Karanlıktaki “Hayaletler”
Küçük Kara Balıklar (2013) isimli kısa filmiyle adını duyuran Azra Deniz Okyay, ilk uzun metrajı Hayaletler ile cüretkâr bir girişimde bulunuyor.
Başak BıçakGeçtiğimiz yıl gerçekleştirilen Venedik Film Festivali’nden Eleştirmenler Haftası ödülüyle dönen Azra Deniz Okyay imzalı Hayaletler (Ghosts), festival yolculuğunun ardından nihayet Türkiye’de de izleyicisiyle buluşuyor. Tüm ülkede elektrik kesintisinin yaşandığı yarı distopik bir günü dört ayrı karakterin serüveniyle birleştiren eser, pek çok yönden ilham verici ve dikkat çeken bir ilk film…
Küçük Kara Balıklar (2013) isimli kısa filmiyle adını duyuran Azra Deniz Okyay, ilk uzun metrajı Hayaletler ile cüretkâr bir girişimde bulunuyor. Cüretkâr çünkü Hayaletler, üzerinde temellendiği ülkenin neredeyse tüm dinamiklerine dair bir söylem barındırma çabasıyla yer yer kan kaybetse de bütününde bu gedikleri göz ardı etmemizi sağlayabilecek kadar etkili bir anlatı. 26 Ekim 2020 gecesi seyir halindeki bir arabada açılan film, önce radyodan gelen anonsla ülke çapında bir elektrik kesintisinin yaşandığını, bunun bir “uluslararası komplo” olabileceğini ve bu sebeple her yerde kaosun ve yağmalamaların yaşandığı haberini veriyor. Hemen ardından duyduğumuz ve kentsel dönüşüme yönelik “Yeni Türkiye, yeni hayat, yeni rezidans” sloganlı reklam ile tüm öyküsünü şekillendirecek olan iki ana temayı açık eden film, böylelikle ilk andan itibaren birbirine tezat kavramlar üzerinden bir üslup geliştireceğinin de sinyallerini vermiş oluyor.
Namus kavramının her köşesine sindiği bir mahallede “iffetli” kalmaya çalışan İffet (Nalan Kuruçim), yoksulluğa rağmen hayallerini gerçekleştirmeye uğraşan dansçı Dilem (Dilayda Güneş), film gösterimleri sebebiyle yönetmenin kendisinden izler taşıyan aktivist Ela (Beril Kayar) ve kentsel dönüşümün, mülteci sorununun fırsatçı karakteri Raşit (Emrah Özdemir)… Tüm bu motifleri bir araya getirirken, her bir karakterin kendi bakış açılarından oluşan tekrar sahnelere sırtını yaslayan film, benzer bir biçimde öykünün sosyal izleklerinden toplum içindeki fişleme hadisesinin bir sembolü olarak gizli kamera kullanımına da yer veriyor. Fakat bana kalırsa Hayaletler’in asıl başarısı, bu biçimsel yaklaşımdan ziyade ödüllü kurgusunda saklı. Ayris Alptekin’in dokunuşu olmasa, film hakkında aynı düşüncelere sahip olabilir miydim, pek emin değilim…
Çünkü Hayaletler, dört ayrı karakterin hikayesini ortak bir paydada buluşturmaya çalışırken, karakterlerine yeterince zaman tanımayan ve haliyle derinlikten uzak bir izlenim vermelerine neden olan bir dil benimsiyor. Bunun da en büyük sorumlusu, yine bu karakterler üzerinden çok fazla temayı ve söylemi bir araya getirme inadı…Yarattığı distopik atmosferi, mütemadiyen karşılaştığımız siren sesleri ve helikopter görüntüleriyle destekleyen film, ülkenin halihazırda içinde bulunduğu siyasal, sosyal, ekonomik belirsizlikten tutun da, toplumsal hoşgörüsüzlüğe, kadınların karşılaştığı eşitsizliklere, LGBTI hakları ile Suriyeli göçmenlere; kentsel dönüşüm ve dolayısıyla gettolardan, toplumun tabakaları arasındaki uçuruma değin sosyo-politik her meseleden bahsetmeye çalışıyor. Kavramsal bakımdan bu karmaşa, her ne kadar kaosla resmedilen şehirle ve karakterleriyle uyumlu bir görüntü sunsa da esasen seyirciye mesafeli bir tavrı ve elbette samimiyet sorgulamasını da beraberinde getiriyor. Baş döndürücü bir hızla değişen bir kentin içerisinde, dinamik bir kamera tercihiyle bu dünyaya bizi ortak eden film, söz konusu kaygısı ve oyuncu performansları yüzünden anlatısına paralel “hayaletleştirdiği” karakterlerini bizlerin gözünde de birer hayalete dönüştürüyor.
Hayaletler’de ilk bakışta göze çarpan telefon şarjlarının hiç bitmemesi durumunun, kaotik bir ülkede umudun “hiç yok olmaması” yorumuna olanak tanımasını da sevdiğimi söylemeliyim. Nihayetinde içinde yaşadığımız ülkede her gün, yeniden, bir şekilde umut edebilmeyi öğreniyoruz. Ve tıpkı Dilem gibi, karanlığın içinde, gölgeler arasında, kaosun tam ortasında her şeye rağmen “dans edebiliyoruz”. Tam da şu an yaptığımız gibi…
Hayaletler’i, MUBI’de izleyebilirsiniz.