Kara kıtanın Amazonları
Kadınlar hep savaşçı olmak zorunda. Kadınlar tarih boyu başlarının çaresine nasıl bakmış daha doğrusu kalan sağlar başlarının çaresine nasıl bakmaya çalışmış? ‘Afrikalı Amazonlar - Dahomey'in Kadın Savaşçıları’ kitabı merkezinde ilerlemek istiyorum bu kez. Ardından sözü ‘Assata’ adlı bir başka savaşçı Assata Shakur’un otobiyografisine getireceğim.
Gamze AkdemirKadınlar hep savaşçı olmak zorunda. Kadınlar tarih boyu başlarının çaresine nasıl bakmış daha doğrusu kalan sağlar başlarının çaresine nasıl bakmaya çalışmış? Bu sorunun peşine düşsek işin içinden bir yazı boyutunda başa çıkmak olanaksız. Zira konu geniş, dünya tarihi yoğun, coğrafyalar çeşit çeşit…
O nedenle beni bu yazıyı kaleme almaya yönelten kitabın evreninden yola çıkarak ağırlıkla, Stanley B. Alpern’in yazdığı ve İpek Yardımcı’nın dilimize çevirdiği, Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlanan Afrikalı Amazonlar - Dahomey'in Kadın Savaşçıları merkezinde ilerlemek istiyorum bu kez. Dahomeyli kadın savaşçılardan sonra ise sözü “Assata” (Ayrıntı Yayınları) adlı, Dahomeyli Amazonlardan apayrı bir mücadelenin savaşçısı olan Assata Shakur’un otobiyografisine getireceğim.
NEREDE BU DAHOMEY?
Önce Dahomey tam nerede onu netleştirelim: 1975'e kadar adı Dahomey olan Benin Halk Cumhuriyeti, güneyde Atlas Okyanusu, doğuda Nijerya, batıda Togo ve kuzeyde Burkina Faso ve Nijer Cumhuriyeti'yle sınırlı.
Afrikalı Amazonlar - Dahomey'in Kadın Savaşçıları adlı incelemeyi kaleme alan ABD’li araştırmacı ve Afrika uzmanı Stanley B. Alpern, devletin kökenlerinden 1892’deki Fransa yenilgisine kadar sömürgecilik tarihindeki yerlerine de ışık tuttuğu Dahomey’in kadın savaşçıları belgeleriyle gözler önüne seriyor. Günlük yaşamları, kıyafetleri, silahları, evleri, askeri eğitimleri, müzikleri ve savaşlarını ayrıntılarıyla yazıyor.
19. yüzyılda krallığı ziyaret eden Avrupalılar, Dahomey’in kadın savaşçılarını Yunan mitolojisinden esinlenerek Dahomey Amazonları olarak adlandırmışlar ve bu nedenle hep öyle anılmışlarsa da onlar kendilerini, dillerinde “annelerimiz” anlamına gelen “N’Nonmiton” olarak adlandırmış.
EV YERİNE CEPHEDE SAVAŞMAYI TERCİH ETTİLER
“Bu kadınları ta en başından bu yana savaşçı olmaya iten unsurlar nelerdi?” sorusunun yanıtı ise dünyadaki pek çok kadının yaşadığı ayrımcılığın en can alıcı örneklerinden birine ulaştırıyor bizleri: Ezici erkek hegemonyası!
Alpern’in Fransız gözlemcilerinden aktardığı görüşlere göre bütün Afrika’dakiler gibi Dahomey kadınları da “genelde aşağı derecede olan varlıklar olarak” görülüyordu. Erkekler, kadınların “ihanete ve kalleşliğe” eğilimli olduklarını düşünüyordu.
Yük hayvanının olmadığı bir ülkede kadın ve köleler bu görevi yerine getiriyordu. Kadınlar eşleriyle birlikte yiyemezdi. Bir erkek isterse - ki bunun çok nadir olduğu belirtiliyor - eşlerini ve çocuklarını köle olarak satabilirdi. Kadınların günleri sadece çalışmakla geçiyordu.
Fransız misyoner Pierre-Eugene Chautard, kadınların anneliğe olan tutkularını “zavallı hayatlarına bir teselli”; çocuklarını ise onlara “sevgilerinin karşılığını biraz olsun gösterecek tek varlıklar” olarak açıklıyordu.
YOK ADLARINI VAR ETTİLER!
Yani Dahomeyli kadınlar erkek üstünlüğünün klasik bir kurbanıydı. Fakat amazon olduklarında ise devletin elit kadınları arasında yerlerini alıyorlar ve savaşın tüm acımasızlıklarına rağmen maddi ve manevi eski yaşamlarından çok daha iyisine ulaşıyorlardı.
