'Kati yine takipte! Yeni hedefi çürümüş medya!'

Kati Hirşel... İstanbullu Alman... Kuledibi'nde sadece polisiye kitaplar sattığı bir kitabevi var, yan dükkanı da devraldı alacak Kati!

cumhuriyet.com.tr

Evinin borçlarını yeni bitirdi. Saç rengini değiştirdi. Sevgilisi yok ama umudu var. Dizi izlemez, televizyonla işi olmaz. Migreni var. Kendi deyişiyle şişkoca. İrili ufaklı panik ataklar eşliğinde hayatla çekişmekte usta. Şehrin kargaşasına alışık ama şikâyetçi de. Üstüne İstanbul'un mahşeri koridorlarında koşaduran bir maratoncu, müzmin bir didikleyici, polisiyenin vücuda gelmişi. Duygusal, yer yer panik atak eşliğinde, giderek yerelleşen bir kent kadını. Bu sefer ucu siyasetçilere uzanan, cinsel fanteziler, şantajlar, kasetler, kamera kayıtlarıyla içli dışlı medya ve çete dünyasının derinliklerine dalıyor. Esmahan Aykol ile dokuz dilde yayımlanan Kati Hirşel serisinin dördüncü romanı Tango İstanbul'u konuştuk.

-Dokuz dilde yayımlanan, yurtdışında da büyük ilgi gören, 2001'de başladığınız Kati Hirşel polisiye serisinin önceki kitaplarından bahsetmenizi rica ederek başlayalım söyleşimize.

- İlk romanım yayımlandığında Berlin'de hukuk doktorası yapıyordum. Koca üniversitedeki tek tük Türkiyeli öğrenciden biriydim ve Türklere yönelik önyargılardan müthiş bunalmıştım. İlk romanım 'Kitapçı Dükkânı'nda maktulün Alman olması tesadüfi değil. Almanya'daki ilk birkaç senenin sonunda romanda bir Almanı öldürecek kıvama gelmiştim. Almanlar eleştiriye tahammüllü bir millet, Kitapçı Dükkânı'nı severek okudular. Yalnızca tez danışmanım, kitaba dair Berliner Zeitung'a verdiğim bir röportajda 'Alman hukuk profesörleri pek okumadıklarından olsa gerek, çok önyargılılar' dediğim için artık benimle çalışmak istemediğini söyledi. O gün bugündür hayatımdan gayet memnun şekilde sadece okuyorum ve doktora tezi değil, roman yazıyorum. 2003'te yayımlanan ikinci romanım 'Kelepir Ev'de otopark mafyasını ve İstanbul'dan şu ya da bu şekilde göç eden azınlıkların arkada bıraktıkları 'sahipsiz' malları anlattım. Kati Hirşel polisiyeleri yazıldıkları dönemde İstanbul sokaklarının bir fotoğrafı niteliğinde. O dönemde İstanbul'un meselesi neyse, Kati Hirşel'lerde de o var. 2007'de yayımlanan Kati Hirşel serisinin üçüncü romanı 'Şüpheli Bir Ölüm'ün konusu çevre kirliliği idi. Tango İstanbul'da ise medya şöhretlerinin dahil olduğu bir gizem var. Bu romanda ilk kez, gerçek hayatta karşılığı olan karakterlerle bir roman kurguladım. Medya mensuplarının kendileri de medyanın malzemesi haline geldikleri için okura tanıdık gelecek romandakiler.

 

'Kati, hesapsız, kitapsız, huysuz bir kadın'

- Kati'nin reflekslerini, tarzını açmalı ilk... Anlık durum değerlendirmelerinde usta, memleketin fiziki ve manevi reflekslerinden sonra orta sınıf hasletlerinden nasibini bir tamam almış, onlardan hem dertli, hem alışık bir kabulleniş içinde modern bir kent kadını değil mi ve beş yıllık bir aradan sonra bu kez nasıl bir iz sürücü, nasıl bir Kati söz konusu?

