KHK mağduru komisyonda: Bir işe iade mücadelesi
Dr. Utku Uraz, üniversiteden atılan yüzlerce akademisyenden biri. OHAL Komisyonu’na başvurdu. Yedi aydır üniversitesinden, mesai arkadaşlarından, öğrencilerinden uzak. “Gün ortasında karanlığı yaşıyoruz ama iyimserlik halini elden bırakmıyoruz” diyor.
Hilal KöseMarmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden ihraç edilen Dr. Utku Uraz Aydın, OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu’na başvuran binlerce eğitim emekçisinden yalnızca biri. Hakkaniyetli bir çalışma yapılacağına inanmasa da başvurunun gerekli olduğunu söylüyor. Yedi aydır üniversitesinden, mesai arkadaşlarından, öğrencilerinden uzak. “Gün ortasında karanlığı yaşıyoruz ama iyimserlik halini elden bırakmıyoruz” diyor. Uraz Aydın, komisyona yaptığı başvuruyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
- Komisyon başvurusundan umutlu musun?
OHAL Komisyonu, yurtdışından gelen baskılarla oluşturuldu. Biz bunun süreci uzatmak için bir yol olduğunu düşünüyoruz. Ancak Eğitim Sen olarak bu hukuki mücadeleyi sürdürmekten imtina etmedik. İlerisi için dava açma yollarımız da buna bağlanmış durumda. Oyalama taktiği olarak görsek de başvuruyu gerekli gördük. Komisyon incelemesi tamamlandığında birtakım iadelerin olabileceğini düşünüyorum. Kantarın topuzunun kaçtığını herkes biliyor. Yeni yapılan düzenleme de bunun bir göstergesiydi. Kararın ne zaman alınacağı belirsiz. Hakkaniyetli olup olmayacağı da... Hiçbir şeyin özerk olmadığı bu koşullarda, yukarıdan, Reis’ten gelecek emirlerle kararlar oluşacaktır.
- Marmara Üniversitesi’ne dönebilecek misin?
Az önce sözünü ettiğim yeni düzenlemeyle zaten kendi üniversitene dönemiyorsun. İstanbul, Ankara, İzmir dışında, 2006 yılı sonrası kurulmuş üniversitelere iade söz konusu. Merkez üniversitelerdeki kadrolaşmayı tahkim edecek iade süreci. İade edilenler, mahfedilmiş hayatlarından da koparılarak, imkânları elveriyorsa gösterilen üniversitelere gidecektir. Yalnızca işlerini sürdürmek adına, milliyetçi muhafazakâr yerlerde, yalıtılmış bir durumla karşı karşıya kalacaklar. Hem görünürde mağduriyetlere son verilmiş olacak, merkezi üniversitelerdeki muhalif, eleştirel, sosyalist, barış yanlısı personeli kesinkes uzaklaştırılmış olacak. Dönecek olanlar için böyle bir manzara var. İadeyi kabul etmeyenler ise hayatlarından geriye ne kaldıysa ondan vazgeçmeyecek, dolayısıyla da istifa etmiş olacaklar. Bu durumda dava açma haklarını da kaybetmiş olacaklar.
Mağduriyetin dibi
- Komisyon çalışmaya başlamadan önce iadelerle ilgili alınan bu kararı nasıl değerlendiriyorsun?
Aslında birçok şeyin fevri yapıldığını düşünüyoruz ancak bütün adımlar üzerine oluşturulan tertibat o kadar düşünülmüş ki... Seni mağduriyetin en dibine batırıyor, ses çıkarmanı, yan yana gelişini önlüyor. Komisyon kurma kararı aldıktan sonra da üniversitene dönmeni kesinlikle engelliyor. Kimin aklına gelir? Nasıl bir kötülükle bu düşünülüyor? Bir iadeden söz edilemez bu durumda, sürgüne yol açacak biçimde tasarlanmış şeytani bir plan...
- İhraç kararının üzerinden aylar geçti... Nasılsın şimdi?
Açıkçası ilk başlarda sudan çıkmış balık gibiydik. Şimdi insanın içini zaman zaman karamsarlık kaplamıyor değil. Bazen hayatına yeni bir yön verme iradesi ağır basıyor. Nuriye ve Semih için uğraşma arzusu, KHK rejimine karşı en ufak bir direnişin parçası olma arzusu egemen. Direnişin ve karamsarlığın iç içe geçtiği dönemler oluyor. Bazen içine kapanıyorsun. Bir de şunu fark ettim. Akademisyen olarak 17 yıldan beri üniversiteyim. Çalışanlarından, bölüm sekreterine, çaycısından, arkadaşlarına, öğrencilerinden hocalarına dek ortalama 30 kişiyle sosyalleştiğin bir ortam söz konusu. Böyle bir hayatın varken, şimdi birileriyle görüşmek istediğinde randevu alman gerekiyor. Görüşmelerin mesai saatleri dışında olacak. O da bir iki kişiyi görmek biçiminde... Bu durum sosyal hayatında muazzam bir daralmaya neden oluyor. Yeni bir durum, sosyalleşme adına buluşma görüşme ritmin değişiyor....
