Kemal Soytürk ailesi: 'Bir gün çıkıp gelecekmiş gibi bekliyoruz'
Dünyayı kasıp kavuran koronavirüs Türkiye’de de can almayı sürdürüyor. Nicedir 83 milyon, her akşam 7 sularında ekran başına geçip, Sağlık Bakanı’nın vereceği “rakam”ları bekliyor. Kaç kişi hastalanmış, kaç kişi hayatını kaybetmiş, kaç kişi entübe olmuş... Rakam biraz düşünce, bir rahatlama geliyor ama ateş düştüğü yeri yakıyor elbet... “Rakam Değil İnsan” yazı dizisi için koronavirüsten hayatını kaybedenlerin yakınlarına ulaştık, hikâyelerini, gerçekleşememiş hayallerini dinledik. İlk durağımız Zonguldak... Hayatını kaybeden 52 yaşındaki maden “işçisi” Kemal Soytürk’ün evindeyiz...
İpek Özbey/Mustafa K. Erdemolİlk hafta sonu sokağa çıkma yasağı duyurulurken “30 il ve Zonguldak’ta” ifadesi dikkat çekmişti. “Neden Zonguldak’ı da katarak 31 il dememişlerdi” diye düşünen çok olmuştur. Oysa çok basit bir nedeni vardı bunun. 30 büyük il kadar nüfusu yok Zonguldak’ın.
Böyle olmasına rağmen o iller kadar salgın merkezi olma potansiyeline sahip. Çünkü, yıllardan bu yana akciğer hastalıklarının merkezi durumunda bir il Zonguldak. Uzun zaman da böyle kalacağı tahmin ediliyor. Bağışıklık sisteminin zayıflığını çok sevdiği bilinen koronavirüsün bulaşma hızının Zonguldak için ciddi bir risk taşıması bu nedenle şaşırtıcı değil. Bir emekçi kenti olarak Zonguldak çevre kirliliği açısından da “ligin üst” sıralarında yer alıyor. Acımasız endüstrileşmenin insan sağlığını dikkate almayışı Zonguldak özelinde çok iyi görülebilir. Barış Doğru’nun (https://www.iklimhaber. org/temiz-komur-masallari-30-buyukil-ve-neden-zonguldak/) verdiği bilgilere göre, Zonguldak Merkez ve Çatalağzı ilçesinde taş kömürü kullanan 3.090 MW kurulu güce sahip dört adet santral faal durumda.
Doğru, “Çevre Mühendisleri Odası’nın 2018 yılında yaptığı saha çalışmasında, bölgedeki hava kirliliği yükünün Türkiye, AB mevzuatı ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği değerlerin üzerinde olduğu, mevcut termik santralların tam kapasite ile çalışmaması durumunda bile mevzuatlarla belirlenen tüm sınır değerlerin aşıldığı belirlenmiş durumda” diye özetliyor kentin durumunu.
NÜFUSUN YÜZDE 60’I HASTA
Yani şu koronavirüsü alt etmede çok önemli olan güçlü bağışıklık konusunda hayli zayıf durumda bir kent Zonguldak.
1.5 kilometre karelik alanda kömür tozu püskürten 7 termik santral nedeniyle şehirde yaşayanların yüzde 60’ı akciğer hastalıklarıyla boğuşuyor. Salgın kaynaklı ölüm oranında İstanbul’u geride bırakmış, vaka yoğunluğu açısından da üst sıralarda yer almış durumda. Koronavirüs solunum yolu rahatsızlıkları yaşayanları çok daha fazla etkiliyor. O nedenle 30 büyük ilin yanı sıra Zonguldak’ın da eklenmesi anlaşılır bir durum. Zonguldak’da 160’a yakın vaka, 15’e yakın da ölüm vardı.
