Ketenci: Madanoğlu davasıyla demokratikleşmenin hızı kesildi

12 Mart darbesi adına Nadir Nadi’nin görevden alındığı gün Velidedeoğlu 5 günlük yazı dizisiyle gazeteden ayrılıyor... 27 Mayıs’ın gençlik politikasıyla 12 Mart Madanoğlu davası sanıkları arasındaki illiyet bağlarının tablosu çizilebilir...

Şükran Soner

27 Mayıs öğrenci örgütleri eylemliliği, baba-oğul İnönüler, Baykal, Ecevit, Karayalçın, CHP-SHP 20-22. dönem milletvekilliği deneyimleriyle Ahmet Güryüz Ketenci, 1950’lerden 27 Mayıs’a, 12 Mart’a geçişte Madanoğlu davasıyla siyasal, toplumsal düzenin hangi aşamaya getirilmeye çalışıldığının analizinin yapılmasını zorunlu görüyor.

Velidedeoğlu, 12 Mart darbesi adına Nadir Nadi yönetiminin görevden alınması operasyonu ile aynı gün, Cumhuriyet’teki köşesine, 30 yıllık Türk Medeni Kanunu yasa çalışmalarını özetleyen dizisiyle veda ediyor.

Bu kadar denk düşmesi elbette rastlantı değildir. Kuşkusuz gazetenin en kıdemli bilge yazarı ile Nadir Nadi’nin, yeri geldikçe sözlerle aktardıkları Atatürk, Yunus Nadi’den emanet, 26 yıllık başyazarlık, siyasi yönetiminden sorumlu kişi olarak paylaştığı pek çok gelişme yaşanmıştır. İkisinin de zorlukları paylaşmayı sevmeyen dik duruşlarıyla, 5 Temmuz 1971 tarihi çakışması üzerinden benim duyduğum bir ayrıntı yok. Tanıklıklar içinde sizlerle paylaştığım üzere Nadir Nadi, ne gazete ailesi içinde ne de okura dönük olarak yaşananları paylaşmıştı.

11 Temmuz tarihli “Bizim kuşak” başlıklı yayımlanmış duyarlı yazısıyla da Atatürk’ün, Yunus Nadi’nin değerleri ile Cumhuriyet’i yaşatma sorumluluklarından neleri anladığını paylaşmış, köşe yazılarına tarih düşmeden ara verdiğini duyurmuştu. Velidedeoğlu’nun 5 Temmuz günü, 2. sayfadaki köşesinde, “Medeni Kanunu değiştirme çalışmaları başlıklı” dört günlük bir dizi kalıbı içinde sıkıştırılmış olması, gelenekselin ötesinde düşündürücü..

Velidedeoğlu ile simgeleşmiş 30 yıllık çalışmaların bütünselliği içinde, gelişmelerin can damarı ayrıntıları atlamadan yapılanların Cumhuriyet okurları ile paylaşılması dikkat çekici. Daha açık anlamı ile devrimlerin içinde çok önemli, anlamlı, yılların emeği çalışmaların satırbaşlarının çizilmesinin çok ötesinde, devrimlerin toplumun yaşamında yer almasındaki etkin işlevi üzerinden yapılanların anahtar şifrelerinin kamuoyu ile paylaşılması..

Öngörebileceğiniz gibi, sizlerle ancak kupürler üzerinden paylaşma şansımız olabilir. Umarım başlıklar üzerinden bir izlenim edinmiş olabilirsiniz. Hocanın, “Güç, önemli fakat şerefli bir iş” vurgulaması ile hazırlanmış ön tasarıyı da kamuoyuyla paylaşmayı seçtiği dizisinin sonunda, 8 Temmuz tarihli yazısında özetle şu sonuç uyarılarını paylaşıyor:

“Türk Hukuk Devriminin bu en büyük ve en önemli eserinin sistemine, felsefesine ve bütünlüğüne zarar verecek değişikliklerden sakınılarak tasarının tüm halinde kabul edilmesi, 1925 yılından beri Türkiye ve İsviçre’de hukuk öğrenimi almış ve 1937 yılından beri de İstanbul Hukuk Fakültesi’nde Medeni Hukuk öğretim üyesi olarak tam 40 yıldan beri bu Medeni Kanun’la haşir neşir olmuş, değiştirme tasarısı hazırlamak için Medeni Kanun Komisyonu’nda tam sekiz yıl, şimdi de tek başına yaklaşık olarak 2.5 yıl aralıksız çalışmış bir hukuk adamı niteliğimle en büyük, en içten dileğimdir.

