayın, bana bir şey olmaz. Bu kalp manda gönündendir. Sakin olun” dedi. Hakikaten beş on dakika içinde hafifçe kalkıp oturdu ve sonra da “...Öldüğüme yanmam da, buralarda gömerler, ona yanarım” dedi.
- Nâzım Hikmet sürekli takip ediliyordu, değil mi?
Evet, bundan nefret ediyordu! Hani oluruna bırakamayacağı bir durumdu. Hatta Moskova’da, Nazım’la herhangi bir yere gidip oturduğumuzda derhal iki üç tane adam gelir, yakınımızdaki bir masada otururlardı. Nâzım’ın şu tepkisini unutamam: “Gene geldi benim köpekler!” Böyle bir Nâzım’la tanıştım ben. Hapiste yattığı yıllar boyunca da kendini kötümserliğe kaptırmamış ve en güzel bazı şiirlerini yazmıştır
- Yineleyelim: Nâzım, Türkiye’den kaçmadı, nokta!
Nâzım kaçmadı, gitti, gitmek mecburiyetinde bırakıldı. Çünkü Nâzım kaçacak biri hiç olmadı. “Ben artık komünist değilim, vazgeçtim” der, kurtulurdu. Mesela kendisini çok göklere çıkaran bir şiir yazılmıştı; “Bunları yazıyorsunuz ama ben hâlâ komünistim” demişti.
- Nâzım’la sürekli buluşmalarınızın yanı sıra göreviniz gereği bir yandan Ruslarla da temas halindeydiniz. Kritik aralıklardan birinde oradaydınız. Nasıl bir hava esiyordu?
Mesela, Dünya Barış Derneği’nin bir davetindeydik ki Nâzım da vardı; Ruslar, Türk heyettekilere açık açık “Niye Türkiye, Rusya’ya böyle davranıyor. Rusya size bağımsızlık savaşınızda çok yardım etti. Türkiye’de Atatürk öldükten sonra bizim yaptığımız hizmetler unutuldu” dedi. Kimseden ses çıkmıyor, bizim profesörler sus pus! Bir tek ben konuştum. Karşılıklı konuşmalarımızı Nâzım tercüme etti. Ben “Çünkü Stalin, Boğazlar’ın birlikte kontrolünü istedi, üç vilayetin iadesini istedi” dedim. Bunun üzerine Nâzım’a dönerek “Sen ne düşünüyorsun” diye soran Ruslara, Nâzım da “Ben de Orhan gibi düşünüyorum” yanıtını verdi. Hatta Nâzım şöyle bir espri de yaptı: “Herkes bilsin ki bir gün Rusya, o çok istediği sıcak denizlere inecek! Nasıl mı? Turizmle!” Ve dediği aynen çıktı.
ARAMIZDA BİR DE DÜŞMAN OLSUN...
- Yakın tarihin önemli bir diğer aralığında bu kez Adnan Menderes ile Amerika’da tanışıyorsunuz. Onu anlatır mısınız?
1959 yılıydı. DP iktidarda. Türkiye’de halk sokağa dökülmeye başlamıştı. Ülke, ekonomik olarak da darboğazdaydı. Menderes yardım almak için Amerika’ya gelmiş. O heyette ben de vardım. Menderes, Eisenhower’dan istediği yardımı alamadı. Buna çok kızdı, hatta Türkiye’ye dönüşünde, “Gelecek yıl Rusya’ya gidiyorum” dedi. Amerika ve NATO “Türkiye radikal bir siyaset değişikliği mi yapıyor” kaygısıyla telaşlandı. Zaten sonrasında da biz yavaş yavaş 27 Mayıs’a doğru kaydık. Elçiliğimizdeki bir toplantıda Menderes, birden bana “Yarın Eisenhower’in tahsis ettiği özel uçakla Amerika içinde bir seyahate çıkacağım. Sen de gelir misin?” dedi ve o andan itibaren çok hızlı, dolu dolu bir on beş gün yaşadık. O sırada Abdi İpekçi de oradaydı. Sonraları Menderes’e soruyorlar; “Orhan Karaveli, Vatan’da sizin aleyhinizde bir adamdı, niye onu davet ettiniz?” diye. Menderes de “Aramızda bir de düşman olsun” diyor.
- Başka kimler vardı?
Genelkurmay Başkanı, Maliye Bakanı, DP’li üç milletvekili, Basın Yayın Genel Müdürü Altemur Kılıç, üç gazete sahibi; Nadir Nadi, Haldun Simavi, Ercüment Karacan’ın yanı sıra ben ve Anadolu Ajansı’ndan Faruk Fenik vardı.
- İzlenimleriniz?
Bir kere Genelkurmay Başkanı, Menderes’i sürekli göklere çıkarıyordu. Menderes bazı ziyaretlerde bulunuyor ve konuşmaları ilgi görüyordu.
- Türkiye’ye dönüşte de bırakmıyor sizi.
O tam bir sürprizdir. Menderes, Türkiye’ye dönüşe geçecek, uğurlamaya gidenler arasındayım. Tek tek hepimizle tokalaştı. Bana gelince elimi tuttu ve “Seninle beraber gidiyoruz” demez mi! Ben şaşırarak “Sayın Başbakan ben, Vatan gazetesi adına geldim. Üstümde pasaportum, hiçbir şeyim yok. Her şeyim otelde” dedim. “Bunlar önemsiz şeyler. Beraber gidiyoruz” dedi. Gitmedim, gidemezdim! Büyükelçi, bana serzenişle “Gidecektin. Senin bu ters sözlerin onun hoşuna gidiyordu. Etrafta herkes pohpohluyordu, sen doğruları söylüyordun” dedi. Yani beni Ankara’ya götürüp herhalde hapse atmayacaktı. Halk TV’deki Gürkan Hacır’ın yorumudur: “Büyük ihtimalle seni danışman yapacaktı”. Kim bilir! Belki de o zaman felaketin gelişine ilişkin onu uyaran, ona sağlıklı bilgi veren birileri olabilirdi etrafında. Menderes hataları olan ama halkı anlayan, zarif, Aydınlı bir çiftlik ağasıydı. Aydın’ın belediye başkanı olarak Atatürk’le tanışmış, Atatürk’ün yanındakilere “Bu çocuğu mebus yapın” dediği bir insandı. Ve ne yazık ki bu adam Atatürk devrim ve ilkelerine karşı hareketlerde bulundu. Ama ben biliyorum ki Menderes’in bütün ters hareketleri Celal Bayar’dan kaynaklanmıştır. Nitekim Menderes, ihtilalden birkaç gün önce “Sayın Cumhurbaşkanı, ben istifamı vereceğim” dediğinde maalesef Celal Bayar, “Dereyi geçerken at değiştirilmez” demiş ve kendisi asılmaktan yaşından dolayı kurtulurken Menderes ipe gitmiştir.