Karargâhta Kuşatılıp Kışlaya Hapsolmak...
cumhuriyet.com.trKarargâhta teslim alınıp kışlaya kapatılmış, savaş gücünü, özgüvenini kaybetmiş, içerde saygınlığı, dışarıda caydırıcılığı kalmamış bir ordu iç ve dış dinamiklerin nihai arzusudur. Ege’de, Akdeniz’de, Kıbrıs’ta çıkarılacak oldubittilerde TSK deniz unsurlarının; ülkenin belirlenmiş yörelerinde başlatılacak etnik kalkışmalarda TSK kara unsurlarının görevlerini yapamayacak ölçüde uyuşturulması, narkozlanması aşamasına geldik mi dersiniz?
AB ilerleme raporlarının Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bölümleri her seferinde değişmeden tekrarlanır: Ordunun demokratik rejim açısından kabulü mümkün olmayan konumunu değiştirecek düzenlemeler yapılması, Kıbrıs’tan çekilmesi, Güneydoğu’daki operasyonlarına son vermesi, siyaset üzerindeki gölgesinin ortadan kalkması.
ABD ise yakın zamana kadar yönetimi bağlayacak beyanlar yerine daha çok bazı düşünce kuruluşlarını devreye sokar, kimi etkili yazarlara sipariş yazılar yazdırırdı. Sabah gazetesinin 3 Şubat 2010’da manşetten girip 3 güne yaydığı söyleşide Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’nin beyanlarına bakınca ABD’nin de açıktan konuşmaya başladığı anlaşılıyor. Büyükelçi’nin Türkiye’nin halihazır durumundan memnuniyetinin derecesini anlamak için birkaç cümlesine bakalım:“Eğer, 1945’te oturup dünyadaki ve Batı dünyasının ötesindeki gelişmeyi, gelecek 60 yılda nasıl görmek isteriz diye düşünmüş olsaydık, herkesin hayal edeceği gelişme şu anda Türkiye’nin içinde bulunduğu gelişme olurdu.” Türkiye’nin mevcut siyasal ve ekonomik pozisyonuna ilişkin olumlu değerlendirmeler kuşkusuzdur ki ABD adına dile getirilmektedir.
ABD büyükelçisinin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik sözleri yaşanılan sürecin de şifrelerini veriyor:
- Ya bugünkü tabloyu nasıl görüyorsunuz?
- “Türkiye’de demokratik sistemin kökleri ve iç sorunları çözmede hoşgörü farkı iyi bir noktada. AKP hükümeti ve başka unsurların yarattığı demokratik dönüşüm (Türkçe söyledi) açık. Bu durumda da ordunun içerdeki durumu güçlü biçimde denetlemesi ve gözetlemesine duyulan ihtiyaç azalmış durumda. Bu da açıkça gösteriyor. Tabii bir de AB’ye katılımın gerekli kıldığı koşullar var. Ordunun sivil hayata müdahalesinin azaltılması, hatta tümüyle ortadan kaldırılması gerekiyor. Hatta ordunun politikaların şekillenmesindeki müdahalesinin de azaltılması, hatta kaldırılmasını gerekli kılıyor. Avrupa bizim Amerika’daki uygulamamızdan çok daha ileri gidiyor. Bizde generaller görüşlerini söylerler ve dış politikanın şekillenmesinde rol oynarlar.”
Yeni Dünya Düzeni
Dünyaya hükmeden iki emperyal odağın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bakışına ilişkin sunulan kısa kesitler içerde kopan fırtınanın anlaşılmasına yardımcı olacaktır. ABD ve AB yetkilileri bir yandan siyasal iktidarın tutumundan hoşnutluklarını belirtip yeni reformlar için teşvik ederken, diğer yandan ordunun mevcut devlet yapılanması içindeki tayin edici, dikkate alınması gereken bir güç odağı olmaktan çıkarılmasını istemektedirler. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluştan gelen milli devlet özelliğinin, üniter yapısının değişmesini, Yeni Dünya Düzeni’nde verecekleri rolü itirazsız kabullenmesini arzu etmektedirler. Bunun için de geleneksel yapının dinamiklerini tasfiye etmek zorunda olduklarının bilincindedirler.
Siyasal iktidarın ulus devletin geleneksel kurumlarına, yargıya, sendikalar, dernekler gibi demokratik dinamiklere tahammülsüzlüğü ve yönetime itaat temelinde yeniden yapılandırma girişimleri dışarının emperyal niyetleriyle örtüştüğünden desteklenmektedir.
Yönetimin post modern sivil diktayı amaçlayan hukuk dışı düzenlemeleri Brüksel’den ve Atlantik ötesinden demokratikleşme, sivilleşme olarak alkışlanmaktadır!
Cumhuriyeti kuranların amaçladığı ulus devletin olmazsa olmazlarının başında gelen milli ekonominin yok edildiği, burjuvazisinin uluslararası sermayenin uzantısına dönüştüğü bir süreçte geride kalan milli unsurların tasfiyesi histerik bir coşkuyla sürdürülmektedir.
Sıra, her gün bir yenisi ortaya atıla atıla darbe enflasyonunun tavan yaptığı bir sürecin toz dumanı dağılmadan ordunun işini bitirmeye gelmiştir.
Türk ulusunun kolektif hafızasında TSK hâlâ Atatürk’ün söylemiyle “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihiyle başlayan ve her gittiği yere medeniyet nurları taşıyan Türk Ordusu”dur.
Halkın bu ortak gurur simgesinin ortaçağda toplum dışına itilip ölüme terk edilen vebalı, cüzamlı türünden bir lanet simgesine dönüşmesine yönelik psiko kültürel kampanya ısrarla sürdürülmektedir.
Ordular sıcak savaşa, cepheye, fiziki vuruşmaya ilişkin doktrinler geliştirdikleri için son yıllarda kimi ülkelerde yaşanan post modern, psiko kültürel, toplum mühendisliği harikası sivil soslu organize saldırılar karşısında hazırlıksızdırlar.
Stratejik algılamadaki yanılgının giderilememesi, stratejik savunmada zaafa düşülmesi halinde yenilgi kaçınılmazlaşır. Ordunun yenilgi ve suçluluk psikozu içinde kışlasına kapatıldığı, halkın bitmez tükenmez darbe planlarıyla şaşkınlaştırıldığı dış destekli kampanyanın içerde yeterli kitle desteği bulması halinde yasal düzenlemeler peş peşe gelecek, Türk Silahlı Kuvvetleri toplumsal ve siyasal yaşamda dikkate alınan, sözü dinlenen bir güç olmaktan çıkarılacaktır.
Karargâhta teslim alınıp kışlaya kapatılmış, savaş gücünü, özgüvenini kaybetmiş, içerde saygınlığı, dışarıda caydırıcılığı kalmamış bir ordu iç ve dış dinamiklerin nihai arzusudur. Ege’de, Akdeniz’de, Kıbrıs’ta çıkarılacak oldubittilerde TSK deniz unsurlarının; ülkenin belirlenmiş yörelerinde başlatılacak etnik kalkışmalarda TSK kara unsurlarının görevlerini yapamayacak ölçüde uyuşturulması, narkozlanması aşamasına geldik mi dersiniz?