Atatürk devrinde Medeni Kanun’un aynı yönetimle görüşülüp kabul edildiği göz önüne alınarak, bu dileği burada belirtmeyi zorunlu görüyoruz; zira sistematik yaralarda her kuralın -tıpkı bir kapının taş kemerini veya bir mabedin kubbesini oluşturan taş parçalarından her birininki gibi- kendine özgü çok önemli görevi vardır. Onlardan bir tekini yerinden oynatmak veya başka bir nesne ile değiştirmeye kalkışmak, bütün eserin yıkılmasına sebep olur..”

Velidedeoğlu Hoca, sonuç olarak Adalet Bakanlığı’na sunulan gerekçeli tasarıda belirttiklerini anımsatıyor, çalışmalarına katkılar için, emeği olan herkese teşekkür ederek nokta koyuyor. Sözün özü, Nadir Nadi’nin duruşuna duyduğu saygı çerçevesinde, veda yazısı söz konusu olmadan. Cumhuriyet gazetesinde yazı yazmaya da son veriyor. Elbette büyük okur boykotu sonrası aile içi dengelerin değişmesi ile gazetenin yönetiminin yeniden Nadir Nadi’nin sorumluluğuna verilmesine, büyük toplu dönüşe kadar..

ÇOĞUNLUK GENÇ KUŞAKLARIN, DÖNEMLERİN KOŞULLARINI, RUHUNU, İLİŞKİLERİNİ ÖZGÜR DEĞERLENDİREBİLMELERİNE KATKI İÇİN KİMİ ANLAMLI OLABİLECEK NOTLAR

Ülkemizin güncel gündemine taşınmaları, kirli siyaset adına gerçekler tersyüz edilerek, taşların yerleri değiştirilerek, bugünün genç kuşakları ile başlanarak gelecek kuşakların kendi gerçeklerini görebilmeleri yolunda gözlerinin kapatılması amaçlı, tarihin gerçeklerinin çarpıtılmasına karşı bireysel, toplumsal sorumluluklarımız olmalı, değil mi?

Dünya ve ülkemiz medyası ne yazık ki ağırlıklı çoğunluk olarak, kirli çıkar odaklarının dayanılmaz çekiciliğinin ışıkları etrafında dönen zavallı kelebekler rolünden kurtulamayacak koşullar içine düşüyorlar. İnsanlık adına yaşadığımız bu ağır travmanın çok azı isteyerek de olsa, çok büyük çoğunluğu ile güç alanından kaçılamadığı içindir ki insanlığı, doğayı, tüm canlıları çarpan travmatik bir düzenin kıskacındayız.. Sözü uzatmadan çok pratik gerçekçi kimi bilgileri paylaşmakla yetinmeliyim.

1960, 27 Mayıs döneminde yaşananlara ilişkin tanıklıklarım çocukluk yıllarımdan olsa da ortam olarak göbeğindendi.. 1960’ın devrimci gençlik ruhunun can damarlarında Levent önemli yakın bir merkezdi.

Büyükler ise ağırlıklı CHP, 27 Mayıs’ın devrimci kadrolarına yakın kişiliklerden. Çocukların algı güçleri ile havayı tarafsız, derinden koklayabildiğimi paylaşabilirim. Sonrasında gençlik hareketinin liderlerinden birçoğunu yakından tanıdım. Aralarındaki sansürsüz anılar paylaşımlarını birçok pencereden birden dinlemiş oldum. Bence hiç raslantı değil, Merkez Üniversite’deki eylemlerin sakin yönlendirici kimliğinin, YÖN yazı işleri kadrosunun içinden Raif Ertem olması.

Polis kurşunu ile ölen Turan Emeksiz başta, polis kurşunuyla yaralananlar Cengiz Ballıkaya, sonra aldığı kurşun yarası nedeniyle ayağı kesilerek gazi olan Hüseyin Onur’un aynı alanlar içinde olmaları. Derken polisin şiddet kullanmasında yaralanan, kanlar içinde kalan Rektör Ord. Prof. Sıddık Sami Onar’ın polisler tarafından yumruklanarak yere düşmesinden sonra polis tarafından Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldüğünün duyulmasıyla protestolar, kalabalıklar halktan da katılımlarla büyüdükçe büyüyor. Beyazıt Meydanı’na sığmaz oluyor.

