'Karlos tam istediğimi verdi'

“Karlos aşağı, Karlos yukarı.” Son günlerde televizyonun en ilgi çeken karakteri “Ulan İstanbul”un Karlos’u. İsmi diziyle birlikte anılır oldu neredeyse. Ancak Erkan Kolçak Köstendil öyle düşünmüyor.

Deniz Ülkütekin/Cumhuriyet

Erkan Kolçak Köstendil, belki de uzun süre sonra, bir sette ya da sahnede sadece oyuncu olduğu bir dönem geçiriyor. Tiyatro sahnesinde “Kalp Düğümü” oyunuyla izleyici karşısına çıkan, beyazperdede  Kâzım Koyuncu’ya selam çakan “Yağmur; Kıyamet Çiçeği” filmiyle yer almaya hazırlanan Köstendil,  en çok da Ulan İstanbul’da hayat verdiği Karlos’la anılıyor.

- Son günlerde öldüğünüz yönünde dedikodular vardı.

- Hayattayız çok şükür, takside de yeni girmiştik, iyi oldu.

- Karlos karakterinin ortaya çıkışında etkiniz ne kadardı?

- O şöyle bir şey. Birlikte paslaşabiliyor musunuz senaristle, onu ancak üçüncü bölümde filan  anlayabilirsiniz. Çünkü yazar, sizin baktığınız yeri sevdiyse dördüncü bölümde hafiften size pas atmaya başlar. Bu açıdan Uğraş Güneş, büyük nimet. Bütün kapıları açıyor. Ben de tam olarak yaptığım şeyi istiyordum. Rolü oynarken eğlenmek... Sette vakit geçirmek sıkıcı bir durum. Çok uzun  saatler harcıyorsunuz. Bu açıdan, rolün keyifli olması benim açımdan çok önemli.

- Sanki setteki keyifli haliniz, diziye de yansıyor. Doğru mu?

- Genelde öyle, evet. Buradaki en önemli etken Uğur Polat. Bugün genç tayfadan adını bildiğiniz  birileri varsa, dikkat edin, mutlaka hemen hepsinin yolu Uğur Polat’la aynı projeden geçmiştir. Bunun tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Çünkü, başkası olsa o kadar rahat davranıp, eğlenemeyebilirsin. Uğur Abi’nin, seninle eğlendiğini görüyorsun.

- Dizide bir Robin Hood’culuk var mı?

- Robin Hood, tabii, güzel bir abi. Ama benim gözümde bir kahraman değil. Zenginden alıp, fakire vermek yerine, zenginliği, fakirliği ortadan kaldırsa kahraman derim. Bizimki, daha ziyade,  dolandırıcıları dolandırmak. Asla konu sıkıntısı çekmeyeceğin bir alan, çünkü memlekette dolandırıcılar bitmiyor.

- Öncesinde dolandırıcılık, hırsızlık gibi konularla ilginiz var mıydı?

- Hayır, hep alın terimle kazandım.

- Yani, film ya da dizi açısından sormuştum. Sizin dizide de bunlardan etkilenme durumu söz konusu mu?

- Dünyadaki örneklerinin hemen hemen hepsini seyrettim. Sevdiğim bir tarz. Bizim dizi biraz ikiye ayrılıyor. Bir mahalle tarafı, bir de dolandırıcılık hikâyesi var. Dolandırıcılık kısımlarına baktığınız zaman, esinlendiği yerleri görebilirsiniz zaten. Popülerlik geçici bir şey

- Bazı diziler, bir süre sonra kendi isimlerini bırakıp, karakterin ismiyle anılmaya başlar. “Ulan  İstanbul”da da Karlos’la ilgili böyle bir şey oluşmaya başladı.

- Vurulma sahnesinden sonra son haftalarda öyle, evet.

Yoksa Yaren de öyle. Şebnem’siz düşünebilir misiniz diziyi, ama aynı şeyi ben söyleyecek olsam, “Servet Abi’nin dizisi” derim. “Servet Abi bu hafta ne yaptı” diye sorarım.