Saray protokolünde onlara daha fazla öncelik veriliyordu. Erkek askerlerden öncelikliydiler. Kadın savaşçılar kendi kölelerine sahip olabiliyor istemedikleri kadar tütün ve içki tüketebiliyorlardı. Yüksek rütbeli olanlarının yaklaşık elli kölesi vardı.
Dahomeyler hali hazırda savaşçı bir ulustu. Orduları düzgün, disiplinli kıtalardan oluşuyordu. Savaş taktikleri, savaş eğitimleri akıllara zarar cinstendi. Dahomey Amazonları da benimsedikleri rolün hakkını vererek düşmanlarına bildiğiniz kan kusturmuşlar. Hem de öyle böyle değil!
SEKİZ YAŞINDA ORDUYA YAZILIYORLAR
Düşünün daha sekiz yaşındayken orduya alınıp ellerine silah veriliyor. O yaşta savaşmayı, silah tutmayı, güçlü, hızlı ve dayanıklı olmayı ve acıyla baş etmeyi öğreniyorlar. Bazıları gönüllü kaydoluyorlar, bazıları da baskın karakterleri nedeniyle kocaları tarafından iyi bir eş olmamakla itham edilerek bizzat kocaları tarafından orduya yazdırılıyor.
Eğitimlerinde sivri dikenli akasya dallarıyla kaplı duvarlardan atlama, günlerce ormanda erzaksız yaşama gibi sınavlardan geçiyorlar. En cesurları akasya dikenlerinden yapılan bir kemerle ödüllendiriliyor.
Görev süreleri boyunca evlenip çocuk sahibi olmaları yasak. Bunun için krala bekâret yemini ediyorlar. Çağdaşları hemcinslerine kıyasla toplum içerisinde merkezi ve özerk bir konumu böylece elde edebilmişler. Büyük mecliste krallığın politikası hakkında söz söyleme hakkına sahipler.
PALALARIYLA KELLE KOPARAN KADINLAR
Başlangıçta fil avcıları oldukları öne sürülüyor. Sonradan kralın özel, elit koruma birliği olup en kanlı cephelerde savaşıyorlar. Dahomeyler Afrika’daki köle ticaretini yakaladıkları düşmanlarını silah karşılığı satarak kendi lehlerine çevirmişler.
1863 yazında İngiliz kâşif Richard Burton da hükûmet tarafından Dahomeyler ile barış yapmak için gönderiliyor. Burton, “Kara Sparta” diye nitelendirdiği orduda her tümenin kadın bir komutanı olduğunu yazıyor.
Dahomey Amazonları, sadece hükümdarların özel korumalığını yapan özel birlikler değil. Dahomey Krallık ordusunda komşu kabilelere ve Avrupa ordularına karşı cephede de savaşan korkusuz ve acımasız mangalar. Bu kadınlar palalarıyla çok hızlı kafa kesmeleriyle de biliniyorlar. Dahomey’i ziyaret eden bir Fransız delegasyonu 1880’de 16 yaşlarında genç bir Amazon’un eğitimine tanıklık etmiş. Üç vuruşta kafayı gövdeden tamamen kopardığını ve kılıcından akan kanı içtiği rapor edilmiş.
Başlarda sadece pala kullanan Dahomey Amazonları,18’inci yüzyılda tarihi meçhul bir şekilde ortaya çıkışlarından 1890’lardaki son dönemlerine kadar temel silahları, yivsiz silah olan ağızdan doldurmalı filinta tüfeği kullanıyorlar.
DANS, DAHOMEY’DE BİR GÖREVDİ
Danslarıyla ilgili de ilginç bilgiler var. Günümüzde siyah Afrika’da bir sanat ve temel eğlence kaynağı olan dans, Dahomey’de ise bir görevdi. Kadın, erkek tüm askerlerin usta dansçılar olmaları zorunluydu. Kıtaların yürüyüşçü kolları bile yürümekten çok dans ederek ilerliyordu. Askerler misket tüfekleriyle geleneksel danslarını yaparak hem krallarını onurlandırıyorlar hem de cenk havası icra ediyorlardı.
KURUCULARI PRENSES HANGBE
Dahomey Amazonların da kurucusunun bir prenses olduğu söyleniyor. Kral Akaba’nın ani ölümünden sonra büyük oğlu Agbo Sassa yeterli yaşta olmadığı için tahta çıkan kızı Hangbe, Dahomey Krallığı’nı 1718’de rakibi Agaje tahta çıkana kadar yönetmiş. Hangbe’nin bu kadın savaşçıların ordunun üçte birini (neredeyse 6 bin kadar) oluşturdukları söyleniyor. Söyleniyor diyorum çünkü Hangbe hakkındaki bilgilerin büyük bölümü krallığı kazanan Agaje tarafından Dahomey Krallığı’nın resmi tarih kaynaklarından silinmiş.
