Kaldıraçlı Kimlikler...

cumhuriyet.com.tr

Yugoslavya’nın kurucu Devlet Başkanı İstanbul’a gelir. Onu, beden ölçüleri konuğun ancak yarısı kadar olan vali karşılar:

- Ben, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Ordinaryüs Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay.

Karşılığı kısadır:

- Tito. Kurmaylık askeri bir terimdir. Harp Akademileri’ne girerek eğitimlerini başarıyla bitirmiş subaylara kurmay deniyor. Akademinin öğretim süresi dört yıldır. Kurmay subay artık yeteneğiyle, birikimiyle kendini kabul ettirmiştir. Son günlerde bir de ne görelim! Kurmaylar(!), o kadar çoğalmış ki sokağa taşmış. Bir siyasi partinin önde gelenleri de kurmay sözcüğüyle anılmasın mı? İnsan, bu kadarı da olmaz diyor. Özellikle iktidar partisi sahipleniyor, haber öyle yapılıyor. “Başbakan Tayyip Bey, kurmaylarıyla yeni anayasayı hazırlıyor.” “Filan bakan kurmaylarıyla toplandı.” Aman Tanrım!

Kurmayın sivili tercih ediliyor…

Osmanlı yönetiminde bazı sivil kişilere de “paşa” unvanı verilirdi. Örneğin Mithat Paşa’nın, Ziya Paşa’nın, Ahmet Vefik Paşa’nın paşalığı böyledir. Sivil paşa yani. Üstün yetenekli yöneticilere takılan “paşalık” bir ödüllendirmeydi. Yukarıda adları “paşa” ile anılanlara paşalığın bir şey kattığı sanılmasın. Onlara paşalık az gelir. Akla takılan, bu ödülün adı ayrı bir sözcük olamaz mıydı? Günümüzde “fahri doktora” verilmesi de pek yaygınlaştı. Siz, doktor olmadığınız halde, böyle bir cüppe sunulsa giyer miydiniz? Arif Kara, askerde iğne yapmasını öğrenince köyünde adı “Doktor”a çıkar. Sonra sonra gerçek adı unutulur. Herkes ona “Doktor” diye seslenir. İlkokul diplomalı Arif Kara yeni adını seviyordu. Demek kendisi de bu sanı benimsemişti. Özlemin, o adla dışavurulması mıydı?

Son günlerde dilden dile gezen bir söz var: “Türk insanı kâğıt para gibidir, ışığa tutulduğunda içinde Atatürk yoksa sahtedir.” Kaldıraçlı kimlikler tanınmak istenirse, o kadar çaba bile gösterilmeden anlaşılır…