Kendi bedenimde küçük bir cinayet işledim
Aşk, eylemler, Sansaryan Han, dramatik anlar, bitmiyor... Ali İsmail Korkmaz’a polis kurşunuyla öldürülen gencecik Dilek Doğan’a, Tahir Elçi’ye yakılan ağıt... Sinema, atölyeler, mülteci kampları, Karadenizli amazon kadınların çadırları... Işıl Özgentürk hep hikayenin peşinde, aslında çoğunlukla tam da içinde... Yorulmadınız mı dediğimde cevabı kitabının da başlığı aslında... "68 yılında ondokuz yaşındaysan hep ondokuz yaşındasın"... Özgentürk ile yeni kitabından yola çıkarak hayatını konuştuk.
İpek Özbey- Yeni kuşakların kitabınızı okuduklarında “Vay canına neler yaşanmış “ demelerini istiyorsunuz. Onlardan bu cümleyi duymak için nasıl bir anlatım seçtiniz? Neler sizi tetikledi?
Sevgili İpek beni tanıyorsun, her cümle, her sözcük, her olay bende inanılmaz başlangıçlara neden olur? Bu biraz da en sevdiğim iş olan röportaj yazarlığının bana kazandırdığı bir meslek durumudur. Bu kitaba da şöyle başladım, Gezi olayları sırasında bir üniversitede senaryo dersi veriyorum. Sınav yapacağım. Öğrencilikte kaytarmak esastır, bir de baktım e-posta kutumda öğrencilerimin e-postaları, “Hocam Gezi’deyiz!” diyorlar. tabii gülümsedim ve sınavdan vazgeçtim, ertesi hafta sınıfta öğrenciler soluk soluğa bana nasıl direndiklerini, biber gazı fişeklerini nasıl havada yakalayıp su dolu bir kovaya attıklarını anlatıyorlar. Benim de içimden geldi “şimdi ben de size 68 yılından sıradan bir günü anlatacağım” dedim ve başladım anlatmaya: “Beyazıt Meydanı'na çıkan bakırcılar çarşısında yürüyorum,birden çarşının girişine bir araba dolusu Frugo geldi. Biz o zamanlar beyaz başlık giydikleri için polise Frugo dedik. Neyse sözü uzatmayayım, Frugolar yere diz çöküp silahlarını yürüdüğüm yola doğru uzattılar ve birden ben bir kurşun yağmurunda kaldım. Pratiğimiz var kendimi ilk gördüğüm bakırcı dükkanına attım.Kurşun yağmuru onbeş dakika sürdü.Ben de çıkıp Beyazıt meydanındaki okulumun yolunu tuttum.” Sınıfta bir sessizlik oldu,bir de baktım inanmamış gözlerle bana bakıyorlar. Bir kız öğrencim sordu,” hocam hiç mi korkmadınız? Gerçek kurşun sizi öldürebilirdi?” Öğrencimin sorusu ilk kez korkuyu aklıma getirdi. Ve o zaman kendi kendime fısıldadım, “hakikaten seni tesadüfler bu yaşa kadar yaşatmış, öyleyse dedim yeni kuşaklara kendi 68’imi anlatmayım çünkü anlatacaklarım sadece benim yaşadıklarımla sınırlı değil, ben yoldaşları dağlarda,sokaklarda vurularak, idam sehpalarında asılarak öldürülen bir kuşaktan geliyorum. Hadi başla. Ve yazdıkça gördüm ki, bendeki 68 ruhu 68’de bitmiyor, yaşam boyu sürüyor öyleyse onları da anlatılmalıyım dedim. Kitabın adı da bu düşünceden oluştu, evet 68 ruhu sizi hiç terk etmez, isteseniz de.
- Aslında nasıl biri olacağınızın ipuçları daha hayatınızın başlarında var.Yüzme bilmiyorsunuz,boğulma tehlikesi yaşıyorsunuz.Herkes sizden normal bir çocuk gibi ağlamanızı beklemiş olmalı siz ne yapıyorsunuz? Ayrıca size dedikleri gibi “yaramaz Işıl mıydınız?”
