‘Kendimle konuşuyorum’

“Sanat dünyaya haykırmalı. Sanatçının içinde o haykırış, ifade yoksa bunun adı ‘memur sanatçılık’ oluyor. Müziği sevdirme yerine küstürüyor.”

Süleyman Boz

Piyanodaki ustalığı, besteleri ile dünyada iyi tanınan bir sanatçımız o. Sadece mesleğinin sınırlarından dünyayı seyretmekle yetinen biri değil. Ülkesinin, halkının, dünyanın sorunları ile dertlenen, düşüncelerini her ortamda ifade eden, her anlamda sınırları aşan bir eylemli aydın. 

Onun konumundakilerin çoğu sosyal medyayı zül sayar. O ise bu kanalları bir mücadele, aydınlatma aracı olarak virtüöz maharetiyle kullanıyor. Videoları, yazıları, cesareti ile karanlığı yarmayı sürdürüyor.  

Fazıl Say’dan söz ediyoruz. Suya Yazılan adlı 4. kitabı ile yine epey gündem yaratacak. Sosyal medyadan paylaştığı anılar, anekdotlar, tavsiyeler, eleştiriler, konser gezilerinden oluşan yazılar da var kitapta. Müzikle uğraşan, sanatsever herkesin başucu kitabı olacak “olgunlaşmış” ama “delikanlılığı” elden bırakmayan bir yurtseverin çığlıkları adeta... Fazıl Say ile söyleşiyoruz.

KİTAPLARIM SORUMLULUK İFADESİ

-  Sevgili Fazıl, nereden çıktı kitap fikri? 50. yaşına bir armağan mı? Korona günleri, içsesini duyma fırsatı mı yarattı?  

Kitaplarımın hepsi sosyal medyada yazdığım yazıların gözden geçirilmesi sonucu basılanlardır. Yazar değilim, müzisyenim. Tarihe de not düşme sorumluluğum var. Demokrasi, özgürlük, sanat adına. Kitaplarım sorumluluğumun ifadesidir. 

Bir yolda ısrarla gidin

- Kitap bazen günlük gibi Cibran ya da Osho kitabı gibi öğütlerle dolu, yer yer matrak anılarla fıkra kitabı gibi. Beethoven sonatlarına dair bölümlerle ders kitabı gibi. Edebiyatta yeni bir tür mü yaratıyorsun?  

Çok haklısın. Kitabım genç sanatçılara tavsiyeler, sanatseverlere bilgilendirmeler gibi anlaşılabilir. Aslında ben kendimle konuşuyorum, kendime tavsiyelerde bulunuyorum. 50 yaşındayım. Kitabı okuyanlar “Genç değilim ama bana da tavsiye gibi geldi kitabın, hayatla iç içe senin tavsiyelerin, sadece müzikle ilgili değil” diyorlar. Felsefi bir yörüngeden söz ediyorum. Belli bir yolda ısrarla gitmelerini öneriyorum. Kendime öneriyorum. Değişmeyen tek şey değişimdir. Paylaşmak güzel şey. Yeni fikirler ve yeni metotları paylaşmak için yazdım. Konserler için (yılda 130 konser) koşuşturduğumda ruh ve fiziksel olarak çok yorucu tempomda kendimle çok baş başaydım. Bir yalnızlık savaşıydı bu aynı zamanda. O yüzden kendime, daha çok da genç sanatçılara tavsiyelerim oldu.  

Hayatımızdan çaldılar

- Arada iktidarlarla çatışıyorsun. Baskılar, davalar, yıldırma girişimleri... 

