Karadeniz, Öksüz Deniz...
cumhuriyet.com.trBu yaz Sarp sınırından başlayarak Karadeniz’in çocukluğumun mekânı olmuş kıyıları, kumsalları, kayalıkları ve hemen arkasındaki fındık bahçeleri ve sıradağları boyunca tüm Karadeniz’i, doğusundan batısına yani Sarp Feneri’nden Bulgar sınırına bir taş atımı uzak İğneada Feneri’ne kadar karış karış yeniden gezdim. Arada bir çocukluğumun en yakın, en anımsanmaya değer görünümü olarak belleğimde yer etmiş ufuk çizgisine bir başka deyimi ile sahilden yüzerek gidebildiğim en uzaklıklara doğru dalıp gidiyordum. Karadeniz’in o dilimi içinde ne bitmek bilmez yıldız/poyraz, gündoğusu/poyraz fırtınalarının uğultusuna kapılıyordum. Karadeniz o günkü yaşıtım olan can arkadaşlarımla birlikte bir tepecik üzerinde kurulu ilkokulumuz, daha yukarılarda sıralanmış anlı şanlı Abdal (şimdiki adı ile Piraziz’de denilirdi) beylerinin bize ortaçağ şatoları gibi görünen sıra sıra evleri (benim aklımda on dört tane olarak kalmış). En görkemlisi sahilde iskeleye giderken solda bütün görkemi ile duran ünlü Hasan Bey’in evi.
O günlerin Karadeniz’ine haftada İstanbul’dan üç ayrı seferi üstlenmiş üç gemi kalkardı. Biri “Sürat Postası” İstanbul/Samsun/Ordu/Giresun/Trabzon/Hopa uğraklarından sonra aynı şekilde döner, içinde yarıdan fazlası Avrupalı turist olan yolcularını tekrar İstanbul’a getirirdi. Karadeniz uğrakları geceye rastlamışsa yakardı tüm ışıklarını ve sanki bütün dünya Karadeniz’in o noktasına gelip üşüşmüş gibi olurdu. Yanaşmazdı gemiler. Yanaşamazdı. Rıhtım, liman gibi şeyler yoktu, sahilden 2/3 mil açıkta demirlerlerdi.
Diğer bir seferin adı ünlü “Karadeniz Postası” idi. İstanbul çıkışlı bu gemiler gidiş dönüşlerini hatırladığıma göre 13/14 günde tamamlıyordu. İstanbul’dan kalkış ve dönüşü kastediyoruz. İskoçya’da yaşayan İngiliz turist (Skoç) Londra’dan İstanbul’a iner inmez bagajını aldığı gibi daha önceden ayırttığı bir geminin (Karadeniz Postası) kamarasına aynı gün gelip yerleşir. İki haftalık Karadeniz şenliği/ziyareti için. Zonguldak/Sinop/Samsun/Ordu/Giresun/Trabzon/Rize/Hopa ve aynı uğraklarla İstanbul’a dönüş. Bir üçüncü sefer daha vardı o günlerin Karadeniz’ine. Bu sefer nispeten daha eski ve yolsuz gemilerle düzenlenir Karadeniz kıyılarına dizilmiş en küçük kasabalara da uğrar. Gece ışıklarını yakınca oraya tüm dünyayı getirir, kalkıp gidince de o dünyayı alıp götürürdü. Halk bu sefere “Dilenci Postası” derdi. Her küçük limana uğrardı da ondan. İstanbul / Zonguldak/Ereğli/Abana/ Kurucasile /Ayancık/ Cide/Gerze / Fatsa / Ünye / Bulancak/Tirebolu / Görele/Akçabat/Sürmene/Pazar/ Hopa vs. Halk geminin geleceği gün sahilde toplanır, o pasaklı geminin gelip demir atmasını ve üç uzun düdükle halkı selamlamasını beklerdi.
On yıllar sonra bu yaz bunları düşünerek yeni bir kitabımın çalışmaları içinde Trabzon’dan Giresun’a gidiyordum. Ne günler yaşamışız diyordum ve sağıma Karadeniz’e bakınca kocaman bir alanda tek bir balıkçı teknesi bile görünmüyordu. Şu anda deniz yoluyla İstanbul’dan Karadeniz’de bir noktaya bir deniz aracı ile ulaşmak ya da bir şey ulaştırmak resmen olanaksız. O günlerin Karadeniz’i bugün öksüz bir deniz. Çünkü yukarıda sözünü ettiğimiz postalar teker teker kaldırıldı. Aynen öyle... Neden mi? Söylenecek, yazılacak çok şey var. Ama buna şimdi burada yerimiz kalmadı, daha sonra yine yazacağız.
Ama kime. Daha eskiye gitmeye gerek yok. Yirmi yıl kadar önce Karadeniz’in ve halkının canı kanı olan bu seferlerin kaldırılmış olması yetmezmiş gibi, devlet malı olan D.B. Deniz Nakliyatı TAO, Denizyolları gibi anıtsal ve ulusal kurumlar deyim yerindeyse beş kuruşa satıldılar. O zamanın deyimi ile özelleştirildiler...
Oktay Sönmez-Denizci-Yazar