Ne mi yapıyorum, yattığım yerden fırlayarak denize koşuyorum ve yüzüyorum. Dediğin gibi normal bir çocuk değilim, teşekkür ederim. Bilirsin çocukluk insanı yaşamı boyu takip eder. Kitapta çocukluğumu anlattığım bölüme “Alis (Işıl) Harikalar diyarında diye başlık attım. Gerçekten öyleydi, annem babam cumhuriyet aşığı iki genç insandı. Ve sihirli bir kent olan Antep’de yaşıyorduk. Küçücük boyumla izci giysileri giyip oymak başı olmuştum. Babam, Maarif Müdür Yardımcısı olduğundan her Allah'ın günü beni de yanına alıp dağ köylerindeki okulları, kursları denetlemeye giderdi. Başka dilde türküleri ilk 8 yaşımda duydum, ağıtları da. Adım yaramaz Işıl’a çıkmıştı. Vallahi Billahi günahımı aldılar. Antep Şehir Kulübü’nün terasından kulüp binasını çevreleyen açıkhava pavyonlarını tek başıma dikizlemedim, sessizce kulüp merdivenlerinden inip pavyona tek başına gitmedim. Yani bana haksızlık yapılıyor. Bu arada aşka dair ilk bilgilerimi dikizlediğimiz pavyonlardan edindim. Ortaokulda bize beden yaptıracağı yerde odun taşıtmaya kalkan beden hocasına sadece ben hayır demedim. Herkes haykırdı “Hayır !” cezamızı da paylaştık. Burada annemden sözetmeliyim, dehşet bir arkeoloji meraklısıydı, her hafta sonu ören yerinde dolaşıp dururduk. Benim dünyanın yarısından fazlasını, ülkemin her yerini dolaşmış olmam da annenim payı büyüktür. Çocukluğum yazarken beni bile büyüledim ama her çocuk bir gün travmayla karşılaşacaktır. Ben de bir keklik sürüsünün peşinden giderken uçuruma yuvarlanıyordum anlık kurtarıldım. İlkokulda bir gün bizi sınıfça sıraya dizip Atatürk meydanına götürdüler. Pek çok okul da gelmişti ve bize dediler ki, başınızı yukarı kaldırıp bakın. Başımızı yukarı kaldırıp baktığımızda darağacında sallanan iki kişi gördük. Dilleri dışarıdaydı. Şok olmuştuk, bana inme gibi bir şey gelmişti. Babamın alıp getirdiği bisiklete bile bir hafta sonra anca bindim. İlk silah sesini evimizin içinde duydum. Fare fobim çocukluktaki bir olayla ilgilidir. Bu nedenle asla bir illegal örgüt üyesi olamadım. Bir fare gösterseler bülbül gibi şakırdım.
- Gene çocukluğunuzda 6-7 Eylül olaylarının tanığı olmuşsunuz.
Ben küçüktüm tatildeydik, İstanbul’da Misak-i Milli caddesinde annemin kuzenlerinin evinde kalıyorduk. Tipik bir Rum eviydi. O geceden kapının çalındığını ve kuzenin yan komşusu çocuklu bir Rum ailesini eve alıp tavan arasında sakladığını anımsıyorum. Bir de dört gün sonra annemin biz çocukları Kadıköy Bahariye’ de bir muhallebiciye götürdüğü ve yollardan zeytin yağının aktığı aklımda kalmış.Bir de parçalanmış buzdolabı kapakları.
- Kitabınız öylesine size ait ki, örneğin: “İntihar duygusunun her zaman yanıbaşınızda durduğunu,onunla gerçek bir savaşçı gibi savaştığınızı” söylüyorsunuz. Bu duygu nereden geliyor.nasıl savaşılır bununla?
İşte can alıcı bir soru .Dostlarım,arkadaşlarım beni hep neşeli biri olarak bilirler. Ama bu neşenin gerisinde beni hep takip eden bir intihan izleği vardır. Bunun nedeni belki de ben büyürken bana emek veren, kıvırcık saçlarımı ütüyle düzelten evimizdeki yardımcı Sıdıka ablamın aile zoruyla kendinden büyük, zengin bir adamla evlenmemek için gencecik bedenini Fırat’ın girdaplı sularına bırakmasıdır, bilmiyorum. Ama bu duygu bir yandan da hayatı fazlasıyla sevmeme, doya doya yaşamama neden oldu .Bir de fazlasıyla korkusuzumdur, intihar duygusunun bunda da bir payı olduğunu sanıyorum.