O duvar çürümüş
- Gidişata dair neler söylersin?
İrili ufaklı direnişlerin sürüyor olmasından, rejimin de tökezleye tökezleye ilerlemesinden kaynaklı zımni iyimserlik söz konusu herkeste. Tanıdık hayatın elinde kalmış parçalarını muhafaza etmeye çalışıyorsun. Yalıtılmış değiliz. Bizim FETÖ’cü terörist olmadığımızı herkes biliyor. SGK bürosuna gidiyorsun diyelim... Oradaki memurun yüzündeki empatiyi görüyorsun. İnsanlar birçok şeyin farkında... OHAL rejiminde gedikler açan Nuriye ile Semih’in açlık grevi direnişi var. Cumhuriyet gazetesinin hakikati anlatma mücadelesi, eğitim kurumlarındaki mücadeleler, emek mücadelesi, bizlerin mücadelesi... Hepsi ilerde onurlu, haysiyetli, bu karanlıktan çıkmaya dönük küçük adımlar olarak değerlendirilecek. Çok fazla saldırı cephesi var. Son iki üç günde yaşadıklarımıza bakarsanız... İrili ufaklı hiçbir direniş deneyimini küçümsemeden, yan yana gelişleri sürdürmek gerekiyor. O yan yana gelişlerde tanışıyoruz, oralardan öğreniyoruz, ortak mücadelenin deneyimleri oralarda örülüyor. Nerede olabiliyorsa yan yana durmak lazım. Karşımızda yekpare duvar aslında içten içe çürümüş durumda. Kuşatıcı rejimde gedikler açacak olan bu yan yana gelişlerimiz olacak.
‘BEN TERÖRİST DEĞİLİM’ DEMEK İÇİN Aydın, sosyal medyada kaleme aldığı “Bir OHAL Hatırası” başlıklı yazısında, Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne dilekçesini teslim etmeye giderken yaşadığı heyecanı da bütün içtenliğiyle yazıya döktü: Ben ki şikâyetçi olmak için bile gittiğim karakollarda heyecanlanıp ter basan insan bu kez, ‘Devlet bana terörist diyor ama ben değilim’ demek için Eminönü’nün yolunu tutuyorum. Hatta Emniyet’e yaklaşırken, polisle konuşma pratiği kazanmak için yoldaki bir polise iki adım ötedeki binanın girişini soruyorum... Kapının önündeyim, derin nefes... Her tarafa OHAL Komisyonu bürosunu gösteren oklar yapıştırılmış. Tüm bu kolaylaştırıcı tedbirlere rağmen terlemem geçmiyor. İçeri girince muamele nasıl acaba?.. Sıram geliyor, heyecan yükseliyor. Bireysel masasına gidiyorum, evrak kontrolüne. Nüfus cüzdanım biraz yıpranmış olduğu için tedirginlik var bir miktar... Bir iki imza eksikmiş onları atıp içeri giriyorum. 5-6 masa var, boş olanına oturtuluyorum. Karşımdaki bey nispeten sempatik görünüyor. Bizim bir sivil vardı okulda, beyaz saçlı, onun sempatik görüneni. Dilekçemi alıp bakıyor, okuyor da hatta. İsmimin anlamını sorduktan sonra sohbete devam ediyor: “Doçentlik n’oldu peki?”. “Jürim belli olmuştu ama iptal edildi işte”. Kafayı şöyle hafiften bir sallıyor. Biraz daha yüz bulsam yedi yıldır verilmeyen yardımcı doçentliğimi ve eski dekanlarımı anlatmaya başlayacağım... Yine okuyor. “Çalışman ilginçmiş ama, bastırdın mı bunu?” Hangisinden bahsediyor acaba. TÜBİTAK bursuyla Fransa’da yaptığım “Sürrealist Söylemde Sihir, Ütopya ve Kutsiyet” konulu doktora sonrası araştırmamdan söz ediyor. İlgisini çekmiş. “Çalışmalar devam ediyor” diye yanıtlıyorum... Herkesin işi bittikten sonra, her işi biten Türkiyeli gibi çaycıya doğru yollanıyoruz. İşte böyle. Sana terörist deyip seni işinden koparan, özlük hakları yok edip ikinci sınıf vatandaş haline sokan devlete “yanılıyorsun ben terörist değilim” deme işlemlerinin herhangi bir devlet dairesindekinden farksız yürüyor oluşu, olağan bir vatandaşlık işlemi halini almış olması OHAL uygulamalarına dair yeterince şey anlatıyor galiba.... |