‘Kent bizi yutsa da...’
Sanatçı Deniz Çobankent’in yeni kişisel sergisi ‘Dönüşüm’ Teşvikiye’deki Galeri 44A’da başladı. Çobankent kentsel dönüşüme atıf yaptığı heykellerinde insanlık hallerini sorguluyor.
Emrah KolukısaDönüşüm sözcüğü son zamanlarda zihnimde iki farklı çağrışımla tınlıyor nedense. İlk çağrışım, dilimize bu sözcükle tercüme edilen “Dönüşüm” adlı kitabından dolayı Kafka; diğeri ise son 15 yılımızı fena halde özetleyen kavramlardan biri olduğu için ‘kentsel dönüşüm’. İşin ilginç yanı bizdeki şekliyle ‘kentsel dönüşüm’ alabildiğine ‘Kafkaesk’... Bu sözcüğü (Kafkaesk) uzun uzun deşifre etmeye kalkacak değilim, aklınıza bir şeyler getiriyorsa ne âlâ, yok getirmiyorsa belki Deniz Çobankent’in geçen hata açılan “Dönüşüm” başlıklı sergisine yapacağınız bir ziyaret bazı şeyleri netleştirebilir. Zira, bana öyle geliyor ki, Çobankent de dönüşüm sözcüğünü yorumlarken benzer çağrışımlardan yola çıkmış, ama benzersiz noktalara varmış... Bu kadarı da onun farkı olsun artık.
İnşaattan heykele
Hayır size özgü değil, tam olarak inşaatları gezip, inşaatlardaki filizli malzemeleri çıkarıp yapıyorum heykellerimi ve yaparken de onu açık ve görünür bırakıyorum. Yani inşaattan çıktıkları net bir şekilde görünsün istiyorum. Bu duvarda gördüğünüz birçok şeyi inşaatlardan topladım, hatta bir tanesi de Cumhuriyet gazetesinin yan tarafındaki binadan alınmıştır. Yani hemen hemen hepsi, şehirden toplanmış malzeme, buluntu ve onlara da çok fazla bozmadan ekleme yapıyorum.
-Heykelin malzemesi ne tam olarak?
Heykelin kendisi kâğıt hamuru... Ama ben biraz daha kendim işlem gördürerek yapıyorum. Yani o da dönüşüm üzerinden, yine atık malzeme, kağıt hamuru ve tutkalla birleştirerek yapıyorum. Yine içinde telleriyle bir yapı var. Ama hani şey derdim de biraz var, yani heykelde de o inşaat görüntüsünü devam ettirmek, onu da çimento görüntüsüyle vermek...
-İster istemez kentsel dönüşüm geliyor akla... Onu heykellerinizde nasıl yansıtıyorsunuz.
Orada birkaç ayrı bölüm var. Yani hepimizin bildiği bir kentsel dönüşüm var ve her şekilde buna maruz kalıyoruz. Yani kentsel dönüşümdeki o dönüşüp yok olan malzemeleri hâlâ devam ettirme derdim var, bu birincisi... İkincisi, atık malzemeyi dönüştürme derdim var. Üçüncüsü de, belki onun felsefesini uzun uzun yapmak zordur, insanda aslında hep dönüşüm var. Kafkaesk bir dönüşüm var. Sabah uyandığımızda her gün yeniden survive etmeye, hayatta kalmaya çalışıyoruz. Her gün yeniden dönüşüyoruz, ama bir yandan da kentin içinde kayboluyoruz. Yani ben kentin içinde çok kaybolan insanı, böyle insan figür ağırlıklı olarak, bir şeyi ortaya çıkarmaya çalışıyorum, çalıştım. Kent bizi yutsa da biz yine de bir çıkmaya çalışıyoruz. Varolmaya çalışıyoruz. Yani çünkü her figürde bir çıkma, bir yerden atlama, her şeye rağmen hem kentle bütünleşme hem de uzaklaşma hareketi var gibi.
-Heykeldeki diğer konvansiyonel malzemelere göre bunun kırılganlığıyla veya dayanıklılığıyla ilgili ne söyleyeceksiniz?
Ben bir yandan kırılganlık ve geçicilik üzerine de bir şeyleri sorgulama derdindeyim. Yani heykelin hep çok güçlü bir yanı vardır. Politik anlamda da... Heykeli hemen hemen bütün rejimler güç unsuru olarak, dayanıklılık unsuru olarak, büyük ve devasa, kendi ideolojilerini gösteren bir şey olarak yaparlar. Ve malzeme de buna hizmet eder. Yani genellikle metaldir, taştır vesairedir. Bende bu heykelin güçlü malzemesini de kırılganlaştırmak, insanı da kırılganlaştırmak gibi bir mesele oldu. Yani biraz onu geriye çevirmek, aslında o kadar da güçlü değiliz. Güçlü değiliz ama hep güçlü gibi davranırız...
-İktidarlar heykeli güç unsuru olarak kullanıyor derken şu aklıma geldi: Özellikle şu dönemdeki iktidar heykeli sevmiyor. Heykeli sevmediği gibi aslında onların da güç unsuru nedense inşaatlar şeklinde yükseliyor.
Aslında ne kadar oldu bilmiyorum ama ben de onun ironisini yapmayı denedim işte. Yani yükselen bir inşaat var ve inşaat dışında son yıllarda hiç kimsenin hiçbir şey umurunda değil, yani onların da güç göstergesi inşaat. Ama ben de zaten bunu biraz tersine çevirmek ve ironi yapmak gibi yaptım.