Koronavirüsten yaşamını yitirenlerden biri de Türkiye Taş Kömürü Kurumu Üzülmez Müessese Müdürlüğü Asma İşletmesi’nde elektrik teknikeri olarak çalışan 28 yıllık maden işçisi, iki çocuk babası, 52 yaşındaki Kemal Soytürk’tü. 29 Mart’ta kaldırıldığı Atatürk Devlet Hastanesi’nde tam 9 gün tedavi görmüş, ama ne yazık ki kurtulamamıştı. Hastanede tedavisi sırasında ailesini ve arkadaşlarını uyararak “evde kal” çağrısı yaptığı anlatılıyor. Zaten ağır bir emekçi yaşamına sahip olan Soytürk’ün yıllarca yeraltı koşullarına dayanan bedeni bu kez dayanamamıştı. Hastalığın öğrenilmesi, tedavi süreci, kaybından sonra koronavirüsün “psikolojik kurbanı” olmuş ailesi elbette çok acılı bir süreç yaşadı.
Onların yaşadıkları aslında Zonguldak’ta koronavirüse kurban giden başta madenci yakınları olmak üzere tüm emekçilerin ortak trajedisi. O nedenle ondan söz edecek oluşumuz, aslında tüm Zonguldak emekçilerinden söz etmek olacak.
“KİMSEYLE GÖRÜŞMEYİN”
Gazeteci arkadaşım, meslektaşım Ali Ayaroğlu Zonguldak’ta Soytürk’ün eşi Ebru Soytürk’le konuştu. Acılı eş yaşadıklarının tam bir dram olduğunu söylüyor. Başlangıç artık bildiğimiz gibi. Hemen tüm vakalarda önce bunu duyduk çünkü. “Kemal evde rahatsızlandı. Doktora getirdik, koronavirüs başlangıcı olduğunu söylediler. Bizi eve göndererek ‘kendinizi karantinaya alın, kimseyle görüşmeyin’ dediler” diyor Ebru Soytürk. Birkaç gün evde kalan, verilen ilaçlara devam eden Soytürk’ün ateşi düşmeyince yeniden hastaneye götürülür. Yapılan iki tomografi karşılaştırıldığında ciğerindeki lekenin daha da büyüdüğü görüldü. Kemal Soytürk’ün hastaneye kabul edilerek yatırılması o gün gerçekleşir. Tabii eşi ve çocukları da karantinaya girer evlerinde.
‘YATAK YOK’ DEDİLER EVE YOLLADILAR
Sağlık sorunları konusunda uzun bir geçmişe sahip Zonguldak’ta, buna rağmen yatak yetersizliği gibi bir sorunun olmasına inanamıyor insan. Birdenbire karşılaştığımız şu salgın nedeniyle, ne kadar hazırlıklı olunsa da kimi yetersizlikler yaşanacağı öngörülmüştü ama yine de ilk öneri olarak koronavirüs kapmış olanları evlerine göndermek başka risklere de kapı açıyor. Önlemleri konusunda henüz ne yapılacağına ilişkin onca bilgi eksiğinin olduğu ilk dönemler özellikle çok acı sonuçlara yol açtı.
Kemal Soytürk’ün dramı sadece bir örnek. “O gün beni aradı hastaneden Kemal” diyor Ebru Soytürk: “Ebru, gel beni al. Beni hastaneden çıkarıyorlar dedi. Ben de kendisine hasta olduğunu, nasıl çıkarılacağını sordum. Yatak olmadığını ifade etmişler. Ben gidip Kemal’i alıp eve geldim. Evde nefes alamamaya başladı. Ateşi gittikçe yükseldi. Hemen ambulans çağırdım. 3 gün serviste kaldı. onun ardından Kemal’i yoğun bakıma aldılar”.
“BABANI KAYBETTİK!”
Yoğun bakıma girmeden önce eşine telefon ederek çocuklara sahip çıkmasını söylediğini öğreniyoruz Kemal Soytürk’ün. Sonunun ne olacağını fark ettiğini anlıyoruz bundan. O yoğun bakımda yatarken eşi Ebru ile kızı Aybüke de koronavirüse yakalanır. Anne kızı hastanede aynı odada tedaviye alırlar. “Artık hastanede yaşamaya başlamıştık” diyor Ebru Soytürk.
