Kedi olma kültürü...
cumhuriyet.com.tr
Ekrandaki hekim hemcinsimi hayretle izliyorum. Kendisi, bir gecede on küsur premature (zamansız doğmuş) bebeğin yaşama gelir gelmez veda ettikleri bir sağlık biriminin sorumlusu. Kadın ve (muhtemelen) anne olarak kılı bile kıpırdamıyor. Bunu mesleki sükûnetine veriyorum. Hemcinsim gerçekten çok sakin ve ayrıntılı biçimde anlatıyor ki ölenler sağlıklı bebekler değildir; telaşa gerek yoktur; premature bebekler ağır sağlık sorunları olan canlılardır. O sırada ekranda, ölü bebeklerin anne ve babalarının yüzlerini görüyoruz. Nihayet hemcinsimin yüzünde bir üzüntü ifadesi beliriyor ve ailelere baş sağlığı diliyor.
TRT’nin bayan sunucusunu hayretle izliyorum. Orta zekâda bir sunucunun böyle bir durumda aklına gelecek, örneğin bu ağır sağlık sorunlu minicik insanlardaki ortalama ölüm oranının dünyada ve Türkiye’de ne olduğu; ilgili sağlık kuruluşunda salgın tarzındaki son ölümlerden önce bu oranın kaç dolayında bulunduğu gibi soruları, sorumlu kişiye yöneltmesini boşuna bekliyorum. Hekim ve sunucu, sağlıklı bebeklerin bakımı üstüne, kadınların konuk günlerine yakışır yumuşak bir söyleşiyi sürdürürlerken, ekranı karartıyorum.
Ne hekim hemcinsimin sorumsuz ve duygusuz, ne de sunucu hemcinsimin aptal olduğu kanısındayım. İkisinin de Türkiye’yi işgal etmiş vahim ve tehlikeli bir iklimin etkisinde kaldıklarını düşünüyorum.
Kadın ve erkek cinsinin üreme kapasitelerinin ciddi biçimde azaldığı, buna karşın her gün yeni virüslerle karşı karşıya kaldığımız, yani insan soyunun devamı için tehlike çanlarının çaldığı bir doğal tarih kesitinde, bir klinikte patlayan sebebi meçhul ölüm vakaları yüzünden hemencecik sağlık personelini suçlamak, kendisi de aslen eczacı olan bu satırların yazarının aklından geçmez.
Sorumlu kişiden beklenen, olayın ciddiyetini örtbas etmemesi, olayı aydınlatabilmek üzere ne gibi girişimlerde bulunulduğunu, ortalama izleyicinin anlayabileceği biçimde açıklamasıdır. Hepsi bu. Sunucuya düşen de uygun sorularla sorumlu kişinin açıklamasına yardımcı olmaktır.
Türkiye ne yazık ki derin ve gittikçe de derinleşen bir ahlak bunalımının içindedir. Türkiye’de vahim olayları örtbas etmek tarzında gittikçe şiddetlenen güçlü bir eğilim baş göstermiştir. İleri sürülen mazeret hep aynıdır: Aman panik olmasın! Borsada panik olmasın! Sağlıklı çocukların anne babalarında panik olmasın! Sektörde panik olmasın! Azgın kitlelerin kafası kızmasın! Borsa istikrarı yüzünden AKP’yi destekleyen akıllılar, ekrandaki hekim hemcinsim, Tuzla tersanelerindeki katliamı unutturmak isteyenler, 1993 Sıvas kıyımında 38 yurttaş cayır cayır yanmışken, sokaktaki saldırgan kitleyi kastederek “Çok şükür halka bir şey olmadı!” cümlesini kurabilen devrin başbakanı hep aynı kafa yapısının ve akıl yürütme biçiminin örnekleridir.
Sükûnet iyi bir şeydir, vuku bulan ağır olayın gerektirdiği işlemler yapılıyorsa! Her olayda, “Ölen ölür kalan sağlar bizimdir” diyenlerin sonunda felaket uçurumuna sürüklenmesi kaçınılmazdır. Son bir yılda meydana gelmiş ölümlü ulaşım ve iş kazalarının, gaz patlamalarının, hastanelerdeki tuhaf ölümlerin hangilerinin sebepleri, kafamıza yıkılan binaların hangilerinin çökme nedenleri açığa çıkmıştır? Hiçbirinin. Böyle olayların yinelenmemesi için ilgililere hangi önlemler önerilmiştir! İnsaf edelim, şeffaflık bu mudur!..
Örtbas kültürü, kişisel, toplumsal ve siyasal sorumluluk duygusunu, asgari dürüstlüğü, gerçeğe saygıyı, hayata ve birbirimize, adaletin tecellisine güveni, yanlışlardan öğrenebilme, böylece yaşam karşısında daha donanımlı olabilme yetilerini kökünden söküp atmakta, ihmalciliği ve tembelliği bir yaşam biçimine dönüştürmektedir! Türkiye’nin son on yıllardaki yanlış siyasi tercihlerinin ülkeye ve hepimize en büyük kötülüğü insanları kedi olmaya özendiren örtbas kültürüdür. Eskiler boşuna mı demiştir, “Balık baştan kokar” diye. Her türlü yolsuzluğun kol gezdiği, sıradan olaylar gibi kabul gördüğü, onur ve istifa kavramlarının silindiği, zan altındaki siyasetçilerin aklanmaya gerek dahi duymadan devletin en yüksek makamlarına tırmanabildiği ve bu tırmanışın hem halk, hem yandaş ya da karşıt siyasetçilerin çoğunluğu tarafından sindirilebildiği bir siyasal ortamda, örtbas kültürünün herkese ve her yana bulaşması belki de kaçınılmazdır.
Bayanlar, baylar, kendimize gelelim! Kedi bile sadece dışkısını örter!..