HUZUR SÖZCÜĞÜNÜ SEVMEM
- İçimden “ah" diyerek okudum şu cümle:” Ehlileşmiş bir aşk beni hiç bulmadı”. Bulsun ister miydiniz?
Sevgili İpek, hayatımız hep kendi seçtiğimiz biçimde yol alır. Ehlileşmiş bir aşkı kim ister? Çok can sıkıcı. Ben huzur sözünden de hiç hoşlanmam. Huzur sözcüğü bana ölümü anımsatır. Kısaca kaos severim. Böyle birinin yani benim ehlileşmiş bir aşktan koşar adım uzaklaşması gayet normaldir. Arada sevgililerim oldu ama beni baştan çıkaran üç aşk yaşadım. Aşk benim uyuşturucumdur ama ehlileşmemeli, öyle de yaptım âşık olduğum kişileri belirsizliklere, karmaşaya, neşeye, sevgiye boğdum. Bazısı çok uzun sürdü demek ki,onlar da bu oyunu sevmişler.
- Evet ehlileşmiş hiçbir aşkı sevmiyorsunuz. Evlilik de biraz ehlileşme olmuyor mu? Yönetmen Ali Özgentürk’le neden evlendiniz?
12 Mart'tan sonra ben Kültür Sarayını yakmaktan o dönemin işkence merkezi Sansaryan Han’a getirilmiştim. Dosyam epey kabarıktı. Çünkü ben 68-69-70 yıllarında bütün vaktimi protesto eylemlerinde,sokaklarda,düğün salonlarında, Kanlı Pazar’da, Komer’in arabasının yakıldığı Ortadoğu Devrim alanında, yüzlerce grev yerinde oyun oynayan Devrim İçin Hareket Tiyatrosu’nun hem oyuncusu hem yazarıydım, ayrıca ayda bir çıkan Maden-İş gazetesinde ve dönemin en muhalif dergisi ANT’ta gönüllü muhabirlik yapıyordum. Bir de İktisat Fakültesinde İdris Küçükömer’in hocanın asistanı Mahir Kaynak’ın en çok soru sorduğu öğrenciydim. Benden işçi hareketlerini sorar ben de bülbül gibi anlatırdım. Meğer cebinde içinde dinleme aracının olduğu bir dolmakalem taşırmış. 12 Mart'tan sonra ajan olduğu açığa çıktı.Dosyam kalın olmasında ne olsun? Ben Sansaryan handan kurtulunca Ali’yle evlenmeye karar verdik. Çünkü herhangi birimiz içeri girerse, görüşmek için soyadı zorunluluğu vardı. Bu evlilikten geriye bana, küçük ve büyük sevinçler, başdöndürücü mutluluk anları, ihanetin kara yüzü, pek çok hikâye, pek çok senaryo kaldı. Bir de hayatımı şenlendiren dünyalar güzeli Dünya adlı kızım. Ve anladım ki, evlilikle aşk bir arada olmuyor. Sanırım aşk bahsi bu kadar yeter.
- Sansaryan handa geçen bir polis ve bir genç kız hikayesi anlatıyorsun.Soğuk, ürperten bir dokunmayla başlayan. O genç kız siz misiniz ?Anlatır mısınız hikayesini?
Evet o dehşet verici, ürpertici hikayedeki genç kız benim. Kitabımda da ben olduğumu söylüyorum. Benim için kitabın en zor sayfaları oldu. Sansaryan hana girdiğimde gebeydim ve bunu saklamak zorundaydım. Ben de kendi bedenimde küçük bir cinayet işledim. Bu hikayeyi yazarken çok ağladım ama bazı durumların söylenmesi, yazılması gerek artık.O kadar çok kızkardeşim işkenceye uğradı ki, benim cinayetim yaşananlar yanında önemsiz bile gözükebilir. Ama yetmiş yıllık yaşamımım en zor anlarıdır.
