‘Kapalıçarşı başımızın tacı’
Kapalıçarşı’da zor günler yaşanıyor. Eskiden turistlerle dolup taşan çarşıya iki yıldır neredeyse hiç Batılı turist gitmiyor. Dükkân sahipleri cepten yiyoruz diyor. Ama esnaf inatçı ve umutlu, yani bayrağı bırakmaya hiç niyetleri yok. Kapalıçarşılılarla geçmişi, bugünü konuştuk.
Öznur Oğraş ÇolakGöz kamaştıran mücevher dükkânlarının vitrinleri, rengârenk lambaların ışıkları, bakır cezveler, el işçiliği porselen tabaklar, birbirinden güzel el dokuması halılar... Böyle uzar gider ve saymakla bitmez bu koskoca dünyanın büyüsü. Hem renkli hem de oldukça hareketli Kapalıçarşı’dan bahsediyorum... 4 bine yakın dükkânın olduğu, yaklaşık 25 bin kişinin çalıştığı bu tarihi çarşıda neler oluyor?.. Kimler çalışıyor ve günleri nasıl geçiyor? Dertleri neler?.. Tüm bunları merak edip rotamızı birkaç gün Kapalıçarşı’ya çeviriyoruz. 1460 yılından bu yana değişikliklere uğrayarak bugüne gelen çarşıda 10 saatini geçiren esnaf ile Kapalıçarşı’yı konuştuk. Esnaf dertli çünkü müşteri yok, daha doğrusu turist yaklaşık iki yıldır uğramıyormuş Kapalıçarşı’ya... Bir gün boyunca hiç iş yapamadıklarını söyleyen esnafın bazıları ise dükkânlara kilit vurmuş. Kiracılar kiralarını ödemekte zorlanmış, bazı mal sahipleri kiralarını yarıya düşürmüş ama bazıları aynı miktarda ısrar edince dükkânlarını kapatmak zorunda kalmışlar. Son olarak mobilyacıların ve gelinlikçilerin gittiği çarşıda hayat bu aralar zor. Cepten yediklerini söyleyen köklü esnaf, son nefesimize kadar bayrağı bırakmayız, diyor. Kazancın olmadığı ama umudun hiç bitmediği çarşının renkli, neşeli, bol sohbetli dünyasına tanıklık ettik. Kapalıçarşılılarla anılara da bir yolculuk yaptık. Kısa pantolonlu, Kapalıçarşı’nın sokaklarında misket oynayan çocukları şu anın 60 üstü ve geminin kaptanı esnafla konuştuk.
Şengör ailesinin Kapalıçarşı hikâyesi 1900’lere dayanıyor. Savaş başlayınca Kosova’dan Akhisar’a gelen aile bir zaman sonra ticaretin ve paranın İstanbul’da olduğuna karar veriyor. Şengör, “İstanbul’a geliyorlar 1910 yılında. Ufak tefek işler yapıyorlar; zeytinyağı, limon alıp satıyorlar. 1918 yılında bu oturduğumuz dükkânlar satın alınıyor. Kilim ve halı için Isparta’ya, Kayseri’ye gidiliyor, oradan alıp burada satmaya başlıyorlar. Sıkıntılar oluyor tabii... Bu arada Beyazıt’ta büyük bir konak satın alınıyor. Bütün aile, dedem, babaları, amcamlar, onların anneleri, babaları bir arada yaşamaya başlıyor. Savaş yılları sıkıntılı yıllar ama ailenin yaşaması için gerekli para kazanılıyor. Sonra İkinci Dünya Savaşı, o sırada çok sıkıntılar oluyor, aylarca işsizlik yaşıyorlar. Onun neticesinde bir ara, benim babam 1930 doğumlu, ilkokul birinci sınıftayken 1937 yılında Ankara’ya gidiyorlar. Orada halıcılığı deniyorlar. Olmuyor tekrar İstanbul’a Kapalıçarşı’ya geliyorlar, o günden bugüne de burdayız aynı işi yapıyoruz” diyor.