Henüz kendinde olduğu sıralarda Kemal Soytürk görüntülü mesajlar yoluyla hastalık konusunda uyarılar yapar. Durumun ciddi olduğunu, önlemlerin ihmal edilmemesi gerektiğini söyler sürekli. Kendi deneyimlerinden söz eder, geç kalınmaması konusunda uyarır dostlarını ve herkesi. Aynı hastanede aynı sorunla boğuşurken babalarına ilişkin haberleri “dışarıdan” duyar anne kız. “Artık hepimiz hastanede yaşar olmuştuk. Kemal ile ilgili haberleri ortak arkadaşlarımız aracılığı ile alıyorduk. Bir gün kızıma Kemal’in arkadaşlarından bir mesaj geldi” diyor Ebru Soytürk. Mesajda “Babanı kaybettik. Hepimizin başı sağ olsun” yazıyordu. “Bizim dışımızdaki insanlar bizden önce haber almışlardı” diyor Ebru hanım.
KORONAVİRÜS HAYALLERİMİZİ ÇALDI
Bunun doğal bir durum olduğunu kimse söyleyemez. Aile bireylerinin birbirleri hakkında bilgilendirilmeleri hasta ve hasta yakınlarının hakları arasında oysa. Sağlıkçılar, kuşkusuz moral açıdan olumsuz olacağını düşünerek anne kızın tedavilerinin gidişatını etkileyeceğini hesaba katarak bu tür bilgilendirme yapmamış olabilirler. Ancak acı haberin başkaları tarafından verilmiş olmasının yaratacağı acı ve travma da herhalde yabana atılamaz. Aybüke işte tüm bunları yaşadı.
Anne Ebru Soytürk “Kızım yakasını, bağrını parçalamaya başladı. Birbirimize sarılıp acımızı bile paylaşamadık. Son görüşmemiz yoğun bakıma girerken vedalaşma oldu. Hala inanılır gibi değil” diyerek anlatıyor o anı. Aile olarak büyük travma yaşadıklarını, hâlâ kendilerine gelemediklerini de vurgulayarak “Sanki Kemal bir gün çıkıp gelecekmiş gibi bekliyoruz. En büyük darbeyi bize vurdu” diyor. Kemal Soytürk, yaşıyor olsaydı emekli olacak, yeni bir yaşam kuracaktı kendisine ve ailesine.
“Hayallerimiz koronayla birlikte gitti. Şimdi bana düşen görev çocuklarıma hem anne hem baba olmaktır” diyor Ebru Soytürk. Onun da tıpkı kaybettiği eşi gibi herkese bir mesajı var: “Herkese sesleniyorum. Bilim adamlarının söylediklerine kesinlikle uymalı, ona göre hareket etmelidir. Bu virüsün hiç şakası yok. Vurduğu gibi alıp götürüyor”.
HAYAT SÜRÜYOR AMA NASIL?
Yaşam kimileri için ders verici bir anlam taşımıyor demek ki. Bazıları için salgın öncesi sonrası diye bir ayrım yok. Davranışları gözden geçirmek, faydacı tutumlar almayı bırakmak yok. Fırsatçılık aslında bu tür kriz, kaos ortamlarında zirve yapar. Arsızın, uğursuzun aradığı anlardır bu anlar. Ebru Soytürk onca acı içerisindeyken bir de dolandırıcılarla uğraşmak zorunda kalır. “Acılarımızı yaşarken kimliği belirsiz kişiler tarafından tehdit edilmeye başlandık” diyor. Sözüm ona eşi Kemal’in o kişilere borcu varmış. “Benden habersiz alışveriş yapmazdı” diyor Ebru hanım: “Trafo aldığını söylediler. Avukatımızla birlikte gerekli yerlere suç duyurusunda bulunduk, verilen IBAN numarası Adana’dan, arayan telefonun birisi de Karabük’ten çıktı. Dolandırıcılarla başımız dertte”. Zaten çok ağır bir işçilikten sonra, hayalini kurduğu emekliliği yaşamadan hayatını kaybetti Soytürk. Eşi artık hem kendisi hem de kızı için zorlu bir yaşam mücadelesi verecek. Hepsini göğüslemeye hazır. Ama kabul edemediği, tahammül edemediği tek bir şey var; başkalarının acısını fırsat bilerek dolaylı gasp peşinde koşuluyor olması. Virüsü elbette yeneceğiz ama sosyal açıdan virüsten daha tehlikeli olan “insan bencilliğini” yenmek pek o kadar kolay olmayacak.