- Kati, hesapsız kitapsız, huysuz bir kadın. Biraz da çılgın. Tango İstanbul'da Nijeryalı temizlikçi, Kati'nin Alman olduğunu öğrendiğinde, 'Herkes Almanya'ya kapağı atmaya çalışıyor, senin burada ne işin var?' diye soruyor zaten. Babası Avram Hirşel, Alman faşizminden kaçıp İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşuna katılan bilim adamlarından biri. Kati İstanbul'da doğuyor, daha sonra ailecek Almanya'ya dönüyor. Üniversite'yi bitirdikten sonra bu kez bir Türk'e âşık olup onun peşinden İstanbul'a geliyor. Kuledibi'nde sadece polisiye roman sattığı bir kitabevi var ve her macerada tesadüfler sonucu cinayet çözmeye soyunuyor. Kati, dışarıdan bakan bir gözle Türk toplumunu ve aynı yabancılık hissiyle Alman toplumunu eleştiriyor. Aradan geçen beş yıl içinde her şeyden önce Kati bir beş yaş daha yaşlandı. Eskiden viski içiyordu, şimdi rakı sevmeye başladı. Bu belki de onun biraz daha 'yerelleşmesi' demek. Öte yandan, ilk romanlarda, 'Ne Türküm, ne Almanım, ben İstanbulluyum,' diyordu, bu romanda ilk kez Alman olarak akıbetinden şüphe duymaya başlıyor. Türkiye'nin gitgide dışa kapanmasına, ırkçılığın tırmanmasına paralel olarak, 'İstanbul artık benim memleketim değil mi?' diye soruyor.

- Falcıya gitmesi Kati'nin... Falcı fincanda ceset görüp fenalaşınca ve ölecek kişinin genç bir kadın olduğunu söyleyince, bir de Pelin'in arkadaşı Nil hastanelik olunca telaşlanacak kadar falın tesirinde. Ve 'durumdan' 'vazife' çıkarmasıyla başlıyor okuma... Ama ne vazife çıkarma! Öyle ki arkadaşları ve çalışanları Fofo, Pelin, Lale'yi de Kati'leştiriyor değil mi? Hayatlarına duyarlı olduğu tüm o etrafındakilerde bir merak duygusu uyandırmayı başaran, onları kimi zaman tatlı-sert yarı histerikçe yöneten, yönlendiren, katalizör görevi gören bir kadın da diyebilir miyiz?

- Kati, okumayı seven bir kadın. Romanlarda öne çıkan özelliklerinden biri bu. Haftada iki tane polisiye okuduğunu söylüyor Tango İstanbul'da. Gerçek hayatın sıkıcı, bezdirici gailelerinden bir an önce kurtulup romanların dünyasına dönmek istiyor ama merakına yeniliyor; gerçek hayat gizemleri peşini bırakmıyor. Haklısınız, Kati'nin etrafındakiler onun gibi meraklı değiller ama ite kaka onları da kendine benzetiyor. Eski solcu bir patron olduğu için de dükkânında çalışan Pelin ve Fofo'yla göz hizasında duruyor, aralarındaki işveren/işçi ilişkisini kendi lehine kullanmıyor. Sadece öfkelendiğinde çalışanları da Lale de onun suyuna gitmeleri gerektiğini biliyorlar.

'Hepimiz hem fail hem de kurbanız'

- Seks kasetleriyle şantaj yapan bir çete... Gazeteci Nil'in evinde bulunan kamera kayıtları... Hastanede yatan Lale'ye göre 'tam bir kafa koparan' olan Nil, etrafında dönen tüm o olaylar boyunca hastane yatağında gözlerini hiç açamasa da; ilişkileri çarpıklaşan medyanın, mafyalaşan siyasetin çarkında öğütülenlere temsili bir yakın plan ve memleketin irtifa kaybeden sosyo-ekonomik ve ahlaki bir tezahürü gibi değil mi? Aksaklıklar bireylere sirayet ediyor, çöküşlerin karanlığı rengimizi bulanıklaştırıyor...

- Eski bir gazeteci olmak hasebiyle 90'lı yıllarda medyanın çöküşüne tanıklık ettim. 12 Eylül'den sonra medya hem kendisi kirlendi hem de Türkiye'deki kirlenmenin bir ölçüde müsebbibi oldu. Bazen, siyaset konuşurken çok sinirlendiğimde, dünyanın en kötü ülkesi olmadığımızı kendi kendime hatırlatıyorum. Var tabii, berbat memleketler var. Açlık var, soykırım var, burnumuzun dibinde Putin var. Ama bu bir teselli mi bilmiyorum. Gazetelerini takip ettiğim Anglosakson ülkelerde de Almanca konuşulan ülkelerde de başbakanın kendisini telefonla aramasından zavallı bir paye çıkaran gazeteciler yok. Bir devlet büyüğünün uçağında yer kapmak için çırpınan gazeteciler de yok. Türk medyasının çöküşünün artık tamamlandığına, bundan sonra düşebileceği hiçbir yer kalmadığına inanıyorum. Neredeyse yüzde 90'ı hısımlık bağıyla ya da şu veya bu şekilde hükümete yakın bir medya türedi Türkiye'de. Bireyin tarafsız haber alma özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasiden nasıl söz edilebildiğini de anlamış değilim. Demokrasinin işlemesinin temel koşullardan biri basın özgürlüğü değil midir? Hapisteki gazetecileri gazeteciden saymamakla meseleler çözülebilseydi keşke. Tango İstanbul'da anlatmaya çalıştığım da tam da sizin söylediğiniz şey. Bu pislik, bu kirlenme herkesin üstüne sıçrıyor. Hepimiz hem fail hem de kurbanız.