Babadan oğula geçen halıcılık için “Ben bu mesleği seçmedim, meslek beni seçti” diyor dördüncü kuşak Şengör ve ekliyor: “1960’lardan sonra, artık ben de dükkâna gidip gelmeye başlıyorum. Çok paralar kazanıldı o dönemde. Almanlar çok geliyordu.”
Batılı turistin yaklaşık 2 yıldır gelmediğini ve terörden etkilendiğini söyleyen Şengör, 2001-2003 yılları arasında Kapalıçarşı Esnaflar Derneği Başkanlığı yapmış. Şengör, “Dernek, 1948 yılında kurulmuş. Kapalıçarşı Esnafı Tesanüt Cemiyeti olarak geçiyor sonra dernek faliyetleri artıyor ama şimdi olduğu gibi o zaman da esnafa çok yardımları, yararları olmuyor” diyor.
Kapalıçarşı’da şu anda pek çok yerde rastlanmayan bir dostluk var. Eşinden ve çocuklarından daha fazla birbirlerini gören çarşı esnafı, dile kolay, neredeyse 50 yıldır dost. Önceki tatları yok tabii ama yine de dükkânın önüne uzun bir kahvaltı masası hazırlanıyor ve taburesini alan masaya oturuyor. Ama sadece Kapalıçarşılılar... Şengör, “Burada sonradan gelenler var, onlar bilmezler Kapalıçarşılı nasıl olunur” diyor ve ekliyor: “Zamanla Kapalıçarşılılığı hak etmeyen insanlar da dahil oldular maalesef. Bunların bir kısmı para gücüyle oturmaya çalışıyor tabii, ama bir kısmı da bünyeden aynı bir mikrop gibi atıldı. Onlar da gidecek çarşı yine eski esnaf görünümüne kavuşacak.
Müşterilere bir esnaf değil bir düşman gibi davranıyorlar, bağırıp çağırıyor, hatta dövüyor, sövüyor; silahlar atıldı burada, düşünün insanlar bıçaklandı. Ben 63 yaşındayım yani 50 seneyi yaşayarak bilen biriyim. Bizim burada böyle şeyler olmadı, ‘müşteri velinimettir’, bu çok derin bir kelimedir. Senin her şeyin demek.”
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) yeni bir uygulaması olacağını söyleyen Şengör, bundan son derece rahatsız. Şengör, bu durumu “Ben yaptım oldu, böyle bir şey olmaz” diye nitelendiriyor. İBB’nin Aksaray tarafından araçlara yolları kapatacağını ve yürüme yolu yapacağını söyleyen Şengör, “Buraya gelmek isteyenler nasıl gelecek, burada o kadar sarrafiye var. Diyelim ki altın, pırlanta almaya geliyor, o kadar para ile ya da değerli bir eşyayla nasıl yürüyecek. Bunları hiç düşünen yok, ben yaptım oldu kafasıyla gidiyorlar. Bilmiyorum nereye varacak, Allah esnafımıza yardım etsin” diyor.
‘Kapalıçarşı durursa Türkiye’nin beyni durur’
Kapıdan içeri giriyoruz, biraz sohbet edebilir miyiz, diyorum. Gazeteyi ve ne yazmak istediğimi anlatıyorum. Cevap net, “Buyurun bu biraz yürek işi, herkes konuşmaz, ben konuşurum” diyor. Tüm sorularıma açık yüreklilikle cevap veren İsmailli, iki yıldır işlerin çok durgun olduğunu ve hiç turistin gelmediğini söylüyor. İsmailli, “Terör olayları Türkiye’nin başına bela olduğundan beri Türk turizmini yerle bir etti. Maalesef başımızdaki yöneticilerin birçoğu bu bacasız sanayiyi korumadılar, ciddiye almadılar. Türkiye ne zaman turizmde dibi görse her yönde kriz olur. Çünkü Türkiye’nin yüzde yetmiş hareket etme kabiliyeti turizm sektörüne bağlı” diyor. Kapalıçarşı durursa Türkiye’nin beyni durur diyen İsmailli, “Avrupalılar bize küs. Ruslarla aramız açıldı. Düzelttik diyorlar, o da bana çok inandırıcı gelmiyor.