- Karlos sizi popülerlik anlamında farklı bir yere taşıdı mı?

- Hayatımda bir şey değişmedi. Çünkü bütün gün setteyiz zaten. Dışarıdaki kısıtlı zamanda fark  edebiliyorum biraz, ne olduğunu, ama bunlar da hayatta çok kalıcı şeyler değil. Önemli olan, ne iş yapıyor olursan ol işini iyi yapmak ve bunun büyüsüne kapılmamak. Yoksa insanların sevgisini görmek çok güzel. Bu anlamda oyuncuları da çok şanslı buluyorum. Sanatla uğraşan insana sevgisini gösteren bir halkımız var. Bizim insanımız güzel insanlar, oturup sohbet ettiğinizde herkesle  kouşabiliyorsun. Çayını, sohbetini, sevgisini esirgemez.

- Oyunculuk dışında da pek çok projeniz var. Bu kadar popüler hale gelmeniz, bu projelerin rafa kalkabileceği konusunda sizi endişelendiriyor mu?

- Hayır. Beni o anlamda rahatlatan, Caner Özyurtlu. O da “Bahadır” karakterini oynuyor. “Nergiz Hanım”ın yapımcısı, şu sıralar bir korku filmi çektiler “Ümmi Sübyan.” Yanı başımda bir adamın  bununla uğraşması beni rahatlatıyor. Açıkçası, yıllar sonra ilk defa, sadece oyunculukla ilgilendiğim bir dönem yaşıyorum ve onu yaşamak istiyorum. Ancak bu hiçbir hayalimi ertelemedi.

- Hayalleriniz nedir?

- Öncelikle yapmak istediğim, sinema filmi çekmek. Zamanı var, ama bu kadar yoğun çalışması olmasına karşın, oyunculuğu tembel işi olarak görüyorum. Yazmak, film çekmek dışında, derdimi anlatabileceğim başka bir yer yok. Oyuncu olarak röportaj verebilirim mesela. Şu an sohbet ediyoruz  sizinle, ama sohbet dili, yazıyla ifade etme şansını veremez size. Oyunculuk da size bu şansı vermiyor. Röportaj sonrası “ya ben aslında öyle demek istememiştim”ler de bundan kaynaklanıyor.

-Bunun tersini söyleyenler de var. “Sahne kendimi ifade edebildiğim tek yer” diyenler...

- Evet, ama sadece kendini; derdini değil. Senin anlattığın dert, oynadığın metni yazan adamın derdi.  Sen sadece aracısın. Biz sadece o dert içinde kendimizi özgür hissedebiliriz, ama derdimizi  anlatamayız.

Kendimi yaşlı hissediyorum

- O zaman sizin filminize dönelim...

- Halihazırda, yazıp bitirdim, iki film senaryom var. Hangisinden başlayacağımı, zaman gösterecek.

- Şu sıralar zaten sırf dizi değil bir de oyununuz var.

- “Kalp Düğümü”, kapalı gişe oynuyor. İki ay öncesinden biletleri bitiyor. Bağımlılıkla ilgili bir oyun.  Türkiye’de bir sürü vakit kaybettirici tartışmamız olduğu için, bu ülkenin gençleriyle ilgili çok zaman  harcayamıyoruz. Çünkü yaşlıların kavgası bitmiyor. Başlı başına konuşulması gereken bir hikâye var. Bizde özellikle bağımlılığa suçlu gözüyle bakılıyor ve hemen madde akla geliyor. Değil işte!

- Suç olduğu alanlar var, uyuşturucu gibi, sağlığa zararlı olduğu alanlar var; alkol ve sigara gibi.  Bunların dışında genel olarak insanları bağımlılığa iten bir yapıdan bahsedebilir miyiz?

- Aileden başlıyor zaten. Oyun da bunu anlatıyor. Bağlılık çok güzel, ama bağımlılık kötü bir durum.

- Gençlerle ilgili bir anlatım içinde olurken, onlara ne söylüyorsunuz?