SAVAŞ MEYDANINDAN BUFFALO BILL’İN ŞOVUNA!
1890’da Krallık, Fransız kolonisi olmadan önceki son savaşta 434 Dahomey Amazonundan sadece 17’sinin geriye döndüğü söyleniyor. Amazonların çoğu 23 savaşın sonunda hayatlarını kaybetmiş. Son Dahomey savaşçılarının çoğu ABD’ye göç etmiş ve kimileri Buffalo Bill’in Vahşi Batı Şovu’nda gösteri yapmak üzere işe alınmış. Nawi adlı, bilinen son Dahomey Amazonu 1979’da, Benin’in uzak bir kasabasında 100 yaşında ölmüş.
ANGOLA’NIN NİNJASI; ANA NZINGA!
Afrika’nın en cesur kadın savaşçılarından bahsedip de Ana Nzinga’nın adını anmamak olmaz. Ana Nzinga, Dahomey değildi, Ndongo ve Matamba Krallıkları’nın kraliçesiydi. Ona Angola’nın Njingası deniliyor.
17. yüzyılda Angola’nın başkentini kolonileştiren Portekizlilere karşı savaşmış bu Afrikalı kadın savaşçı, krallığındaki insanların özgürlükleri ve onurları için mücadele vermiş.
1617’de Luanda hükümeti, bölgeden insanları ve kralı kovdurtmak için Ndongo Krallığı’na karşı sert kampanyalar başlatmış. Hapishaneleri insanlarla doldurmuş. Merkezde konuşlanmış Portekiz birlikleri şehri işgal etmeye başlamış. 1621’de kral, Nzinga’yı bölgeye göndererek barışı sağlamaya çalışmış. Nizinga görevini başarıyla yerine getirmiş, bölgede kontrolü sağlamış ve askeri taktikleri sayesinde Portekizlileri devre dışı bırakmış.
SANATÇI YZ’DEN SAVAŞÇI ATALARINA SAYGI
Son olarak Dahomeyli Amazonlara dönerek şu bilgiyi de vermeliyim: Kiminiz internette veya televizyonda belki fotoğraflarını görmüşsünüzdür; Senegal sokaklarında, şehrin duvarlarında çizilmiş kadın portrelerini. Onların çoğu Dahomeyli kadın savaşçıların portreleri. Çizen ise kendisi de bu kadınların soyundan gelen ve işine Amazone adını veren Fransız sokak sanatçısı YZ. Günümüz kadınlarına konumlarını ve fikirlerini savunmaları için destek vermek için 2015’te “Amazone” adlı böyle bir çalışma başlatmış.
VE ASSATA SHAKUR…
Ayrıntı Yayınları’nca yayımlanan bir diğer inceleme ise bir başka kadın savaşçıyı anlatan bir otobiyografi “Assata”. Kaleme alan günümüz kadın savaşçılarından Assata Shakur. Köle ismi JoAnne Chesimard. “Ben suçlu değilim, hiç suç işlemedim.” diyen siyah devrimci savaşını şöyle açıklıyor:
“Ben kadınlarımıza tecavüz eden, erkeklerimizi hadım eden, bebeklerimizin karnını aç bırakan bütün güçlere savaş açtım. Varlıklarını yoksulluğumuzla büyüten zenginlere, yüzlerimize gülerek bize yalan söyleyen siyasetçilere, onları ve mülkiyetlerini koruyan tüm kalpsiz robotlara karşı savaş açtım. Ben siyah bir devrimciyim ve bu yüzden de Amerika’nın gücünün yetebildiği bütün öfkenin, nefretin ve iftiranın kurbanıyım. Amerika, diğer tüm siyah devrimcilere yaptığı gibi beni de linç etmeye çalışıyor.”
21. YÜZYILIN KAÇAK KÖLESİ! ARANAN KADIN!
Kendisini bir 21. Yüzyılın kaçak kölesi olarak tanımlıyor Assata Shakur. O, Amerikan adalet sistemine, politik baskı, ırkçılık ve şiddette karşı 60’lı ve 70’li yıllarda aktif mücadele vermiş bir özgür ruh. 2013’te ise FBI’ın En Çok Aranan Teröristler listesine alınmış, Shakur tarihte bu listede adı geçen ilk kadın. 1984’ten bu yana Küba’da siyasi mülteci olarak yaşıyor.
Altmışlarda siyahların kurtuluşu hareketi, öğrenci hakları hareketi ve Vietnam Savaşı’nın sonlandırılmasına dönük hareket gibi bir dizi mücadeleye katılmış.