- Kitabınızda Devrim İçin Hareket Tiyatrosu benim için bir okul oldu diyorsunuz? Nasıl bir okuldu bu?
Bak bir döküm vereyim, bu tiyatroda üç yılda 60 kişi çalışmış.Toplam 750 oyun oynamışız. Başlıca üç oyunumuz var Köprü, Grev ve Amerika. Hayatımın en güzel zamanları bir gün içinde altı grev yerinde oyun oynadıktan sonra sıcak bir çay içtiğim zamanlardır. Tiyatro eğitimi almadığımız için hepimizin sesinin kısıldığı zamanlar. Benim o yaşlarda sesim çok inceydi, sonra ses tellerim hastalandı,oyun bana yasak edildi tabii ben bu yasağı dinlemedim. Bugünkü kalın sesimi buna borçluyum. Ama bu ses çok mikrofonik.
ORYANTALİ BAŞARAMADIM
- Hayatınızın dönüm noktasını sorsam bana ne dersiniz ?
Hayatımın dönüm noktası İktisat Fakültesinde daha sonraları faşistler tarafından otobüs durağında kurşun yağmura tutulan Orhan Cavit Tütengil’in öğrencisi olmamdır. Sosyoloji hocamdı, bize bir ödev verdi, "Kağıt kalem alıp, gidip gecekondularda röportaj yapıp bana getirir.” Kağıt kalemi alıp yola koyuldum,sonra hoca tahtaya çağırıp ödevimi bana okuttu. Çok yüksek bir not almıştım. O gün karar verdim. İktisat okuduğum halde asla bir finans işinde çalışamayacaktım. İyi ki bu kararı vermişim. İşte buradayım.
- Cumhuriyet Gazetesi'nin kırk yılında röportajlarla, seri yazılarla, gezi hikayelerinizle hep vardınız. Sonra bir de köşe yazarlığı. Bir kocaman tarih.
Ben üç darbeden emekli ve yaşam boyu Cumhuriyet Gazetesi’nin yılmaz bir emekçisiyim. En çok Cağaloğlu’ndaki yıkıldı yıkılacak binamızdaki günlerimi özlüyorum. Kahkahalarla güldüğümüz ve sevdiklerimizin arkasından gözyaşı döktüğümüz günleri. Bir de kedileri. Binanın asıl sahipleri kedilerdi, ne zaman bir kedi ağzında kocaman bir fare İlhan abinin odasına girip tam karşısındaki koltuğa oturdu, İlhan abi “yeter bu kedi sevgisi” dedi. Kediler gönderildi mi? Orası meçhul.
- Kitap dışında şunu da sormak istiyorum. Yakın zamanda Kadın intiharları nedeniyle yazdığınız bir yazıdan ötürü eleştirildiniz? Bu sizi nasıl etkiledi?
İnanılmazdı. Dört gece hiç uyumadım. Ak ve kara trollerin küfürlerini saymıyorum, onlar malum. Ama HDP Batman milletvekilinin, Batman Valisiyle aynı frekansta hareket edip bana ırkçı ve faşist demesi, kadınların “kerhanede çalıştığımı" söylemeleri ve özellikle Gazete Duvar'da yazı yazan entelektüellerin aynen devleti temsil eden Vali gibi hatta daha da ağır bbiçimde beni yerin dibine batırmaları çok zoruma gitti. Tam da o sırada kitabımın sonundaki Tahir Elçi ağıtını yeniden gözden geçiriyordum. Ölüm tehditlerini söylemeyeceğim. Vız gelir. Ama bazı kişiler sevinebilir devlet bana soruşturma açtı. Müjdeyi vereyim. Bu arada yüzlerce kişi benim yanımdaydı. Onlara buradan teşekkür ediyorum.
- Bugün büyük fotoğrafa baktığınızda “keşke”leriniz var mı ?
Olmaz mı? Çocukluğumda sabahtan akşama kadar oryantal dansı yaptığımı düşlerdim. Bunu başaramadım.