- “Gençlere şunu söylüyoruz” gibi bir şey yok. Gençlerin ne dediğini duymaya daha çok ihtiyacımız var. Çünkü, ben 31 yaşındayım ve benden gençlere baktığımda, kendimi yaşlı hissediyorum. 16-25 yaş arası çok acayip bir kuşak. Çok doğal, düşünsenize, ilk evimize çevirmeli yerine, tuşlu telefon geldiğinde yaşadığımız zenginlik hissini hatırlıyorum. Bir üst kuşakla, onlar arasında bir yerde olduğum için kendimi şanslı da hissediyorum. Çünkü iki tarafı da anlayabiliyorum. Gençler dediğimiz o tayfa, birçok şeyi herkesten daha iyi anlıyor... Bu arada oyun, Craft’ta, İpek Bilgin, Melisa Sözen, Ezgi Çelik, Melisa Doğu çok güzel iş çıkartıyorlar. Bu arada genç olmak demişken, diziye bir  parantezle geri dönebilir miyim?

- Tabii ki.

- Hep soruyolar “Dizi neden tuttu” diye. Çünkü dizide bir sürü genç insan bir arada yaşıyor.  Televizyonlarda, genç insanları bir arada görmek için Abbas Güçlü’nün programlarını beklemek zorundayız. Siyaset, spor programlarına bakıyorum, hepsi 40 yaş üstü insanlar. “Tecrübe” deniyor, ama bunu alışveriş haline getirmediğin zaman, hiçbir anlamı yok. Bizim diziyi düşündüğümde, Zihni Göktay en genç adam. Onu görünce kendi tembelliğimden utanıyorum. Sabah röportaja gidiyor, matine-suare oyun oynuyor, gece 12’de gelip sahnesini çekiyor.

- Dizilerin kalıcı olduğunu düşünüyor musunuz?

- Dizilerden bahsediyoruz hep, ama çok geçici şeyler. Yanlış hatırlamıyorsam, Süper Baba’nın birinci bölümden son bölüme kadar kayıtları yok. Galiba ATV binasındaki bir sel baskını sırasında hepsi yok olmuş. Süper Baba’yı oturup başından sonuna izleyeceğim, deseniz izleyemezsiniz. O yüzden çok gelip, geçici bir işyapıyoruz. Büyüsüne kapılmak akıllıca değil. Ancak “Ulan istanbul”la ilgili, bunu  demememi sağlayacak tek şey var, o da, Servet Abi karakterinin sözlerinden bir kitap yapılabileceğini bilmek. Zihni Abi’nin orada olduğunu bilmek, beni her gün önemli bir şey yapıyorum hissiyle sete götürüyor.

Trabzon’a faşist demek faşistlik

- Sinema filminiz de geliyor.

- 12 Aralık’ta vizyona girecek, “Yağmur; Kıyamet Çiçeği”. Trabzon’da çekimleri yaptık. Türkiye’nin birçok yerini gezip, Karadeniz’e gidememiştim. Çok büyük şans oldu. Küçüklükten beri Karadenizlilerin vatansever olduğu bilgisiyle büyüdüm. Eğer vatanı sevmek, Kâzım Koyuncu’yu sevmekse, ben de Karadenizliyim. Kâzım’ın hikâyesi değil, Trabzon şehrinin başrol olduğu bir
hikâye. İçinde Kâzım geçiyor. Gerekli bir film olduğunu düşünüyorum.

- Trabzon, yıllar boyu, medyada kötü anılan bir şehir. Sizin gördüğünüz Trabzon nasıl?

- Siyaset yüzünden, yoksa ne münasebet. Ben bu tür şeyleri kabul edemiyorum. İşimden ötürü,  Türkiye’nin çok yerini gezdim. Trabzon’a faşist mi diyorlar? Bu kadar faşist bir düşünce olabilir mi?  Bir şehre faşist demek gibi bir faşistliğe nasıl sahip olabilir insan. Özünde bizim insanımız güzel.  Siyasetimiz çirkin...

Fotoğraflar: Kaan Sağanak