Kentin dönüştürdükleri...
Başrollerini Saadet Işıl Aksoy ve Erol Afşin’in paylaştığı ‘Saf’ kentsel dönüşüm sürecinde hayatları altüst olan bir çiftin hayatına odaklanıyor
Emrah KolukısaKentsel dönüşüm Türkiye’nin son dönemine damga vuran en önemli olgulardan biri şüphesiz. Gün geçmiyor ki yaşadığımız şehrin bir mahallesinde, bir caddesinde hatta belki bir sokağında yeni bir imar çalışması başlamasın ve kısa sürede hayatımızın önemli bir bölümünü etkilemesin. Mardin’de de durum bu, Ankara’da da, Trabzon ya da İstanbul’da da. Evinden olan insanlar da var bu süreçte, evini satıp rant zengini olanlar da... Bir yandan kent meseleleri üzerine araştırmalar yapan, dersler veren bir akademisyen de olan Ali Vatansever’in ilk gösterimini Toronto Film Festivali’nde yapan ve en son 38. İstanbul Film Festivali’nde izleyiciyle buluşan yeni filmi “Saf” işte bu dönüşümlerin birey üzerindeki tahripkâr etkilerini gündeme getiriyor. Erol Afşin, Saadet Işıl Aksoy, Onur Buldu gibi oyuncuların rol aldığı film bu hafta vizyona da girdi ve biz de Ali Vatansever ile bir söyleşi yaptık. Vatansever bir yandan kentsel dönüşümün hayatlarımızı dönüştürdüğünü söylerken bir yandan da kutuplaşmanın, saf tutmanın değil, ortak dertlerimiz üzerine kafa yormanın değerine vurgu yapıyor.
Filmin adından başlayalım mı? “Saf” neyi anlatıyor, bir karakteri mi, bir durumu mu?...
“Saf”, bu çağda, bunca sorunla kuşatıldığımızı düşünürken, insan kalmanın mümkün olup olmadığını sorguluyor. İki baş karakterini Fikirtepe’nin güncel sorunlarla örülü zor coğrafyasında yaşam mücadelesi verirken geçirdikleri içsel dönüşümün izini sürüyor. Onları çevreleyen insanlar tarafından kabul görmek için tarafını, safını seçmek zorunda bırakılmalarını, karakterlerimizden Kamil’in bu uğurda bertaraf oluşunu, eşi Remziye’nin ise hayata tutunmasını izliyoruz.
Saf tutmak meselesi aslında filmin özellikle kaçındığı bir durum değil mi?
Film saf tutmanın anlamsızlığı üzerine. Hayatta kalmak için kutuplaşmanın, düşman yaratmanın gerekli olmadığını, karşı tarafta bildiğiniz insanlara dokunduğumuzda bütün farklılıklarımıza rağmen ortak dert ve uğraşlar içerisinde olduğumuzu, siyah beyaz bir dünya anlayışı yerine grinin tonlarını, renkleri resmeden bir film “Saf”.
‘Bir bedene hapisiz’
Bunu filmin görsel anlatımında da görüyoruz. Açı – karşı açı gibi bir yöntem özellikle kullanılmamış ve kamera karakterleri ya da olayları belli bir mesafeden izlemek dışında çok müdahil olmuyor. Bu bilinçli bir tercih olsa gerek.
İzleyicinin Fikirtepe’yi baş karakterlerimizin üzerinden deneyimlemesini, anlatıyı farklı açılarla yönlendirmeden, bir şeyin altını çizmeden anlatmayı önemsedim. Hayatta bir bedene hapisiz. Bu beden üzerinden hayatı deneyimliyor ve yargılar, önyargılar geliştiriyoruz. İzleyici de filmde önce Kamil’in, ardından Remziye’nin “gözünden” Fikirtepe’de olmayı deneyimliyor; onlar üzerinden yargılar geliştiriyor.
Kentsel dönüşümle ilgili hikâyeler son zamanlarda sinemamızda sıklaştı. Bu mesele ne kadar önemli size göre ve bunu doğru algılayabiliyor muyuz?
Bunlara dışarıda cereyan eden meseleler olarak bakma haline itirazım var. Bence dönüşen kentten ziyade, tartışmamız gereken bizim, bu coğrafya insanının dönüşümü. Bizim hayallerimiz, arzularımız, beklentilerimiz dönüşüyor ve doğal olarak yaşadığımız coğrafya değişiyor. Bu yüzden bu sorunlara rakamlar üzerinden değil insan hikâyeleri üzerinden bakmak bence değerli.
‘Arafta kalmış gibi’
Çekimlerin yapıldığı Fikirtepe’de nelere şahit oldunuz, sizi en çok etkileyen durumlar neydi?
Mahallelerdeki yılgın havaya rağmen mahallelilerin sıcaklığı, insanların bizleri Fikirtepe’nin yerlisi gibi kucaklaması, şantiyelerde aynı misafirperverlikle ağırlanmak zorlu çekim şartlarını kolaylaştırdı. Bir yandan da mahallelerin durumu belirsiz olduğu kadar şantiyelerde de bir belirsizlik var. Sanki Fikirtepe arafta kalmış gibi. Çekimlerden neredeyse bir yıl sonra ses kayıtları almak için ziyaret ettiğimde neredeyse Fikirtepe’yi bıraktığım gibi buldum. Koca bölgede çivi çekiç sesi bile kaydedemeden geri döndüm.
Filmin anlatımındaki ve çekim sürecindeki özgünlük oyuncularla çalışmanıza nasıl yansıdı? Zorlukları nelerdi örneğin, ya da hangi noktalarda bir avantaja dönüştü?
Filmin her sahnesi oldukça hareketli tek planlardan oluşuyor. Bu da iyi ve koordineli bir çalışmayı beraberinde getiriyor. Her sahneyi mükemmel şekilde kaydedebilmemiz için hem kameranın hem de oyuncuların kusursuz performans göstermesi gerekiyor. Bunun farkında olduğumuz için ön yapım sürecinde filmdeki neredeyse her rol için uzun süren oyuncu seçmeleri yaptık. Çekimler beş hafta gibi uzun bir süreye yayıldı. Bütün ekip dikkat ve özveriyle yaklaştı bütün sahnelere. Tüm bu uğraş filmin özgün dilini kurmamızı sağladı. Filmin genelinde tansiyon hiç düşmüyor. Bazı sahneleri izleyiciler nefesini tutarak izleyecektir.
Yurtdışında nasıl tepkiler geldi filme?
Gelen tepkilerin coğrafya gözetmeden benzeşiyor olması beni çok şaşırttı açıkçası. Bazen Türkiye’nin sorunlarıyla boğuşurken kendimizi yalnız hissedebiliyoruz. Ama Kanada, Amerika, Fransa ve İngiltere’deki hemen hemen bütün gösterimlerde izleyiciler benzer sorunları yaşadıklarını söylediler. Sanırım bu çağın ruhu her coğrafyada bizi ortak bir mücadeleye sürüklüyor. Bütün dünya kutuplaşıyor. Bütün dünyada yerinden edilen insanlara karşı direnç, hoşgörüsüzlük artıyor. Filmler üzerinden bu sorunları coğrafya aşırı tartışabilmek benim için çok değerli.