Karantina Ekranı: Netflix’ten bir ‘Hollywood’ masalı

“Glee” ve “The Politician” gibi dizilerin yaratıcıları Ryan Murphy ve Ian Brennan’ın yeni mini dizileri “Hollywood” izleyiciyi 1940’ların Los Angeles’ına götürüyor ve sinema tarihini yeniden yazıyor.

Emrah Kolukısa

Bu yıl adında Hollywood geçen iki yapım çıktı karşımıza ve her ikisi de alternatif bir Hollywood tarihi sunuyordu, ilginç bir şekilde. İlkinde, yani Quentin Tarantino’nun “Once Upon Time In Hollywood” (Bir Zamanlar Hollywood’da) adlı filminde 1960’ların sonuna döndük ve dönemin en gözde yönetmenlerinden Roman Polanski ile evli (ve hamile) Hollywood yıldızı Sharon Tate’in katledilmesini yeni bir senaryo eşliğinde izledik. İkincisinde ise, şu sıralar Netflix’te gösterilen “Hollywood” adlı dizide, 1940’ların sonuna dönüyor ve savaş sonrası Los Angeles’ında bildiğimizden çok farklı bir Hollywood tasavvuruyla karşılaşıyoruz. Özellikle nasıl bittiğine bakacak olursanız tam bir masal, tabii yerseniz.

Aynı rol için rekabet eden iki genç oyuncuyu Samara Weaving ve Laura Harrier canlandırıyor

HER ŞEY 40’LARDA HALLEDİLSEYDİ…

Bugün biliyoruz ki Hollywood’da kazanımlar gıdım gıdım olmuş, bazı şeylerin tam anlamıyla kabul görmesi uzun yıllar sürmüş, zorlu mücadeleler gerektirmiş, bazı şeylerse hâlâ hakkını alamıştır. Siyahilerin, eşcinsellerin, kadınların, aklınıza gelecek tüm azınlıkların sinemada temsili konusunda bugün bile sert tartışmalar yaşanıyor malum, ve “Hollywood” tüm bunların 40’lı yıllarda halledilip geride bırakıldığına dair neredeyse sihirli bir formül getiriyor önümüze. Bir kısmı gerçek, bir kısmı kurmaca karakterler eşliğinde anlattığı hikâye zaman zaman inandırıcılık anlamında çok zorlanıyor doğrusu, ama dizinin böyle bir derdi olduğunu söylemek de haksızlık olacak sanki. “Glee”’den tanıdığımız Ryan Murphy ve Ian Brennan ikilisinin marifeti olan “Hollywood” tam bir fantezi şöleni; eğlenceli, komik, duygusal, renkli… eğlenceli demiş miydim? Ama son tahlilde bu kadar eğlenceli olması bile sıkıcı gelebiliyor, benden söylemesi.

Dizinin esas oğlanları Jeremy Pope, Darren Criss ve David Corenswet

Hikâyenin merkezinde bir grup dışlanmış var. Eşcinsel siyahi bir senarist, yarı Asyalı bir yönetmen, siyahi bir kadın oyuncu, eşcinsel bir aktör ve savaştan yeni dönmüş eğitimsiz bir başka aktör. Önce bunların hiçbirinin Hollywood’da şansları olmadığına ikna ediyor bizi dizi, bir seri olay aracılığıyla (Hollywood’un ilk Asyalı yıldızı Anna May Wong’un gerçek hayatından kısa bir kesit anlatılıyor örneğin), sonrasında da aslında her birinin hayallerine ne kadar da yaklaştığını gösteriyor. Seksin en büyük güç (yani, paradan sonra elbette) olduğunu vurgulayan kimi sahnelerin ardından bazı taşların eğri büğrü de olsa yerine oturmaya başladığını izliyoruz ve mucize gibi bir stüdyo yöneticisi sayesinde (Dick Samuels) olmayacak bir filme yeşil ışık yakılıyor ve Hollywood denen hayal fabrikası bizim kahramanlarımız için çalışmaya başlıyor.


