Kalpsiz olanın kalbi olanı duymaya tahammülü yok
Kemal Hamamcıoğlu ile gelirini sokak hayvanlarına bağışladığı son kitabı Baldan Karanlık’ı, hepimizi etkileyen Sadakatsiz dizisini ve sevdiği lezzetleri konuştuk.
Ebru D. DedeoğluEkranların yeni dizisi ‘Sadakatsiz’ reytinglerde AB kategorisinde en çok izlenen yapım oldu. Dizi, aldatma boyutuyla sosyal medyada da saatlerce tartışıldı. Dizinin senaristi, yazar Kemal Hamamcıoğlu’na sorduk, insan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi? Kitaplarından, doğa ve hayvan sevgisinden de konuştu.
* Sadakatsiz dizisi epey tartışma yarattı. Orijinaline ana hatlarda benzese de Türk dokunuşlarını özellikle görüyoruz. Bu bilinçli bir tercih mi?
Bazı hikayeler evrenseldir. ‘Sadakatsiz’in hikayesi de evrensel bir hikaye. Fakat evrensel her hikaye kendi kültüründe farklı bir ruha bürünür.
Dizimizin yapımcılarından Selen Sevigen uzun yıllardır bu projeyi hayata geçirmek için çalışıyormuş. Geçen kış dizimizin süpervizörü Merve Girgin ve Fatih Aksoy ile bir araya geldim. İlerleyen süreçte Medyapım ailesinde “Sadakatsiz” dizisine çalışmaya başladık... İlk günden beri ana konumuz hikayenin ve karakterlerin buralı olmasıydı... Senaryoyu öğrencim ve çok iyi bir yazar olan Dilara Pamuk ile beraber yazıyoruz. Her sahneyi en ince ayrıntısına kadar aylarca, drama ekibinden Müge Öztürk ve Ceylan Mısırlı, yönetmenimiz Neslihan Yeşilyurt, süpervizörümüz Merve Girgin, proje koordinatörümüz Direnç Aksoy Sidar, yapımcılarımız Selen Sevigen, Gülümsün Özkök ve Fatih Aksoy’la çalıştık. Özellikle şunu belirtmek istiyorum. Fatih Aksoy’un çalışma biçimine, işe gösterdiği titizliğe bu süreçte hayran oldum. Mesleğini böylesine aşkla yapan, aralıksız üreten ve yaratan, bir projenin ilk anından son anına kadar işin her detayıyla ilgilenen bir insanla çalışıyor olmak hem öğretici hem de zihin açıcı. Hiçbir başarı tesadüfi değil.
* Sadakatsiz’de zeki ve başarılı bir kadının kocasının gerçeğini ortaya çıkarışını izliyoruz. Gerçek ne kadar gerçek?
Gerçek derinliği kadar gerçek. hep...
* İnsan iki kişiyi aynı anda sevemez mi? Sadakatsiz’de erkek karakter karısını mı aldatıyor? Sevgilisini mi? Yoksa herkesin ötesinde kendisini mi aldatıyor?
Sence... Zor bir soru... Volkan’ın aklından çıkmayan soruları sordun bana... İnsan aynı anda iki kişiyi sevebilir mi? Ben sevmiştim, ama aynı yerden değil.
* Aşk ne kadar gerçek bir duygu?
Kalbi olan için en gerçek duygu. Dünyayı aşk üzerinden okuyorum... Çok sevdiğim, çok şey öğrendiğim hocam Metin Erksan’ın dediği gibi “Aşk için ölmeli. Aşk o zaman aşk!”
* Gelelim çok sevilen kitabın ‘Baldan Karanlık’a… Bal adlı köpeğin gözünden dünyayı tanımlıyorsun ve okurlara farklı bir bakış açısı gösteriyorsun. Bu fikir nasıl doğdu?
Sızlayan bir vedadan çıktı “Baldan Karanlık”. Askerdeyken üç köpeğe bakıyordum... Arap, Şımarık ve Safiye koymuştum adlarını... Beş ay üç gün onlarlaydım. Bir gün geldi sonra... Terhis olmadan iki gün kala... Ansızın... Toplatıldı alaydaki tüm köpekler. Şımarık’tı aralarında en oyuncu olanı. Çok hızlı koşardı... Bana doğru koşuyordu... Kaçtı sandım onlardan... Yakalayamadılar diye çok sevinmiştim bana doğru heyecanla koşarken. Meğerse uyku iğnesiyle vurmuşlar demin. Bana veda etmek için koşmuş bana. Elimi yüzünü dayadı sonra. Kapadı gözlerini, ben uyudu sandım... Kucağımda götürdüm onu arabaya. Terhis olduğum gün yana yakıla barınaklarda onları aradım. Buldum da... Biri eksikti ama... Şımarık’tı o... Uyanmamış o uykudan... O uykunun hikayesini yazdım... Elimdeki ısısını unutmamak için...