- Roman kişilerinizin başlarına ne gelirse gelsin kırılgan, duyarlı, gelgitli ama arızalı değil... Yanıldım mı?

- Kahramanların hiçbiri mutlak kötü ya da mutlak iyi değil ama kötülükleri zararsız: Birbirlerine sataşıyorlar, dalga geçiyorlar, iğneliyorlar, uygulamaya koymadıkları minik, hain planlar yapıyorlar. Türkiye'de insan ilişkileri o kadar sertleşti ki benim kahramanlarımın naif kaldığını söylemek yanlış olmaz. Mesela Kati, yalan söyleyen birini gördüğünde tepki duyabiliyor, 'İşte yeni düzenin şekillendirdiği insanlarımız: Siyasetçisi de, sokakta gezinen adamı da aynı rahatlıkla yalan söylüyor' diyor. Bütün bu pespayeliğin, ahlaki çöküşün ortasında Kati, çevresindeki birkaç arkadaşıyla birlikte direniyor. Kanıksamaya, alışmaya, kabullenmeye direniyor.

Bence hiç yanılmadınız, Kati 'arızalı' falan değil, doğru düzgün bir insan.

- Nil'in romanı... Konusu neredeyse bu romanına taş çıkartacak denli güçlü... Ondan bahseder misiniz? Nasıl bir hareket noktası ve tango nasıl bir metafor oluyor romanda?

- Beş yıl önce Arjantin'e gittim ve Buenos Aires'te Plaza de Mayo Anneleri'yle tanıştım, ilerde kullanmak üzere röportajlar yaptım. O röportajlar sırasında konusu Nil'in yazdığı romanla örtüşen bir roman yazma fikri doğdu. Belki ilerde bir gün yazarım bu romanı. Sadece kayıplar meselesi değil, Arjantin'le yakın tarihlerimiz birbirine çok benziyor. Adı üstünde 'Kirli Savaş', bizimkinden daha travmatik bir askeri darbe yaşandı Arjantin'de ama toplumsal barışı kurmayı başardılar. Biz yerimizde saymanın da ötesine geçtik, bu süreçte toplum olma niteliğini kaybettik. Durmadan yönümüz değişiyor, bir Doğu'ya, bir Batı'ya, bir Orta Asya'ya yüzümüzü dönüyoruz. Tango İstanbul, bizim bu halimize vurgu yapıyor. Kapaktaki figüre bayılıyorum. Üstünde tango kıyafeti, altında dansöz giysisi, jartiyer'

- Kati'nin ilgisini haylice cezbeden Armin Bey roman boyunca pek bir geri planda ama sanki yakında öne geçecek gibi görünüyor... Sonraki romanınız için bir ipucu olduğunu söylediğinizi okumuştum.

- Kitabevinde işler iyi gidiyor, başını sokacak bir ev de satın aldı ama Kati'nin aşk hayatı berbat. Hep bir sevgili arayışı içinde ama bir türlü hayatının erkeğini bulamadı. Bu romanda makus kaderini aşmış gibi görünüyor, en azından Armin Bey'le bir yemeğe çıkacağı garanti. Aslında, doğrusunu isterseniz, henüz yazıya dökülmedi ama zihnimde yemeğe çıktılar bile. Yeni romanda bir yandan bu aşk hikâyesi yürüyecek. Ama asıl olarak, İstanbul'daki Afrikalı göçmenlerin arasında geçen bir roman olacak. Uzun uzun araştırma yapmayı seviyorum. Gazetecilik yaptığım dönemden kalma bir alışkanlık olsa gerek. Tango İstanbul'u yazmak için romanın geçtiği Nişantaşı sokaklarını az arşınlamamıştım. Yeni roman için de Tarlabaşı'nda epey zaman geçirdim.gamzeakdemircumhuriyet.com.tr

Tango İstanbul-Bir Kati Hirşel Polisiyesi/ Esmahan Aykol/ Mephisto Kitaplığı/ 290 s.