'Karanlığın aynasına bakmak her şeyi bulandırıyor'

Murat Gülsoy üç yıl aradan sonra yeni romanı Karanlığın Aynasında'yla okurunun karşısında.

cumhuriyet.com.tr

Murat Gülsoy romanında, doktor kahramanı Orhan'ın hikâyesine şizofren kuzeni Sarp'ın gündelik hayatından kesitleri serpiştirerek, gerçek dünyadan hastalık derecesine varan hayal dünyalarının dehlizlerine sürüklüyor okuru. Bu kurgu içinde sorgulanan ise hayatın bir roman kadar kurgusal olup olmadığı. Murat Gülsoy da bu noktada yanıtları okura bırakıyor. Gülsoy'la yeni romanı üzerine söyleştik.

- Üç sene sonra yeni romanınız yayımlandı. Eser inceleme üzerine olan deneme kitabınız, 602. Gece üzerine çalışırken bir önceki ve şimdi yayımladığınız romana etkide bulundu mu?

- Karanlığın Aynasında uzun zamandır aklımın içinde dönüp duran, defterler dolusu notlar aldığım bir roman. 602. Gece de benzer bir şekilde uzun zamana yayılmıştı ve elbette üzerinde çalıştığım dönemler kesişti. Zamansal olarak yan yana olmasalardı da temel izlekler açısından bu kitaplar arasında bir ilinti bulunacaktı. Çünkü önceki kitaplarımdaki temel meseleler bu kitapta da var. O da nedir? Gerçekliğin ne olduğu, nasıl algılandığı, nasıl kurgulandığı ve hatta edebiyat ya da sanat yoluyla bu gerçekliğin yeniden inşasının mümkün olup olmadığı '602. Gece'de bu konuları modernist edebiyat bağlamında ele almıştım. Roman ve öykülerimde ise bu konular birer mesele haline geliyorlar tabii.
 

'Oyunsu bulunan farklı biçim denemeleri yapıyorum'

-İstanbul'da Merhamet Haftası'nın deneysel, yazınımıza yenilik katacak yönleri vardı. Bu yeni roman, Karanlığın Aynasında da bu var, ne dersiniz?

- Yeni anlatım biçimlerinin arayışının arkasında farklı algılama, anlama biçimlerinin araştırılması var. Beni edebiyata çeken şey en başından beri buydu. Daha ilk okumaya başladığım andan itibaren, kurmacanın çok farklı, büyülü bir tarafı olduğunu hissetmiştim. Hikâye yoluyla kurulan gerçekliğin şaşırtıcı derecede 'gerçek' gibi görünmesi ilk başta büyülemişti beni. Bu tabii realist edebiyatın yarattığı muhteşem bir yanılsamadır. Daha sonraları asıl gerçeklik diye bildiğim hayatın da hikâyelerden oluştuğunu fark ettim. Bunun arayışında olan modernistler o yüzden ilgimi çeker. Yazdıklarımda da en başından beri okuyanların oyunsu buldukları farklı biçim denemeleri yapıyorum. İstanbul'da Bir Merhamet Haftası böyle bir çalışmaydı. Karanlığın Aynasında çok daha klasik bir anlatım biçimini kullanıyor. Çok iyi bildiğimiz, tanıdığımız bir ben anlatıcının zihninin içinden okuyoruz hikâyeyi. Ama bir süre sonra o bize çok tanıdık gelen güvenli dilin ve hikâyenin hiç de öyle olmadığını, netliğin git gide kaybolduğunu görüyoruz.

- Yeni roman Karanlığın Aynasında nasıl çıktı ortaya peki? Buradan yol alalım isterseniz'

- Daha önce dediğim gibi üç yıl boyunca kafamda dönüp duran bir roman bu. Öyle farklı safhalardan geçti ki şimdi geldiği noktanın başlangıçta düşündüklerimle ne derece ilgisi var bilemiyorum. Zaten hep öyle oluyor: önce notlar almaya başlıyorum, planlar yapıyorum, düşünüyorum. Sonra bir gün, tamam artık başlayabilirim diyorum ve masanın başına geçip yazmaya girişiyorum. İşte o andan itibaren bambaşka bir süreç başlıyor. Orhan adlı bir doktor vardı kafamda, şöyle bir hayatı olsun, böyle bir iç dünyası olsun diye tasarlayıp durduğum. Ama işte yazmaya başlayıp da Orhan'ın sesi duyulur olduğunda her şey değişiyor. O dünya adeta kendiliğinden kuruluyor. Dolayısıyla romanın yazılma süreci benim tüm o hikâyeleri, sahneleri kendi deneyimlerim haline getirdiğim bir yaşantıya dönüşüyor.

- Orhan adında, hayal dünyası bol bir kahramanımız var bu kez karşımızda' Öyle ki dengesi yitiyor iki dünya arasında'

- Orhan'ın hikâyesi ya da karakteri üzerine konuşmak benim için çok zor. Bir yanıyla, doktor olmasından kaynaklanan bilimsel, analitik diyebileceğimiz bir düşünme tarzı var. Bir yandan kendini çok iyi izleyebilen biri. Yani içe bakmayı bilen biri. Tabii, kendi içine bakabilen birinin gördüklerini hayal olarak niteleyebiliriz ki bu çok da yanlış olmaz. İki dünya arasında, yani iç dünyasıyla dış gerçeklik arasında bölünen karakterlerin hikâyelerine alışığız aslında, ama bu romandaki bölünmeler sadece Orhan'ın ya da Sarp'ın ya da Ece'nin zihinlerinin içindeki bir bölünmelere indirgenemeyecek denli çoklu' Bunu tekrar anlatmaya çalışmam doğru da değil aslında çünkü bu bölünmeler zaten romanın kalbinde duran düşüncenin kendisini oluşturuyor.