* Kitapta aynı zamanda insanlığın doğaya yaptığı zalimliğe karşı ciddi bir sistem eleştirisi de var. Bal gözünden bakınca bunu çok daha net anlıyoruz. Her şeyin cevabı doğada iken neden bu zalimlik?
Şımarık’ın dediği gibi “Karın tok, kalp aç!” bundan... Kalpsiz olanın kalbi olanı duymaya tahammülü yok, bundan... İnsan az, azıcık kaldı, bundan... Az olansa çok, vasat olansa ortada, bundan... Sevmekten başka cevabım yok, diyenler hırpalandı bundan... Hep dan dan dan... Nedene cevap o kadar çok ki! Cevabın çokluğundan bu bitmeyen zalimlik... Neyse ki doğa insandan güçlü... Bizsiz de var olacak... Bize rağmen var olacağı gibi.
* Kitabın tüm geliri sokak hayvanlarına bağışlanıyor. Müthiş güzel bir hareket. Mama alımları ve gönderimleri yapıldı mı?
İlk önce Toy İstanbul’da tiyatro oyunu olarak sergilendi. Şımarık’ı şahane performansıyla Metin Akdülger oynadı. Oyundan elde edilen gelirin bir bölümüyle sokak hayvanlarına mama gönderimi yapmıştık. Ayrıca her oyuna seyircimizden mama getirmelerini rica etmiştik... Oyuna gelen kilolarca mama unutulmuş yolları doyurdu o kış... Kitaptan elde ettiğim gelirin tamamını ise ömrüm boyunca ve ömrüm sona erdikten sona sokak hayvanlarına bağışladım... Kitabın yatan ilk telifiyle Kuzey Ormanı’ndaki canlar doydu... Şantiyenin güvenlik kulübesinin yanındaki yedi yavru ve annesi, tasmasıyla ormana terkedilmiş golden ve diğerleri... Hayatta kalmayı başaranlar... Bir umut bekleyenler... Bu arada bekledikleri sevgi idi... Her canlı gibi... Yemeğe değil, eline geliyor sevdirmek için ormandaki her can...
* Kitaplarına, senaryolarına, şiirlerine kendi dünyanı yansıtıyor musun?
Her yazar kendini yazar... Kesinlikle kendi dünyamı yansıtıyorum... Yazdıklarımın kalbi ben... Neye bakarsam, neyi duyarsam... Oyum... Kalbini açtıkça, güçsüz olanın sesi oldukça kendinden kendini çoğaltıyorsun... Tutkuyla sevişenlerin, gitmemeye inat edenlerin sesi, benim dünyam anlayacağın...
* Neler okuyorsun?
Ebru bu ara sadece ve sadece doğayı okuyorum... Penceremin karşısındaki siyah duvarı beş katlı bir apartman boyutunda saran sarmaşığı bu yaz biri zehirledi... Yapraklarının duvarın kenarından ölüşünü izledim uyumadan... İçim titreyerek... Sonra sarmaşığın direnmesini izledim ölüme ve insana... Şimdi yarısı ölü, kalanı hayatta sarmaşığımın. Siyah kağıdımın üzerindeki yeşili izliyorum anlayacağın... Bir de güzel gülen birini gördüm mü onun gözlerinden geçip geçmediğimi okuyorum...
NUMARADAN KOŞANLARA DEĞİL, OLDUĞU YERDE SAYANLARA SARILIYORUM
* Son dönemlerde en çok etkilendiğim tiyatro oyunlarından biri Garaj. Oyunda insanlara “Durun, düşünün!” diyorsun ve bunu başarıyorsun. Neden durmak yerine koşmayı seçiyoruz? Pandemi sürecinde dursak da tekrar koşmaya başlıyoruz sanki…
Neye koştuğumuz kıymetli bu hayatta... Risksiz, nefessiz, nabızsız koşma numaraları yapanlar var... Bir gram ter yok ne alınlarında, ne de yarınların da. Numaradan koşanlara değil, olduğu yerde sayanlara sarılıyorum ben. Garaj’daki Orkide ve Kahraman’ın vedalaşırkenki sarılmaları gibi sarılıyorum... Sarılmadan sarılarak... Koşmadan koşanlar, durmadan duranlar pandemi yıllarca sürse de değişmeyecek. Orkide’nin Kahraman’a dediği “Kötüler büyür, sen çocuk kalmışsın.”, cümlesindeki çocuğa – çocukluğa koşmak lazım.
