Kentli kadının yeni rol modeli
Sex And The City'nin Carrie'si Sarah Jessica Parker, artık dizi projelerinde yer almıyor. Filmleri de Carrie karakterine pek benzemiyor ama hâlâ onu örnek alan, hayatını Carrie öğretilerine göre şekillendiren milyonlarca otuzlu yaşlarında iş sahibi, kentli kadın var.
cumhuriyet.com.trSarah Jessica Parker şöhretini, dikkatli sinema izleyicileri dışında büyük oranda “Sex And The City” dizisinde Carrie Bradshaw karakteriyle elde ettiği başarıya borçlu. Bu çok da tartışılacak bir şey değil. Tartışılacak olan başarının altının nasıl doldurulacağı. Dünyanın önemli bir bölümündeki kentli iş kadınlarını yaşamlarının cinsellik ve aşk etrafında dönen kısmını hemcinsleriyle özgürce paylaşmaları yönünde cesaretlendiren bir misyon mu? Yoksa orta yaşlı iş sahibi kadınlara, tüketim kültürü içinde yer açmak için hedef gösterilen New Yorklu, iş sahibi yalnız kadın modelini olabildiğince yayma projesi mi? Ne olursa olsun Carrie Bradshaw karakteri milenyuma iki kala başladığı televizyon macerasında muhtemelen yeni yüzyılın sonunda bile anılacak bir figür olacak. Tabii ki bu başarıda Sex And The City senaristlerinin de önemli bir payı vardı ama dizinin ana karakterine can veren Sarah Jessica Parker övgülerin büyük kısmını topluyordu. Sırf rolünün hakkını vermesiyle değil aynı zamanda dizi popülerleştikçe “Carrie Modası” olarak adlandırılmaya başlanan kıyafetlerini ve aksesuvarlarını taşımadaki başarısıyla da.
Komün hayatı
Şöhreti böylesine bir rolde yakalayan Parker’ın henüz 12 yaşında ailesiyle birlikte New York yakınlarındaki Roosvelt’te bir komüne taşındığını bilmek oldukça ilginç. Yine de bu gelişme onun için bir şanstı. Yahudi bir ailenin sekiz çocuğundan biri olarak 25 Mart’ta Ohio’da dünyaya gelen Parker henüz küçük yaşta bale ve müzik dersleri almaya başlamıştı, ailesinin New York yakınlarına gitme kararı aldığı sıradaysa küçük bir oyuncu olarak Broadway’de birkaç müzikalde bile yer almıştı. Kariyerinde çıkışa geçmesiyse Square Pegs isimli 1982 tarihli sitcom sayesinde oldu. Ardından dört filmde rol aldı. İçlerinde en dikkat çekici olanları 1984 yapımı Footloose ve 1986 yapımı kült bilim kurgu klasiği Flight Of The Navigator’dı. 90’lı yıllarla birlikte kariyeri iyice hız kazandı. 1992’de başrollerini Nicalos Cage’le paylaştığı Honeşmoon In Las Vegas, 1993’te Bruce Willis’le birlikte rol aldığı Striking Distance’ın ardından Tim Burton’ın projesi Ed Wood’da kült korku yönetmeninin sevgilisi olarak beyaz perde kariyerinin en başarılı performanslarından birine imza attı. 1996’da bir başka Tim Burton filmi Mars Attacks’da ve First Wives Club’da yer alacak, Hollywood’da kendine önemli bir yer edinecekti. Yine de tüm bu yıllar içinde yer aldığı projeler Robert Downey Jr.’la olan fırtınalı beraberliğinin önüne geçemedi. Downey jr.’ın bu dönemdeki uyuşturucu problemleri de ilişkinin seyrinde önemli rol oynuyordu. Parker sonrasında “Robert’ı tek parça halinde tutan kişinin ben olduğuna inanmıştım” diyecekti.