- Şöyle bir baktığımızda aslında, günümüz insanının da portresi Orhan. Hayal eden sürekli' Gerçeğin hükmünü yitirdiği bir belleğin boyunduruğu altına girmiyor mu sizce de günümüz insanı?

- Romandaki tüm karakterler günümüz insanı. Ben bugünün insanlarıyla yazıyorum. Belki gündelik koşturmanın içinde çok da fazla yapamadığımız bir şeyi yapıyor, durup içine bakıyor. Aslında hepimiz zaman zaman yaparız bunu, bir hesaplaşma bir kendini anlama çabasına gireriz. Zaten, insan en çok kendini çözdüğünü ya da bulduğunu düşündüğü anda hata yapıyor. Gerçekten de son derece dinamik bir belleğimiz var. Sürekli değişen, olayları ve deneyimlerimizi her defasında yeniden kuran. En yaratıcı yazarlara taş çıkaracak denli yaratıcı. Bunun farkına vardığınız anda 'hayalci' gibi görünebilirsiniz tabii.
 

Hayatın romanlığı bozulunca...

- Yan karakterlerin, Ece Karabey örneğin, tiyatroyla ilgili olmasının özel bir sebebi var mı peki?

- Tiyatro kurmaca ile gerçekliğin birbirine en güzel karıştığı sanattır. Sahnedeki insanın bir başkasına dönüşmüş olduğunu, kurmaca bir karakter olarak yeni bir varoluşa geçtiğini en güzel sahnede görürüz. Bu o kadar önemli bir deneyimdir ki diğer sanatlar aslında hepsi tiyatronun bu özelliğini kullanırlar. Her anlamda 'temsil'in en iyi anlaşıldığı insani deneyimdir. Romanda da çok önemli bir yer kaplıyor. Tiyatronun en eski sanat oluşu bir yana, hep var olacağının da bir garantisidir bu.

- Bu kitapta roman içinde roman kavramını alaşağı ediyorsunuz diyebilir miyiz bir nevi? Roman içinde, bizatihi romanı yazıyor Orhan. Hatta inşa ediyor kendisine biçilen hikâyeyi bizi de işin içine ortak ederek, yeniden?


- Orhan bir yazar-anlatıcı değil. Bir biçimde hikâye onun zihninde inşa oluyor gibi görünebilir ama bu da tam doğru sayılmaz aslında. Başka bir yerinden girip de bambaşka bir yerinden de okuyabilirsiniz tüm hikâyeyi. Bu bir tek çözümü olan bir denklem değil. Sonuca varacağınız bir bulmaca da değil, kuralları belirli bir oyun da değil. Roman içinde roman meselesini Bu Filmin Kötü Adamı Benim'de denemiştim. Bellek, yazı, hikâye ve biyografi arasındaki ilişkileri o romanın yapısında ele almıştım. O romanı okuyup bitirdiğimizde bir labirentten çıktığımızı ve yolların nerelerde çatallandığını artık öğrendiğimizi düşünürüz. Oysa Karanlığın Aynasında bittiğinde ne kadar kendimizden emin olsak da hikâyenin tamamı konusunda her zaman başka okuma biçimlerinin olduğunu da hissederiz.

- Böyle bir durumda da Sarp gibi bir karakter yaratmak vazgeçilmez oluyor. Şizofrene varan bir hastalığın pençesine Orhan'ı da alıp, kendi hikâyelerini ele alıyorlar.

- Elbette kurmaca ve gerçekliğin çatışmasından söz ettiğimiz anda şizofreninin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Delilik, sarhoşluk gibi, uyuşturucu ekstazları gibi algıların ve düşüncenin gerçekliği çok farklı kurduğu bir zihinsel durum. Aynı zamanda insanın gerçeklik karşısında düştüğü çıkmazı çok trajik bir şekilde gösterir. Yazıp bitirdikten sonra Orhan ve Sarp'ın romandaki zıt ikiz olma durumu akıl ile deliliğin birbirine dönüşmeye ne denli hazır olduklarını hissettirdi bana.

-Sarp'ın sarf ettiği, 'Biz bir romanın içindeyiz,' sözü, geleneksel bir tanım olan 'hayatımız bir roman' tezinin neresine denk düşüyor sizce?

- İronik bir şekilde o sözü hatırlatıyor tabii. Bir şekilde tüm yaşananların insanların hikâye kalıplarına dökerek anlamlandırıldığını biliyoruz aslında, ya da belleğimiz her hatırlama anında gözümüzün önünde canlandırdığı sahnelerin tam olarak gerçeği yansıtmadığını da biliyoruz ama yine de kendimizden, anılarımızdan, bir zamanlar hissettiklerimizden kuşku duymadan yaşamayı sürdürüyoruz. Oysa üzerine düşünmeye başladığımızda bütünlük bozulmaya başlıyor. Hayatımızın romanlığı bozulmaya başlıyor' İçe bakış ya da karanlığın aynasına bakmak bu yüzden her şeyi bulandırıyor. Bizi gaflet uykusundan uyandırıyor.

Karanlığın Aynasında/ Murat Gülsoy/ Can Yayınları/232 s.