Kenan Karabağ’ın son romanı ‘Maria Suphi, Bir Direniş Öyküsü’: Maria kaç kez vuruldu?
Yazar Kenan Karabağ, Trabzon’da uzun süren araştırmasını tamamladı ve Maria Suphi ilk kez bir romana konu oldu. Maria’nın çığlığını bugüne taşıdı.
Mehmet Utku ŞentürkKenan Karabağ, yıllarca topladığı bilgi, belge ve tanıklıklara dayanarak kaleme aldığı 400 sayfalık romanında Maria Suphi’nin 100 yıldır karanlıkta olan hikâyesinin izini sürüyor. “Artık herkes öğrenecek ve ona yapılanlar unutulmayacak” diyor. Kitapta, Mustafa Suphi’nin mücadelesi, Rusya’ya kaçışı da yer alıyor. Trabzon Çömlekçi Limanı’nda başlayan ölüm yolculuğunun bütün detayları da...
Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı, 28-29 Ocak 1921’de bir kez öldürüldü ancak kayıkçılar kethüdası Yahya Kâhya’nın esir aldığı Maria Suphi ise iki buçuk yıl boyunca işkencelerle, aşağılanmalarla ve tecavüzlerle yüzlerce kez öldürüldü. Kenan Karabağ, son romanında Maria Suphi’nin anısını gün yüzüne çıkarıyor. Maria’yı içiniz paramparça okuyacaksınız... Trabzon’a her gelişimde onun izini aramış Karabağ. İğneyle kuyu kazmış. 2015 yılında artık elindeki bilgilerle kitabın yolu açılmış ancak toplanacak daha çok şey varmış... “İçimden bir ses ‘sakın peşini bırakma,’ diyordu. Her geçen sene öğrendiklerim çoğaldı. Onun hikâyesine ulaşmak için çok çabaladım” diyor.
Gerçek olaylardan yola çıktınız ve bir roman yazdınız. Ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu diye sorsak?
Ben önceki romanında da yarı belgesel bir yol seçtim. Maria Suphi’nin hikâyesinde de o yoldan hiç ayrılmadım. Bilgileri kurgularken, gerçek yaşanmışlık hep önümde durdu.
O EV BİLİNİYORDU
Maria Suphi, Mustafa Suphi ve yoldaşları katledildikten sonra tecavüz ve işkencelere maruz kaldı. Erkek egemen bir toplumda kadın bir devrimci olmanın ‘cezasıydı’ bunlar. Romanın yazma sürecinde siz neler hissettiniz?
Maria Suphi yoldaşları öldürüldükten sonra yaklaşık 2.5 sene kadar yaşadı. Bu süreçte erkek egemenliğinin en acımazsız şiddetiyle karşı karşıya kaldı. Aslında ona yapılanlarla düzene baş kaldırmak isteyenlere mesaj verildi. “Kadınlarınızı da işte böyle yaparız” dendi. O günden sonra sistemi değiştirmek isteyenler de neredeyse aynı akibete maruz kaldılar diyebiliriz. 68 kuşağı buna örnek verilebilir. O zamanlar denizde boğdular. Maria’yı işkence ve zulümle öldürdüler. Denizleri de darağaçlarında asarak sistemin değişmesine izin vermediler. Bunun daha fazlası ise 12 Eylül darbesiyle yapıldı.
Mustafa Suphi ve yoldaşlarını ve tabii ki Maria Suphi’yi kim öldürttü?
Buna tam olarak cevap vermek için elimizde yeterli belge yok. Birçok belgenin yok edildiğini düşünüyorum. Ancak heyetin Erzurum’dan itibaren yaşadıklarına bakarsak siyasi erk tarafından yoğun bir örgütlenme ile Trabzon’da infaz edildikleri görülmektedir. Maria Suphi’nin kapatıldığı ev yine siyasi erk tarafından bilinmekteydi ancak herhangi bir müdahale yapılmadı. Yoldaşları gözünün önünde öldürüldüğü için de onu sağ olarak bırakmaları mümkün değildi.
Müslüman ve Türkiye kökenli birçok komünist hem Kızılordu saflarında hem de Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nda savaştı. Neden?
Bolşevikler yeni bir dünya vaat ediyorlardı. Sınıfsız, sömürüsüz, ezenin, ezilenin olmadığı yeni dünya bir heyecan dalgası yaratmıştı. İnsanlar Enternasyonalist olmayı bir ayrıcalık saymaya başlamışlardı. Ve Bolşevikler her halka kaderlerini tayin etme hakkı tanıyacaklarını söyleyerek Müslüman Türkleri yanlarına çekmeyi başardılar. Sultan Galiyev öncülüğünde Bolşevik safları alabildiğine genişledi. Mustafa Suphi ve yoldaşları da Beyaz orduya karşı savaşanların içine katıldı. Orada elde ettikleri tecrübeyle sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyayı kendi ülkelerinde de kurmak için harekete geçtiler. Bunun için öncelikleri Anadolu’da verilen Kurtuluş Savaşı’na dâhil olmaktı. Bunun nedenle Bakü’den yola çıkarak emperyalistlerin işgaline karşı Mustafa Kemal’le birlikte ülkenin kaderinde söz sahibi olmak istediler. Ölümü göze alarak Anadolu topraklarına geldiler...