O dönemde tüm siyah halkın kurtuluşunu talep etmesi dolayısıyla 1969’da, FBI’ın Karşı İstihbarat Programı’nın hedefi hâline gelen ve FBI Başkanı J. Edgar Hoover’ın ifadesiyle, “ülkenin iç güvenliğine dönük en büyük tehdit” olarak görülen Siyah Panter Partisi’ne girmiş.
Davası, 1978’de, Ulusal Siyah Avukatlar Konferansı, Irkçılığa ve Politik Baskıya Karşı Ulusal İttifak ile Irksal Adalet için Birleşik İsa Kilisesi Komisyonu’nca imza edilen bir dilekçeyle Birleşmiş Milletler Örgütü’ne götürülür. Bu dava ABD’deki politik tutsakların yaşadıklarını, gördükleri politik baskıları, hapishanelerde maruz kaldıkları insanlık dışı ve korkunç muameleyi ifşa eder.
FBI ve özelde New York Emniyet Müdürlüğü Assata Shakur’u önce yasa uygulayıcılarına dönük saldırılara katılmakla sonra da hükümetin ve ilgili kurumlarının polis memurlarının vurulması olaylarına karışan bir örgüt olarak tarif ettikleri Siyah Kurtuluş Ordusu’nun lideri olmakla suçlar.
Polis merkezlerine ve bankalara Assata Shakur’u önemli suçlara bulaşmış bir kişi olarak tarif eden afişler asılır. Altı farklı suçtan suçlanır ve hepsinden ya beraat eder ya da söz konusu davalar düşer.
ÖLÜMDEN KILPAYI KURTULUŞ
2 Mayıs 1973’te Zeyd Malik Shakur ve Sundiata Acoli ile birlikte New Jersey otoyolunda başına gelenler ise bardağı taşırır:
Otoyolda otomobilin arka lambasının ‘hatalı’ olması gerekçesiyle durdurulur. Eyalet polisi Harper, arabanın yanına gelip kapıyı açıp sorular sormaya başlar. Siyah oldukları ve Vermont plakalı bir araba kullandıkları için ‘şüpheli’ olduklarını ima eder. Ardından silâhını çıkartıp onlara doğrultur ve ellerini yüzlerini ona dönük, onun göreceği şekilde, havaya kaldırmalarını söyler.
Söylenenleri yaparlar, birkaç saniye sonra arabanın dışından bir ses gelir, ani bir hareketlenme olur. Assata Shakur havada duran kollarından vurulur, diğer bir kurşun da sırtına isabet eder. Sonrasında Zeyd Malik Shakur ve polis memuru Werner Foerster öldürülür.
Polis memuru Harper, Zeyd Shakur’u vurup öldürdüğünü kabul eder fakat New Jersey’de görülen ağır ceza davasında Shakur hem Zeyd’i hem de polis memuru Forester’ı öldürmekle suçlanır. Memur Foerster’i öldüren silâh, Zeyd’in bacağının altında bulunmuş olmasına ve kendisinde silâh bulunmamasına rağmen Sundiata Acoli de sonradan yakalanıp her iki kişiyi öldürmekle suçlanır.
Sundiata ve Assata, yargılamalar başlamadan önce haber kanallarınca suçlu ilân edilir. Hiçbir kanal röportaj vermelerine olanak sağlamaz. New Jersey polisi ve FBI ise her gün medyadadır.
PAPA’YA MEKTUPLAR
Shakur, 1977’de tamamı beyaz olan bir jüri tarafından suçlu bulunup 33 yıl hapis cezasına çarptırılır. 1979’da hapishanede öldürülebileceğinden korkan yoldaşları ABD’deki siyah halka adalet sunulmadığı haklı inancıyla onu hapishaneden kaçırır.
İşin boyutu din adamlarına kadar uzanır. 24 Aralık 1997’de New Jersey Eyaleti, Shakur’un tekrar hapsedilmesi konusunda müdahil olması için Papa II. Jean Paul’a bir mektup bile yazar. New Jersey Eyalet Polisi bu mektubun kamuoyuna açıklanmasına karşı çıkar. Shakur da Papa’yı bilgilendirmek için bir mektup kaleme alır.
Yazıyı, savaşçı Assata Shakur’un şu seslenişiyle noktalayalım:
“ABD’deki birçok fakir ve mazlum insan gibi benim de bir sesim yok. ABD’de siyahlar ve fakirler gerçek bir konuşma hürriyetine, gerçek bir ifade hürriyetine sahip değiller, ellerindeki basın özgürlüğü de çok sınırlı. (…) Tüm politik tutsaklara özgürlük, Gezegen üzerinde bugüne dek varolmuş en dirençli ve en cüretkâr politik alanlardan biri olan Küba’dan sizlere sevgilerimi ve devrimci selamlarımı gönderiyorum.”