Kapalıçarşı durursa Türkiye’nin ticari beyni durur. Türkiye Cumhuriyeti’nin milli gelirine en büyük katkıyı yapan çarşıdır. Derisi, halısı... Kapalıçarşı’da legal olan her işin milli gelire katkısı çok büyüktür. Türkiye her zaman Atatürk’ün ışığında yaşayan bir ülkedir, ben Atatürkçüyüm. Bizi hiçbir güç yıkamayacak, bunlar gelip geçici” diyor.
Kapalıçarşı’da dostlukların hiçbir zaman bitmeyeceğini söylüyor İsmailli... Bir aile olduklarını ve dünyanın hiçbir yerinde bu kadar iç içe, birbirine kaynaşmış bir ticari hayatın olmadığının da altını çiziyor. Kapalıçarşı Esnaflar Derneği’ni soruyorum. İsmailli’nin bir benzetmesi var ama kayıt dışı diyoruz ve gülüp geçiyoruz. İşlevsiz olduklarını hiçbir soruna cevap veremediklerini söylüyor. İsmailli, “Bir özel güvenlik kurdular. Özel güvenlikte Malatya’da merkez İstanbul’da çalışıyor herkes. Ne biçim iştir anlamadım. Burada herhalde bir suiistimal yoktur, evet kesinlikle yoktur! Ahilik günü kutlaması yapılıyor Beyazıt’ta, bunu kim biliyor kimse. Onun dışında hiçbir şey... Amaçsız olduğunu söylüyorum, bir amaçları yok” diyor.
Şengör halıda sohbet sırasında dükkâna gelen Garo Halepli’yle başlıyoruz konuşmaya. Halepli Kapalıçarşı’nın en eski gümüşçüsü ama öyle böyle değil yani Halepli ustaların ustası... Geçmişleri 186 yıl öncesine dayanıyor. “Ben altıncı jenerasyonum” diyor. 19. yüzyılda kurulmuş gümüş dükkânları önceden bir Rum’a aitmiş. Gümüşcülüğün artık dünya da bittiğini söylüyor Garo Usta, “2014’e kadar imalat devam etti, sonra ancak özel bir sipariş olunca yapıyoruz. Zaten o tarihten bu yana emekliyim. Buradaki dükkânımı kiraya verdim, ufak bir yerim vardı oraya yerleştim” diyor.
İş olmadığı için emekliyim diyen Halepli, “Şimdi tavla oynuyoruz, arada rakı içiyoruz” diyor ve gülüyor. Halepli, “Türkiye’de var olan modellerin yüzde 90’ı kayınvalidemin elinden çıkmıştır. Bir zamanlar 1965’ten sonra yılda 6- 7 ton çalıştığımız zamanlar oldu. Özal zamanında çok ciddi ihracatlar yaptık. O zamanın Büyükelçisi Akgün Kıcıman, ne kadar kral, kraliçe varsa hepsini getirdi Kapalıçarşı’ya. Şimdilerde, en büyük Şemsi Ağabeyimiz kaldı. Bizim kuşaktan bizim kıdeme sahip bir Simento’yla ben kaldık. Kısa pantolonluyduk, misket oynardık çarşıda arkadaşlarımızla. Çocukluğumuz Kapalıçarşı’da geçti. Eskiden arnavut kaldırımıydı buralar, sonra beton döktüler, çimento döktürler. Yangından sonra” diyor.
Şengör dükkânı kalabalıklaştı. Herkes çocukluğundan, ustalarından, babalarından bahsetmeye başladı. Kahkaha sesleri dükkânın dışına taştı. Sonra bir hüzün “nerede o eski günler” diyenler... Derin bir “offf” çekenler... Gözler dolu dolu. Sessizlik...
Sessizliği bozuyorum ve “Türkiye’de gümüşçülük” diyorum, Garo Usta sözümü kesiyor.