Diğer üniversitelerden katılımlarla kalabalıklar İstanbul’u kapsıyor. Sorgulamadığım sohbetlerden duyumlara göre, Sıddık Sami Onar’ı Rektörlük balkonundan yaptığı konuşmasına kollarından tutarak taşıyanlar dönemin en genç kadrolarından Casto Nuri (Yazıcı) ile Ahmet Güryüz Ketenci. Yerimiz elverse Madanoğlu davası kapsamında toplanmış sanıklar listesi ilişkilerinin illiyet bağı tablosu bile çizilebilir.

Uzatmadan 27 Mayıs’ın birçok yüzünü, hele de Yassıda yargılamalarında yürünen insan hakları, hukukun gaspı, idamlara giden yoluyla 1961 Ana- yasası, ilgili yasaları ile gelen ülkemizdeki Cumhuriyet değerleri, devrimleri, birikimleri üzerine, çağın en ileri ölçeklerinde insan hakları, özgürlüklerinin bütünlüklü, birey ve örgütlenmeleri kapsayan düzenlemelerini.. 27 Mayıs ile kazanılmış hak ve özgürlüklerle yaşanan toplumsal patlamanın, ülkemizin Türk-İslam, arada bir Kürt-İslam sentezine dayalı liberalleri de içinde, Batı’nın liberal dünyası, emperyal güç odaklarını da ürküttüğünü anımsatmak istiyorum..

Lüks anayasanın kaldırılması yolunda sağ siyasal iktidarlar yetmeyince, 12 Mart askeri darbesinin sağdan yürüyecek kimliğini pekiştirmek üzere, Menderes’lerin idamlarının rövanşı olarak Deniz Gezmiş’lerin idamlarının gelmesi raslantı olabilir mi? Arada iç-dış odaklı ajan provokatörlerin de katkılarıyla silahlı eylemlere, banka soygunlarına yönlendirilmiş örgütlenmelerin, Deniz’lerin kendileri adına da kurban seçilmiş olmalarına çaresiz, anlaşılması zor tepkilerle yanıt vermeye kalkışmaları, en çok kendilerine dönük, yok eden kanlı operasyonlara ortam yaratmış olmaları..

Kolay kolay sayılamayacak ölçeklerde katlanan işkence, operasyonlardaki can kayıpları. 12 Mart’ın gücü yettiğince örgütlü, bağımsızlıkçı, antiemperyalist, sol örgütlenmelerin tümünü hedef almış, soluksuz şiddet içeren yoka indirgeme hamleleri.. TMTF, tüm yükseköğrenim gençliğini kucaklayan, en demokratik katılımlı örgüttü. Öğrenci olmakla otomatik kazanılmış oy haklarıyla katılınan seçimlerle önce fakülte ve yüksekokulların cemiyet başkanları seçiliyor, sonra üniversitelerdeki birlikler, birliklerin bir araya gelmesiyle de federasyon oluşturuluyordu. TMGT, işçi gençliğin de katılımı ile üst örgütlenme çatısıydı.

Sağ siyasetin amaçlarına dönük ırk soslu, İslamcı örgütlerin beslenip güçlendirilmesi demokrasi içinde olamadığından, dernekler çatısının kullanılması, MTTB, komünizmle mücadele dernekleri, şeriatçı cemaatlerin beslenmesi kaçınılmazdı..

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ’YE GÖRE MADANOĞLU DAVASI İLE ÜLKENİN ÇAĞDAŞ DEMOKRATİKLEŞMESİNİN HIZI KESİLDİ

Madanoğlu davası sanıkları arasına katılması öncesi TMTF, Türk Devrim Ocakları başkanlığı, TMGT Yönetim Kurulu üyeliği yapmış, ceza hukukçusu Ahmet Güryüz Ketenci, baba-oğul İnönüler, Ecevit, Baykal, Karayalçın dönemlerinde CHP ve SHP içinde siyaset, 20-22. dönemler milletvekilliği yapmış olarak, 12 Mart’ta, Madanoğlu davası ile siyasal, toplumsal düzenin hangi aşamaya getirilmesinin amaçlandığının analizinin yapılmasının zorunlu olduğunu düşünüyor.