* Kitaplarında, tiyatro oyunlarında hatta dizide çok sağlam diyaloglar yazdığını düşünüyorum. Sırrı var mı?
Teşekkür ederim Ebru... Bir diyalog yazarken yazdığım diyaloğa öncelikle aşık olmuyorum... Gözümden yaş düşüyorsa nefes alıyordur o kelime, o cümle... Nefes almasına izin veriyorum kelimelerin... Her kelimemle göz göze geliyorum... Gözlerimi ondan kaçırmamaya inat ediyorum... Kelimelerin an be an dönüşmesine de... Mesela “aşk” üç sene önce başkaydı, şimdi başka cümlelerimde... Kamburu var... Ama göğsü daha açık tutkuyla koşana.
* Baldan Karanlık tiyatro oyununda “Görmediklerim görünmez değilmiş, hiç sevilmemişler o kadar” diyorsun. Görmemek için mi bağlanmıyoruz?
Görmeyi seçtiklerimizin bizi dönüştüreceğinden, sarsacağından, rutinlerimizi yıkacağından hakiki olana bağlanmaktan korkuyoruz. Müziksiz bir şarkının nakaratına takıldığımızdan... Kendi yalnızlığımızdan, güçsüzlüğümüzden, ölüme yakınlığımızdan kaçmak için... Nereye kaçarsak kaçalım görmediklerimiz tam önümüzde duracak. Döne döne yol, eninde sonunda bağlanamadıklarımıza varıyor.
EVİME BİRKAÇ DOSTUM DIŞINDA, KİMSEYİ SOKMUYORUM
* İstanbul’da Lucky ile yaşam nasıl gidiyor? Bal’ı yazarken Lucky’nin yardımı oldu mu?
Lucky benim kalbim. Konuşmadan yan yana durabildiğim hayatımın en güzeli. Yazarkenden öte yaşamama çok yardımı oldu. O olmasa eve dönmek ya da evden çıkmak için çoğu gün hiçbir nedenim olmazdı. Bunu demeden edemeyeceğim. Kimseye köpeğine bakıp, “köpeğiniz yaşlandı mı?” demeyin. Komşumun biri “Lucky de yaşlandı.”, deyince dayanamadım. “Siz de olduğunuz yerde kalmadınız. Farkında mısınız?” dedim daha yeni... Başkasını üzme ihtimali olan cümleleri herkes kendine saklamalı.
* Erkekler yemek yapamaz klişesinin geçerli olmadığı bir dönemdeyiz. Ki pandemi döneminde yemek yapmayı bilmeyenler bile öğrendi. Hayatındaki özel kişiye yemek yapar mısınız?
Çorba yaparım. Tarhana çorbası. Masayı beraber topladığım kim varsa o özelim...
* Yemek yapmanın iyileştirici ve birleştirici gücüne inanır mısın?
Kesinlikle. Bir de son ses müziği de açmışsam. Oh benden mutlusu yok mutfakta!
* İlk kez tek başına uzaklara ne zaman gittin? Nereye?
‘Aşk Hikayesiyle Gelir’ isimli romanımı yazarken en uzağa yerin altında sarmaşıklarla sarılı bir dünyaya gitmiştim. Romanı okuyanlar o dünyayı bilir... Sonra demin dediğim siyah duvarımı saran sarmaşıklara bakmıştım... Hem uzaktı o dünya, hem de bir duvar kadar uzağımda... Sorduğun soruya gelince ben genelde hep tek başıma uzaklara gittim. Hep öyle olunca ilkini hatırlayamıyorum.
* Merak ediyorum dostlar sofran nasıl? En çok kimler gelir? Büyük, kalabalık sofralar olur mu?
Evime birkaç dostum dışında, kimseyi sokmuyorum. Filmlerdeki o kalabalık masalara çok imrenirim, ama şimdiye kadar hangi kalabalık masaya otursam masanın sineması o kadar güçlü değildi. Umarım o kalabalık sofrayı bulmam ama bir gün o masayı kurarım. Kana kana su içeceğim masayı...
* Dizide tüm gerçeklerin ortaya çıktığı çarpıcı bir yemek sahnesi var. Neden sofra?
Tatlı da var tuzlu da. Elin nereye uzanırsa damağında kalacak tat o... Ondan...
* Son olarak en çok severek yaptığın yemeğini tarifini istesem?
Gülmek yok! Patates kızartması... Tuzlu suda bekletiyorum... Kalın halka dilimler... Sarımsaklı yoğurt.. Sosu salça, rende domates, kekik. İşin püf noktası servis tabağının altına da yoğurt sürmek. Bak ben bana patates kızartana aşık olurum!
(Kahkahalar)