Rock Hudson rolünde Jake Picking, onun menajery Henry Willson rolünde ise Jim Parsons var

FİLM İÇİNDE FİLM 

Film içinde film (tüm Hollywood hikâyelerinin kaçınılmaz kaderi de bu galiba, film içinde film klişesi, ki güzel işlendiğinde müthiş sonuçlar verdiği de olmuştur) yapısına yaslanan dizide siyahi eşcinsel senarist Archie’nin yazdığı senaryo gerçek bir olayı anlatıyor; Peg Enstwistle’ın o ünlü devasa Hollywood yazısının ‘H’ harfinden atlayarak intihar edişini. Archie’nin senaryosunu genç yönetmen adayı Raymond okur ve beğenir, ardından da Ace Stüdyoları’nın yöneticisi Dick Samuels’ı ikna ederek oyuncu arayışlarına başlar. Hollywood’daki tüm genç oyuncuların deneme çekimi için sıraya girdikleri filmin hikâyesini değiştirmeye karar verdikleri andan itibaren de tüm dizinin akışı farklı bir yol almaya başlar ve başta da sözünü ettiğim alternatif tarih yazımı devreye girer. Yeni senaryoya göre Peg yerine Meg gelir (siyahi bir oyuncudur artık) ve intihar meselesi de yeniden tartışmaya açılır (bu tartışmaların nasıl sonlandığını söylemeyeceğim, izlediğinizde görmeniz daha hayırlı, herhalde). Uzatmayalım, bir çok düğümün mutlu sonla çözüldüğü dizi görkemli ve inanması güç bir Oscar töreniyle finale erer ve bizden de örneğin siyahi bir kadın oyuncunun En iyi Kadın Oyuncu Oscar’ını alması için 75 yıl beklenmesi gerektiğini (ki aynı kategoride hâlâ ikinci bir ödül gelmedi) unutmamız beklenir. 

Sinema tarihinde Oscar alan ilk siyahi oyuncu Hattie McDaniel'ı dizide Queen Latifah canlandırmış

Dizide yer alan gerçek karakterler arasında Rock Hudson ve Anna May Wong’un yanı sıra onun şeytani menajeri Henry Willson (hakkını verelim Jim Parsons şaşırtıcı derecede iyi bir performans çiziyor bu rolde), “Rüzgar Gibi Geçti”nin yıldızı Vivien Leigh, Oscar alan ilk siyahi oyuncu Hattie McDaniel (burada da Queen Latifah’dan sağlam bir performans gelmiş), First Lady Eleanor Roosvelt, çılgın partileriyle bilinen oyuncu Tallulah Bankhead ve ünlü yönetmen George Cukor sayılabilir. Bir de Ernie var tabii, “özel” servisleriyle Hollywood’un elit tabakasının uğrak yeri olan bir benzin istasyonunun sahibi… Dylan McDermott’ın ustalıkla canlandırdığı bu karakter de gerçek bir muhabbet tellalı olan Scotty Bowers’tan esinlenmiş. Hatta onunla ilgili bir de belgesel var ki (“Scotty and the Secret History of Hollywood”), onu izleseniz çok daha güzel vakit geçireceksiniz sanki, tabii eğer bulabilirseniz.

7 bölümlük “Hollywood” akıcı, kolay izlenen, yer yer gerçekten eğlenceli, hemen her sahnenin şeker tonlarında görselleştirilmesi biraz bayıcı olsa da (düşünsenize dönemin namlı gangsteri Mickey Cohen bile neredeyse iyi adam gibi resmedilmiş) akılcı kalıcı anlarla ve kimi özel oyunculuk performanslarıyla bezeli. Özellikle Dick Samuels rolünde Joe Mantello, stüdyonun asıl sahibi Ace Amberg’ün (ki o rolde de Rob Reiner döktürmüş), Ellen Kincaid rolünde Holland Taylor ve gözden düşmüş aktris Jeanne Crandall rolünde Mira Sorvino dizinini eski toprak sayılabilecek oyuncu kadropsu olarak çok iyiler. gençler de fena değil, evet, ama deneyimli isimler çok daha yükseğe taşıyor diziyi, tabii ki “The Big Bang Theory”nin Sheldon’ı Jim Parsons ve hâlâ karizmatik Dylan McDermott’ı bir kez daha anmayı unutmadan.