Ardından Sex And The City bir anda ortaya çıktı ve Parker’ın sinema kariyerini büyük ölçüde sekteye uğrattı. Bu yüzden o da ilk başta projeye şüpheyle yaklaşmıştı. Daha da önemlisi kadınlara özel bir yaşamın ekrana yansımasının erkek izleyiciler arasında ne kadar tutulacağı büyük bir soru işaretiydi. Cevap hepinizin bildiği gibi olumlu olmanın çok ötesindeydi. Sex And The City dünya çapında yarattığı popülariteyle 21. yüzyılın en önemli etiketlerinden biri haline geldi. Dünya çapında büyük kentlerin merkezleri Carrie, Samantha, Charlotte ve Miranda gibi giyinen, onlar gibi konuşan ve hayatlarını onlar gibi yaşamaya çalışan kadınlarla doldu. Cinsellik hakkındaki samimi diyaloglar, televizyon yayınları anlamında da bir devrimdi. Vibratör ya da erkeğin penis boyuyla ilgili dertler belki de ilk kez bu kadar net bir şekilde “prime time”a taşınıyordu. Dizi kadınlardan çift yönlü tepkiler aldı. Bazıları, kadınların hak ve özgürlüklerinin sosyal anlamda meşrulaşmasına Sex And The City’nin önemli katkısı olduğunu düşünüyordu. Kimilerine göreyse dizinin içerdiği her anlamdaki tüketim kültürü kadınları tek yönlü ve standart bir kalıp içinde resmediyordu. Ne olursa olsun her eleştiri diziye yaradı. 1998’de başlayıp 2004’te sona eren Sex And The City tam 50 Emmy Ödülü’ne layık görüldü.
Dizinin sona ermesi Parker’ı mutsuz etmemişti. Zaten “bir daha asla dizi projelerinde yer almayacağım” diyerek sıkıntısını dile getiriyordu. Yine de dizinin kendisine kazandırdıklarını inkâr edemezdi herhalde. Henüz dizinin ikinci yılında MTV Müzik Ödülleri’nin sunuculuğunu üstlenmiş, gece boyunca giydiği ondan fazla kıyafetle bütün gözleri üzerinde toplamıştı. Zamanla bir moda ikonu oldu ve ünlü markaların yüzü haline gelmesi gecikmedi. 2003’te Garnier’le saç ürünleri için hayli yüksek bedelli bir anlaşma imzaladı. Bir yıl sonraysa giyim devlerinden GAP’ın uluslararası kampanyasının yüzü oldu. Ancak bu anlaşma bir yıl sonra bozulacak ve Parker’ın yerini tartışmalı bir şekilde soul şarkıcısı Joss Stone alacaktı. Aynı yıl Parker parfüm sektörüne kendi markasıyla girdi. Sex And The City’nin bitmesiyle birlikte yeniden ağırlık verdiği film projelerinde The Family Stone’la En İyi Kadın Oyuncu dalında Altın Küre kazandı. Bu arada sinema alanında yapımcılığa da el attı. “Asla” dediği sitcomlara ise What Do You Think You Are’la döndü. Bu kez kendini oynuyordu. Çok ses getireceği öngörülen ama beklentileri karşılayamayan Sex And The City’nin film versiyonunun ikincisi önümüzdeki aylarda vizyona girecek. Bu günlerdeyse Sarah Jessica Parker, Hugh Grant’la birlikte rol aldığı Did You Hear About The Morgans isimli romantik komediyle gündemde.
Politik Sarah
Belki Hollwood’un bütün jönleriyle kamera karşısında yer aldı ama onun kalbini çalan isim Matthew Broderick’ti. Addicted To Love’da sevgilisini kendine yeniden âşık etmek için kullandığı taktikleri Sarah Jessica Parker üzerinde uyguladı mı bilinmez ama çiftin 12 yıllık beraberlikleri hiç de sarsılacakmış gibi görünmüyor. Bir oğlu ve iki ikiz kızı olan Broderick-Parker çifti New York’ta hayatlarını sürdürüyor. Her şey yolunda gibi, öyle değil mi? Böyle bir hayatın içinde insanın dünyevi dertlerle haşır neşir olabileceğini düşünmek zor, oysa Parker hem UNICEF’in uluslararası yardım kampanyalarında yer alan hem de politik düşüncelerini gizlemeyen birisi. Geçen yılki başkanlık seçimleri öncesinde Obama’yı destekleyen dev ‘demokrat ünlü’ kalabalığının içinde yer alıyordu. Öte yandan bazı fikirleri çoğunluğun hoşuna gidecek cinsten değildi. Hiçbir zaman saklamadığı Yahudi kökenleri üzerine soru yöneltildiğinde Ortadoğu’daki karışıklıkta İsrail’i desteklediğini açıkça söyleyebiliyordu. “İnsanlar İsrail’in diğer ülkelere tanklarıyla nasıl girebildiğini sorguladığında kendimi onları savunmak zorunda hissediyorum. Ne yapmalarını bekliyordunuz ki? Çocuklar bakkala giderken üzerlerine bomba yağdırmak isteyen insanlar tarafından öldürülüyor. İsrail’in cevabı da kendini savunmak oluyor.” Sex And The City kadınları pek haber bültenlerine takılmıyor anlaşılan...