Ketenci, 12 Mart “sessiz” darbesi ile gerçekleşen iktidar değişimi sonrası, askeri mahkemede açılmış “Madanoğlu davasının” değerlendirilmesinde öncelikle ülkemizin içinde bulunduğu siyasal ve toplumsal düzenin hangi aşamaya geldiğinin doğru değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bunun için biraz gerilere, hatta 14 Mayıs 1950 tarihinde iktidara gelen DP iktidarına kadar uzanmayı öneriyor.

2 Haziran 1950’de toplanan Meclis’te Menderes Hükümeti DP’nin 408 milletvekilinin oyunu alıyor. Meclis’te 69 milletvekili olan CHP, güvenoyu oylamasından önce son sözün kendilerine verilmesini istiyor. Verilmemesi üzerine de toplu halde Meclis’i terk ediyor. Celal Bayar, Menderes başta söz alan DP milletvekilleri, “CHP’nin suni buhran yaratarak iktidarı düşürmek, bunun için de TSK’yi kullanmak istedikleri iddiası ile haksız bir vehime kapıldıklarını savlıyor. DP’den isimlerini sayarak orduya düşman oldukları bilinen bakanların sözleriyle kamuoyuna dönük gerginlik yaratma provokasyonları ile gizli örgüt oluşumlarının yolunun açıldığını savlıyor. Gerçeğinde ise genel seçimlerde, üst kademeler başta ordunun DP’yi desteklediğini söylüyor.

KORE’YE ASKER GÖNDERME, NATO ÜYELİĞİ

Ketenci’nin ancak satırbaşları ile özetleyebileceğimiz vurgulamalarıyla “Türkiye’nin, 25 Haziran 1950’de Kore’ye asker göndererek ABD yanında savaşa katılması, Batı dünyasında olumlu karşılanıyor. 16 Şubat 1952’de de Kuzey Atlantik Anlaşması’na (NATO) alınıyor. Amerika’nın askeri ve ekonomik yardımı, ekonomiye önce büyük bir canlılık getiriyor. Tarımda makineleşme ürün artışını sağlıyor.

27 Ekim 1957 seçimlerinde DP’nin yıpranma süreci hız kazanıyor. DP’nin yüzde 47 oyuna karşılık, muhalefet partilerinin yüzde 52 oyuna karşın milli bakiye sistemi sayesinde, DP seçimi kazanmış oluyor.

Siyasal gerginlik büyüyor, seçim sandıklarının kaçırılması, DP’nin seçimi kaybetme telaşı, hoşgörüsüz bir iktidar yapısını besliyor. 1958’de 9 subay olayının çıkması, beraat kararı bir binbaşının orduyu isyana teşvikten mahkûm olması gerilimi tırmandırıyor. Sonraki siyasal gelişmelerde iktidarın otoriter yapısının güçlenmesi, kuşkuların artması ile gerilim tırmanıyor.

Uşak’ta İnönü’nün saldırıya uğraması, Çanakkale, Konya, Kayseri olayları, son olarak Topkapı’da İnönü’ye suikast girişimi, askerin sağduyulu girişimleriyle önlenebilse de bardağı taşırıyor.

Yine tarihten çok bilinen TBBM’de Tahkikat Komisyonu, yargı kararı olmadan partiler, basına dönük mahkemesiz yargılama yetkileri.. demokratik rejimin askıya alındığı yüzleşmesini gündeme getiriyor.

İnönü’nün “Sizi ben bile kurtaramam” sözü simge oluyor. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere ülkenin her köşesinde gösteri yürüyüşleri, öğrenci olayları patlak veriyor. 27 Mayıs darbesine geliş günlerinin süreçleri özetleniyor..”

Ketenci’nin 1961 Anayasası ve yasaları ile ülkemizde önü açılan özgürlüklerle gelen gelişmelere ilişkin saptamalarına geçmek zorunda kalıyoruz.. “1961 Anayasası’nın, arkasından gelen yasalar paketlerinin bütünlüğünde toplumsal gelişmenin ve gerçek demokrasinin elde edilmesinin koşullarını getirdiğini açıklıyor.

Sendikaların, örgütlü sivil toplumun, yükseköğrenim örgütlerinin, zincirleme sol siyasal açılıma katkılarından örnekler veriyor. Gerek iç politika gerekse dış politikada iktidarların sarsılmaya başladıklarının altını çiziyor.

