Kesişen yollar, farklı yalnızlıklar...
Altın Leopar yarışının ilk adayı, Tiflis doğumlu Bakur Bakuradze (1969), üçüncü filmi olan “Dejan Kardeş” ile savaş suçlusu olarak yargılanmak için aranan bir Sırp generalin kaçak yaşamına odaklanıyor.
Mehmet BasutçuAçılış gecesinin gündeminde Hollywood sinemasının farklı adları var. Onur ödülü almaya gelen Edward Norton, sanat sinemasını içtenlikle savunuyor. Yaratıcı sinemanın, yirmi yıllık oyunculuk yaşamında kendisine ün kazandıran eğlendirici geniş kitle sinemasından ne kadar daha önemli olduğunu içtenlikli bir dille vurguluyor. Onur heykelciğini veren tanınmış şampanya markasına bu güzel göl kıyısında kendisini ailesiyle birlikte konuk ettikleri için teşekkür ediyor. Federal ve yerel kamu bütçelerinden gelen ciddi katkıların yanısıra, özel banka ve şirketlerin de sponsorluk desteği verdiği Locarno Festivali, konuk ettiği ünlü oyunculara kaşe ödemiyor; onları onurlandırıyor sadece. Büyük olma iddiasındaki birçok ‘yeniyetme zengin’ festivalden, kendilerini büyük sanan çağrılı ‘yıldızların’ (Arap ülkeleri festivalleri söz konusu olduğunda, bizim TV dizileriyle ünlenen bazı kendini bilmezler bile var aralarında !) astronomik meblağlar istediklerini anımsayınca, Locarno’nun önemi ve değeri daha iyi anlaşılıyor.
Sonra sıra, aralarında Jerry Schatzberg, Clotilde Courau gibi tanınmış adların bulunduğu ‘başkansız jüri’ üyelerine geliyor. 26x14 metre karelik devasa ekran önünde, kısaca selamlıyorlar kalabalığı... Ve ardından, Meryl Streep’in başarıyla yorumladığı açılış filmi “Ricki and the Flash”ı izliyoruz. Jonathan Demme’in “Kuzuların Sessizliği”( 1991) ve “Philadelphia” (1993) gibi başarılı yapıtlarının önüne geçebilecek bütünlükte olmayan, ama zevkle izlenen bir film... Rock müziğinde ünlenebilmek için aile yaşamını feda eden Ricki karakteri, sanat yaşamında da başarısız olmuştur; sıradan bir barda çalıp söyleyerek kendini avutmaktadır. Evliliği kötü giden kızını ruhsal bunalımdan kurtarabilmek için kendisini arayan eski eşine yardıma koşar... Hiçbir sahnesinde ‘playback’ yapılmadığı vurgulanan bu müzikal film, birçok karakteri koşut öyküler içinde izlemeye çalışırken rahatça soluk alamayan, aradığı derinliklere de ulaşamayan, hoş bir çalışma...
‘Dejan Kardeş’
Altın Leopar yarışının ilk adayı, Tiflis doğumlu Bakur Bakuradze (1969), üçüncü filmi olan “Dejan Kardeş” ile savaş suçlusu olarak yargılanmak için aranan bir Sırp generalin kaçak yaşamına odaklanıyor. İlk iki filmi Cannes’da ilgi gören Bakuradze, savaş suçu işlediği için tutuklanan Sırp general Ratko Mladiç’in İnternet üzerinde gördüğü bir fotoğraftan yola çıkarak, benzer kaçak savaş suçlularının ortak portresi olabilecek Dejan karakterini çizmiş; onun yazgısına odaklanmış. Generale yöneltilen suçlamalara hiç değinmeden, yargılamaya girişmeden, ruhsal çalkantılarını tahmin etmeye çalıştığı karakterinin iç huzur arayışını, dini anlamda affedilmeyi arzulamasını, biçimsel düzeyde yer yer yapay kalan mesafeli bir sinema diliyle anlatmayı denemiş. Savaş gerçeklerinin sanıldığı kadar siyah/beyaz olmadığını vurgulamak isteyen genç yönetmen, bir noktada, belki de sinemasal bir toplu savunma imzalamış.
Savunma hakkı, özellikle sanatsal düzeyde sonsuz değil midir? Karşıt görüşte olsak bile, bu kutsal hakkı sonuna dek savunmak gerekir...