İktidarlarla hemfikir olmadığımız konularda fikrimizi hep söyledik, hep söyleyeceğiz. Beni çok etkileyen sansüre uğradığım dönemler oldu. İhanetler de var. İlla ki sansürü iktidar yapıyor diye bir şey yok. Bakıyorsun meslektaşlarının kıskançlığı altını oymuş. Ülkemizin son 10-15 yılında sanat ve muhalif sanatçılar için sansür açısından kötü bir dönem oldu. Bunun içinden hepimiz yara bere içinde çıktık. Hayyam rubaisini retweet ettim diye ceza alıp davanın düşmesi dönemini içeren 4-5 yılı hayatımızdan çalınmış gibi değerlendiriyorum. Düşünsene, Londra, Hamburg, Berlin’de konser yapmışsın, ülkene dönmüşsün, havaalanından Kartal Adliyesi’ne ifade vermeye gidiyorsun! Filanca cemaatin şikâyeti varmış. Din tüccarlarının eline düştü bir dönem. Temizlenmesi için hepimiz mücadele ettik. En sonunda iktidarın kendisini de yedi bu işler, buna şahit olduk. 

ŞİİRE İLGİM BÜYÜK

- Beslendiğin bir damar da Türk şiiri. Nâzım vazgeçilmezin. Daha çok İkinci Yeni fanatiği misin? Ahmet Arif, Dağlarca, Özdemir Asaf, Refik Durbaş, Küçük İskender’e de yer var mı şarkılarında?  

Aynen öyle! Şiir küçüklüğümden beri hayatımda. Gençliğimde de şiirler besteledim. İlk şarkılar gibi. Gelecek ay “Şu Dünya’nın Sırrı” adlı bir şarkı albümümüz de çıkıyor. Bu sefer eski Türk şairlerinden çok aldım; Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan, Hayyam.. Yenilerden; Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Metin Altıok. Her zaman şiire ilgim büyük. Çünkü, şiirin müzikle olan bütünleşmesinden aldığım haz çok büyük.  

‘TÜRKİYE’DE SANAT ORTAMI VAHŞİ’

- Türkiye’deki müzik ve sanat eğitimine çok değiniyorsun. Kadro, “memur sanatçılar” konusu.. Devletin sanata, sanatçılara şaşı bakışı, “üvey evlat” tavrı, önyargılar nasıl değişir? 

Sanat dünyaya haykırmalı. Sanatçının içinde o haykırış, ifade yoksa bunun adı “memur sanatçılık” oluyor. Müziği sevdirme yerine küstürüyor. Bunun önüne geçmek için hevesli genç sanatçıların o kadrolarda olması lazım. İDSO, ADSO, Adana vs. kadrolar açık, orkestralar eksik. Yıllardır sanatçı alınmıyor. Dünya ile iç içe bir Türk sanatı olması için sistemin tümden ele alınması gerekiyor. Kitabımda bunlara geniş yer verdim. Kavga çıkarmak için değil, ülke iyiliğine, hayrına.. “Memur sanatçı” bir kavram. Çalışan sanatçılar üstüne alınmasın lütfen. Konu memleket konusu. 

Usta çırak ilişkisi

- Hocalarını anlattığın bölümlerde bir hüzün çöküyor. Usta-çırak ilişkisi önemli midir müzikte?

Çok çok önemli. Ailenden bile daha fazla, daha yakın, ustalarla vakit geçiriyorsun. Mithat Fenmen, Kamuran Gündemir ve Davit Levine hocalarımla haftanın uzun saatlerinde bu sanatın ustalığını öğrenmek için birlikte olurduk. Kamuran Hocam çok değerlidir. 1982 sonrası 5-6 yıl, 12-17 yaş arası önemli dönemimde benim gelişimimi o sağlamıştır. Türkiye’deki sanat ortamında birbirini yemeceler, kuyu kazmacalar dünyadakinden daha sert ve vahşi oluyor. Kamuran Hocamı da kendi camiası bezdirmiş, harcamıştır. Bunun üzüntüsünü yaşardı. 


“Babam opera yazmamdan yana değil. Demode sanatlar arasında kaldığını düşünüyor. İlginç bir şey yaratılırsa, tasarım ve müzik olarak her şeyiyle, enternasyonel olarak ses getirecektir. Ben vokal değil, entsrüman bestecisiyim. Senfonik müzik ve piyano, bazen de şarkı besteliyorum. Olayı iyi bilmem, teatral dengeyi iyi kurmam, öğrenmem lazım. Hayatımda yaparım diye düşünüyorum ama sözünü de vermeyeyim.”