Karantina Sineması: Tribeca’nın en iyisi ‘The Half Of It’

Birkaç gün önce Tribeca Film Festivali’nden En iyi Film ödülünü alan “The Half of It” Netflix’te gösterimde. Film günümüz Amerika’sında geçen modern bir “Cyrano” uyarlaması.

cumhuriyet.com.tr

Bu yıl koronavirüs salgını yüzünden online olarak yapılan sayısız etkinlikten biri de New York’un film festivali Tribeca idi. Bu yıl 19. cusu yapılan (ya da yapılamayan) festivalin ödülleri de çok kısa bir süre açıklandı ve ABD Konulu Film Yarışması bölümünün büyük ödülü Alice Wu’nun “The Half of It” adlı filmine verildi. Netflix’te “Bir Bilsen” adıyla 1 Mayıs’ta gösterime giren film günümüz ABD’sinde geçen ve bir gençlik filmi olarak kurgulanmış bir “Cyrano” uyarlaması. 

Filmin hemen başlarında anlatıcı rolünü de üstlenen Ellie’nin dış sesi bize izlediğimiz şeyin bir aşk hikâyesi olmadığını söylüyor. Tabii ki bu dediğini duyup, inanmıyoruz. Ama yine de her şey bittikten sonra rahatlıkla aynı cümleyi kurabilir insan; yani evet, bir yanıyla bu bir aşk hikâyesi ama bir yanıyla de kesinlikle değil, zira film boyunca aşkın tanımını yapmak için o kadar uğraşıyor ki Ellie ve diğerleri, o zaman bu bir aşk hikâyesi olamıyor bir türlü. Belki yarısı… Mümkün mü?


BİR CEHENNEM OLARAK AMERİKAN KASABASI

Platon’un aşk tarifiyle başlayan ve Arsitophanes’in ‘eski Yunan’da insanların dört eli, dört ayağı, iki başı varmış, ama Tanrılar kendilerine tapmazlar endişesiyle bu bütünlüğü ikiye ayırmışlar’ tezinden yola çıkarak “İşte o zamandan beri insan diğer yarısını arar olmuş” saptamasıyla süren “The Half of It” ABD’nin ücra ve sıkıcı mı sıkıcı bir kasabasında (Squahamish) geçiyor ve son sınıfta okuyan Çinli Amerikalı bir kızın anlatıcılığında ilerliyor. Ellie Chu okulun zeki (tüm notları yüksek), girişimci (sınıfta kafası basmayanların ödevlerini 20 dolar karşılığında yazmak gibi bir girişimciliği var), ama yalnız kızıdır (hiç arkadaşı yoktur). Ödev ticaretinin farkında olan öğretmeni sırf diğer aptalların yazdıklarını okumak zorunda kalmamak adına ses çıkarmaz ama ona bir an evvel bu cehennemî kasabadan (ki Sartre'ın "Cehennem başkalarıdır" önermesi sık sık ve farklı biçimlerde gelecektir karşımıza) kurtulması için baskı yapmaktan da vaz geçmez. Ellie ise annesi öldüğünden beri evlerinin oturma odasındaki koltukta oturup sözde İngilizcesini geliştirmek için film izleyip duran (“Casablanca”, “His Girl Friday” ama bir yandan da Almanca Wenders filmleri) babasını terk edip gidecek gibi değildir.


Futbol takımının çok da zeki olmayan defans oyuncusu Paul günün birinde Ellie’ye gelip okulun en güzel kızı Aster’a onun ağzından bir mektup yazmasını istediğinde her ne kadar aşktan anlamadığını iddia etse de biraz da elektrik faturasını ödeme bahanesiyle kabul eder ve aslında kendisinin de uzaktan uzağa tutkun olduğu bu melek gibi kıza yazmaya başlar. İşin bu kısmı klasik Cyrano hikâyesi. Paul’ün imzasıyla yazılan mektuplar, onun telefonundanmış gibi atılan mesajlar, hatta bir randevu sırasında Paul konuşmayı beceremeyince Ellie’nin çevirdiği riskli ama romantik anlamda kazançlı oyunlar… Romantik komedinin konforlu sularında, sıkıcılığa düşmeden gezindiğimiz sahneler hepsi de.


FİLMİN EN İYİ YERİ…

İlk filmini 2005’te çeken (“Saving Face”) ve ozamandan beri de ortalarda görünmeyen Çin asıllı Amerikalı kadın sinemacı Alice Wu hem günümüz teenage ruhunu doğru yakaladığı hem de alabildiğine incelikli bir romantizmle ördüğü “The Half of It” ile yılın en zekice işlenmiş romantik komedilerinden birine imza atıyor. Tam bir ‘feel good’ (kendini iyi hisset) filmi yapmış Wu; üstelik LGBT dokunuşları da olan ve Sartre’dan Oscar Wilde ve Kazuo Ishiguro’ya edebi alıntılarla donatılmış, sinemaya dair referansların da atlanmadığı entelektüel yükü yerinde ama ukalalık etmeyen, izleyiciyi aptal yerine koymayan bir film. En iyi yeri ise (filmi izleyince bunun anlamı daha iyi çıkacak ortaya) benim için iki genç kızın gölde baş başa yüzdükleri sahne; aşkın heyecanıyla gergin, atmosferin kederli güzelliğiyle büyüleyici ve neredeyse “Burning”deki o gün batımı sahnesini anımsatacak denli etkileyici. 

Ellie rolünde daha önce “Nancy Drew” adlı diziyle adından söz ettiren Leah Lewis filmin asıl yükünü taşırken, tuhaf bir şekilde hikâyenin kilit karakteri oluveren Paul rolünde Daniel Diemer ve ‘arzu nesnesi’ Aster rolünde de Alexxis Lemire göz dolduruyorlar. Yan karakterlere fazla iş düşmüyor gibi dursa da Ellie’nin babası (Collin Chou) ve öğretmeni (Becky Ann Baker) kısa ama işlevli bölümleriyle aslında önemli yer tutuyorlar filmde. 

Bir yanıyla “Casablanca” finaliyle biten ve aşkın, arkadaşlığın ve büyümenin iç içe geçtiği hikâyesiyle izleyicinin zihnine kazınan “The Half of It” şu karantina günlerinde size kesinlikle iyi gelecek, aşka dair fikirlerinizi değiştirmeyecekse bile özlemenin, hasret duymanın anlamını daha iyi kavratacak (en çok da başkalarına hasret kaldığımıza göre şu sıralar) etkileyici bir film. Tavsiye edilir.

FİLMİN NOTU: 8/10