İlerici sivil toplum örgütlenmeleri, toplantı, gösteri yürüyüşleri, örgütlü sendikal, siyasal eylemlerin birbirini etkileyen halkalarında 1963 sonrası öne çıkan Amerika için ‘go home’, ‘Kıbrıs Türktür’ mitinglerine Türkiye’nin düzeninin masaya yatırıldığı gelişmeler eklemleniyor.

Güçlü gençlik örgütlenmelerinin sokaklarda yükselen kitle eylemlerinde ‘Kahrolsun ABD emperyalizmi; Türkiye’yi sömüren yabancı şirketler; Kahrolsun emperyalizm; Türkiye bir Vietnam, Dominik, Bolivya olmayacaktır; Petrol millileştirilecektir; Toprak reformu yapılacaktır..’ sloganlarını içeren toplantı, yürüyüş, mitingler halk katında kabul görüyor. ”

İNÖNÜ HÜKÜMETİNİN DÜŞÜRÜLMESİ

13 Şubat 1964’te ABD gezisinde iken İnönü hükümetinin düşürülmesi Ketenci’ye göre gençlik içindeki tansiyonu yükseltiyor. Ketenci, TMTF Başkanı olarak olayı “CIA tezgâhı” diye yorumluyor. 1965’te yapılan seçimde AP tek başına iktidar oluyor. Aynı süreç içinde Cemal Gürsel hastalanmış, Cevdet Sunay görevden ayrılmış, kontenjan senatörü olarak atanmış, dönemin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç olmuştur.

İşte Ketenci’ye göre, tam da bu nedenlerin bütünlüğü içinde, Madanoğlu davasının açılması, 12 Mart’a giden süreçler işlemeye başlamıştır. 12 Mart darbesi öncesi Muhsin Batur’un verdiği iki muhtıranın da atlanmaması gerektiğine işaret eden Ketenci, reformların yapılması, yolsuzlukların önlenmesini içeren dosyalar üzerinde duruyor.

Genelkurmay Başkanı Tağmaç’ın, “Toplumsal istekler, ekonomi imkânlarının üstüne çıkmıştır” açıklamasının altını çiziyor. Türkiye’nin gelişen iç dinamikleri ile ABD’nin Türkiye’ye dönük biçtiği roller arasındaki çelişkilerin büyümesinin önemini vurguluyor. Atatürk’ün aydınlanmacı devrimciliğinin, antiemperyalist, antifeodal içeriğinin, 1950 sonrası aldığı darbeler üzerine, çağdaş uygarlığa yürüyüşünde, Batı kapitalizmi ve de emperyalizmin çıkarları ile de çatışmasının sonucu 1971’i izleyen yıllarda sağ-sol çatışmalarının, emperyal projelerin ürünü olarak Türkiye’ye sokulmasını atlamıyor.

Sonuç olarak 12 Mart 1971 sessiz darbesinin, başta ABD, Batı’nın emperyalist güçlerinin etkileriyle gündeme girdiğini söylüyor. Elbette 12 Mart süreci gelişmelerinin de tüm ayrıntıları ile satırbaşlarını bir bir sıralıyor; ülkenin demokratik devrimcilerini birbirlerine kenetleyen bağların, bireysel, örgütsel bütünlüklerinin ilişkileri gözetilerek Madanoğlu davası üzerinden çok iddialı bir yargılama sürecinin işletilmesi çabalarını yıllar içindeki akışla sıralıyor.

Ajan provokatör olarak kullanılan Mahir Kaynak’ın sonunda deşifre edilmesi bile göze alınarak “Başta ABD, Batı emperyalizminin etkisinde açılmış bir dava ile sonuç alınamadığının” altını çiziyor.

Türkiye’nin en seçkin entelektüel, yazar, aydınlarının, etkin sivil toplum örgütlenmelerinin önderlerinin tasviye edilmesi, itibarsızlaştırılmalarının yeğlenmesinin sonuç olarak Türkiye’nin çağdaşlaşmasının ve yerleşmekte olan gerçek demokrasisinin barajlanmasının sağlandığını söylüyor.

Emperyalist Batı’nın beklentilerine uygun bir sağ iktidarın Türkiye’nin başına bela edimesinin yetmediğini belirtiyor.