1915 öncesinin Mustafa Suphi’si “milliyetçi”, “Türkçü”, Rusya’da ise tamamıyla Bolşevik olmuştu. Onun için Lenin’den ziyade Galiyev’in sosyalist ideolojisine yakın diyebilir miyiz?
Mustafa Suphi bilindiği gibi önce İttihat ve Terakki Partisi içinde yer aldı. Paris’de eğitim gördüğü zamanlarda ilk değişimi başladı. Önce İttihat ve Terakki saflarından ayrılarak onlara muhalif yazılar yazmaya başladı. Türkçülük ve Turancılık ideolojisi ise Bolşeviklerle Ural’da sürgün yaşadığı zamanlarda tamamen eridi. Galiyev ekolüyle tam olarak uyuştuğu tartışmalıdır. O da Anadolu’da dini bir kenara bırakarak önce sosyalist bir yapının kurulmasını isteyenlerdendi. Onun Anadolu topraklarına adım attığı zamanlarda okuma yazma oranı yüzde 2-3 civarındaydı. Sultan Galiyev örnek aldıkları içinde önemli bir yerdeydi ancak Anadolu’da onun fikirlerini uygulamak için yola çıkmadılar.
İSTEKLERİ SAVAŞMAKTI
Romanda yan karakter olarak geçen ve yine yaşamış “gerçek” bir kişi olan Ethem Nejat da geçmişi Türk ocaklarından gelme, Türkçü, Turancı bir sosyalist.
Kendisi eski bir maarif müdürüdür. Birçok yerde öğretmenlik yapmıştır. Yaşadığı dönem itibarıyla eğitimli biridir. Bu nedenle de kendisini değişen dünyaya yeniden entegre etmiştir diyebiliriz.
Mustafa Suphi’yi Bakü’den Anadolu’ya dönme fikrinden caydırmaya çalışanlar vardı. Bu kararı almasında Mustafa Kemal Atatürk ile mektuplaşmaları ne kadar etkili oldu?
Mustafa Kemal’le mektuplaşmaları oldu. Tam olarak gelin ya da gelmeyin diye bir tavır yoktu. Onların istediği emperyalistlere karşı verilen savaşın içinde yer almaktı. Ve Ankara hükümetinin izin verdiği ölçüde de parti teşkilatını örgütlemekti. Bunun için de gelmeye karar vermeleri biraz da Ankara hükümetinin net bir tavır almamasından dolayı olmuştur diyebiliriz.
Türkiye Komünist fırkası gerçekten danışıklı bir parti miydi?
Bolşevik Rusya’dan daha kolay yardım alabilmek için düşünülmüş geçici bir çözüm gibi duruyor. Hem bu şekilde kurulacak başka komünist partilerin de önü kesilmiş oldu.
‘ON BİR KİŞİYDİK’
Kitapta Mustafa Suphi’nin Sinop’tan kaçış öyküsu detaylıca işlenmiş:
“Kırım sahilinde balıkçı kayıkları vardı. Tek tük insan görünüyordu. Sota bir yerde bekledik. Sonra birer ikişer suya atlayarak sahile çıkmaya başladık. On bir kişiydik. Yalta sahillerinden Sivastopol’a doğru başlayacak büyük yürüyüşümüz için yola düzüldük... Elbiselerimizi yüzerken sırtımıza sıkıca bağlamıştık, fazla ıslanmadan kıyıya ulaşmıştık. Hepimizin başında fes vardı...”
KIRIM’DA YENİDEN YENİ DÜNYA
Kitaptan:
“Maria koltuğunun altına doldurduğu Yeni Dünya dergisini dağıtmak için heyecan içinde Novorosiski sokaklarına ilk girenler arasındaydı... Dergi ticaret gemilerinin kaptanları, tayfaları aracılığıyla Anadolu yolunu tutmuştu... Mustafa Suphi Kırım’da çıkan ilk sayının içine koyduğu bildiride halka şöyle sesleniyordu: Türk askerine ve Türkiye’nin mazlum işçi ve köylülerine... Hemşehri! Toprağınızı, hakkınızı, hürriyetinizi müdafaadan çekinmeyiniz. Dünyada yalnız olmadığınızı unutmayınız Yaşasın hain ve canavar Avrupa emperyalistlerini korkutan içtimai inkılap! Yaşasın bütün Avrupa amelelerine ruh ve kuvvet veren Bolşevizm!”