“Türkiye’de gümüşçülük çok eski ve köklü bir meslektir. Benim hatırladığım en az 10 tane üst düzey usta gelip geçmiştir, şimdi ise hiç kimse yok. Dünya çapında ustalardı. Zengin bir altyapısı vardır gümüşçülüğün çünkü Anadolu’da bakırcılık çok yaygındı. Bakırcıların arasında yetenekli olanların hepsini gümüşçülüğe alırlardı. Çünkü bakırcılıkta kazanırdın yüz lira, biz de bin lira. Biraz da aklı çalışıyorsa, gayret ederse iyi yerlere gelirlerdi. Ama sonra bizim iş bütün dünyada ölmeye başladı” diyor.
Kapalıçarşı’da gezerken alışverişe gelen çarşının müdavimlerinden Simten Taner ile tanışıyoruz. Taner, Kapalıçarşı’nın çok değiştiğini söylüyor ve ekliyor: “Annemle çocukluğumda alışverişe gelirdik, o zamanlar bugüne göre daha iyiydi, çarşı daha kalabalıktı ve alım gücü daha fazlaydı. Mesela bugün çanta alamıyorum. Çünkü ateş pahası, gençliğimde kot pantolon, deri çeket alırdım, şimdi imkânsız. Kapalıçarşı artık kalabalık değil mesela. Eski alışkanlık yine her hafta geliyorum ancak baharat alıyorum.”
BOYBEYİ AİLESİ VE CHUKUR KULE
Mahmutpaşa kapısından girince Kapalıçarşı’ya tarihi ahşap yapıyla karşılaşıyorsunuz. Hemen yanında küçük bir kuyumcu dükkanı, tarihi yapı da da aynı tabela dikkatimi çekiyor ve bu şekilde tanışıyoruz Mete Boybeyi ile. Chukur Kule’nin yanındaki küçük dükkâna giriyorum ve sohbet başlıyor.
Ahmed-i Zarif Boybeyi’den miras kalan altın mesleğini günümüzde hâlâ Kapalıçarşı’da sürdüren dördüncü kuşak Mete Boybeyi, meşhur eski ‘Chukur Muhallebicisi’nin bulunduğu 1970 yılında babası tarafından satın alınan tarihi ahşap yapı ‘Chukur Kule’nin de sahibi. Kapalıçarşı ile aynı yaşta olan Chukur Kule, altında mücevherat dükkânı, üst katında ise aile müzesi olarak kullanılıyor.
Boybeyi, “Büyük dedemden bize kalan bu mesleği ben devraldım. Biz Kilisliyiz. Büyük dedem 1890’larda ticaret ve sanayi ile uğraşmaya başlamış. Kilis’e, ilk kez zeytinyağı fabrikasını, motorlu değirmeni ve arabayı getirmiş. İlk oteli o açmış, ilk sinemayı da o getirmiş. Çocuklarına da bu işleri dağıtmış vaktiyle. Babamın babasıda kuyumculuğu seçmiş ve babamı kaybedince bana kadar geldi” diyor. Kapalıçarşı Kat Malikleri Yönetim Kurulu’nda da bulunan Boybeyi’ne bu kurulun neler yaptığını soruyoruz, “Kısaca bu ekip çarşının güvenliği, temizliği, işleyişi, isminin iyi bir şekilde güncellenmesi eski ritüel mesleklerin desteklenmesi ve çerşıya verilen servislerin organize edilmesiyle ilgileniyor. Esnafın çarşıya faydası olan konulardan haberdar olmasını ve aynı zamanda faydalanmasını da sağlıyoruz” diyor.
Tavanlar
Kapalıçarşı’da gezerken kafanızı yukarı kaldırdığınızda hiç hoş olmayan bir manzara ile karşılaşıyorsunuz. Kapalıçarşı’nın içinde bulunan bazı kemerlerde çökme meydana gelmiş, tavanda oluşan küflenmeler, çatlaklar, kabarmalar büyüyerek bazı yerlerde çirkin bir görüntü oluşturuyor.