Kiarostami'ye sigara içiren yönetmen: Shahram Mokri

!f İstanbul için Türkiye’ye gelen İranlı sinemacı Shahram Mokri ile son filmi ‘İstilâ’ hakkında konuştuk.

Emrah Kolukısa

Onun için “İran sinemasının geleceği” yorumları yapılıyor bir süredir. Bir önceki filmi “Balık ve Kedi” ile 2014’te !f İstanbul’a katılan ve Keşif Uluslararası Yarışma’yı kazanan Shahram Mokri, aynı filmle Venedik Film Festivali’nde de “Orrizonti” bölümünden Özel Ödül almıştı. Yönetmen bu kez son filmi “İstilâ” ile !f İstanbul’da ve halen devam eden Berlin Film Festivali’nin Panorama seksiyonunda izleyiciyle buluşan filmi de gösteriyor ki sadece İran sinemasının değil, muhtemelen sinemanın önümüzdeki 20 yıl içinde geleceği noktayı temsil eden isimlerden biri o. En azından biz böyle düşünüyoruz. 92 dakikalık tek bir plandan (ve bir dakikalık ikinci bir plandan) oluşan filmi “İstilâ”yı konuşmak üzere buluştuğumuz Shahram Mokri’ye ilk sorumuz da filmin bu yapısı oluyor haliyle.

- Çok zor oldu mu bu uzun ve tek plandan oluşan filmi çekmek? Kaç tekrar yaptınız mesela? 

Daha öğrencilik yıllarımda bile uzun tek plandan oluşan filmlere kafayı takmıştım ve bunu uyguladığım kısa filmler çekmiştim. Sonra “Balık ve Kedi” ile ilk kez bunu uzun metrajda denedim. Tüm bu tecrübeler beni bu konuda bir hayli yetkinleştirdi diye düşünüyorum. Önce senaryoyu yazdım ve sonra gidip çekim yapacağımız mekânı görüp inceledikten sonra o mekâna göre yeniden yazdım. Sonrasında oyuncularla uzun provalar yaptım. Bu provalar da bana zamanlama açısından senaryoda yapmam gereken değişiklikleri ve ayarlamaları gösterdi. Bu aslında tam bir sahne gösterisi gibi hazırlandı ve provalar bitip her şey hazır olunca o performansın içine kamerayı ekledik. Sonuçta iki ay kadar prova yaptık, iki ay da çekimler sürdü. Tabii ki bir çok defa tekrar yaptık ama elimizde 3 tane temiz diyebileceğimiz çekim vardı ve bu izlediğiniz de onların ikincisi. Elbette bir sürü de yarım kalan çekim oldu, çeşitli sebeplerden, aksiliklerden dolayı.

‘İran’da gerçekçilik geçerli’

- Filmi çekerken kafanızda bir zaman ve yer tahayyülü var mıydı, yoksa bunun hiç önemi yok mu?

Şüphesiz, bir yönetmen bir film çekerken yaşadığı toplumdan ve yaşadığı dönemden etkilenir. Ve yine şüphe yok ki “İstilâ” İran toplumunu anlatıyor ama İran’daki gerçek olayları anlatmıyor. Daha çok atmosfer olarak İran toplumunu yansıtıyor film. Lisan dışında, yani Farsça konuşmaları saymazsak filmde buranın İran olduğunu gösteren hiçbir şey yok aslında. Ama İran’daki genç izleyicilerin hepsi de filmin içinde yaşadıkları İran toplumu hakkında olduğunu hissettiler.

- İran sinemasına baktığımızda sizin bir hayli yenilikçi olduğunuzu söylemek mümkün. Sürreel ve fantastik unsurlar öne çıkıyor filminizde. Çok önemli bir sinema geleneği var ülkenizde, siz nerede görüyorsunuz kendinizi bu gelenekte?

İran sineması her zaman gerçekçi (realist) sinema çizgisine yakın olmuştur. İran’da birçok sinemacı ve izleyicinin de büyük bir kısmı bir filmi, bir oyuncuyu ya da dekoru ancak gerçeğe yakınsa beğenir. Gerçekçilik çok önemlidir yani. Bu da İran sinemasını hayal gücünden yoksun, düşlerden yoksun bir yola itti. Böylesi unsurların yer aldığı çok az İran filmi var. Filmlerimin bu anlamda sınırları zorladığını ve sürrealizme doğru kaydığını söylemek mümkün. Ayrıca janr filmlerine de çok rastlamayız İran sinemasında. Son iki filmimde buna da biraz alan açmaya çalıştım ben.

- Öte yandan Kiarostami sinemasında kimi sürreel unsurlara rastlıyoruz, sizin filmilerinizdeki gibi değil belki... Görsel olarak gerçekçi ama bağlamında sürreel çağrışımlar var.

Kiarostami bir çok İranlı sinemacıya ilham vermiş bir maestrodur. Benim de en önemli ilham kaynaklarımdandır. Bay Kiarostami “Balık ve Kedi”yi çok sevmişti ve uzun uzun sohbet etmiştik onunla. Ne yazık ki bu filmi izleyemeden vefat etti. “Balık ve Kedi”yi izledikten hemen sonra beni telefonla aramış ve “uzun bir aradan sonra ilk kez sigara içiyorum, bana sigara içirttin” demişti.

(Tam bu noktada söyleşi boyunca tercüme yaparak işimizi kolaylaştıran, filmin dağıtımcısı, Mohammed Atebbai bir parantez açma gereği duyuyor)

M. Attebai: Shahram çok mütevazıdır, o söylemez, ama ben söyleyeyim. Kiarostami’nin son filmi “24 Kare”de bir ağacın üzerine Shahram Mokri’nin adının kazılı olduğunu görürüz. Böyle bir göndermeyi başka kimse için yapmamıştır Bay Kiarostami, bu da onun Shahram’ı ne kadar önemsediğini gösteriyor.

Hapisteki gazeteciler...

- Şu son zamanlarda coğrafyamızda yaşanan gerilimli gündeme ne diyorsunuz?

Ben de herkes gibi medyadan takip ediyorum her şeyi, ama gazetecilerin hapse atılması, darbe girişimi gibi olayları gördüğümde çok üzülmüştüm; neden Türkiye gibi bir ülkede bunlar oluyor diye. Öte yandan ben İran’ın Kürt bölgesine yakın bir yerde doğdum ve Kürt meselesi benim önemsediğim bir konu. Türkiye’de, Suriye’de, İran ya da Irak’ta Kürtlerin yaşadığı sorunlar beni çok kaygılandırıyor. IŞİD büyük bir şoktu elbette ve umarım bir daha böyle bir oluşumla karşılaşmayız.

Sansüre rağmen sinema

- Sansürle başa çıkmakta zorlanıyor musunuz? 

Sansürle uğraşmak benimki gibi filmler için daha zor aslında. Gerçekçi filmlerde her şey çok açık, çok temiz. Oysa benim filmimde öyle değil ve sansür kurulundan da çok fazla soru geldi, “Bu valiz neyi temsil ediyor”, “Karanlık taraf nedir”, “Bunlar neyi temsil ediyor” gibi... Ben de, örneğin valiz meselesinde, mümkün olan tüm çağrışımları anlatıyorum onlara. Valizin İran kültüründe neyi temsil ettiğini, sinemada ne anlama geldiğini vb. açıklıyorum. Böyle yapıyorum ki sonradan bir eleştirmenin yazısında farklı bir şey görüp beni yasaklamaya kalkmasınlar. Sansürü alt etmenin çeşitli yolları var elbette ama sansür olmasa da ben her şeyi aynı şekilde yapardım.