Kadınların izi kaldı
Şehirlerde ve yollarda öyle yoksulluk var ki insanlar bir deri bir kemik. Durduğumuz an çocuklar ve kadınlar çevremizi sarıp avuç açıyor. Rehberimiz, “Sakın bir şey vermeyin” diyor: “Birine para verirseniz ötekiler hücum edecek.”
Yücel FeyzioğluBir Brahman rahibin Hemvati adında dünya güzeli bir kızı vardı. Bir akşamüstü Hemvati köy kadınlarıyla gölden su getirmeye gitti. Su dupduru, ayna gibi parlıyordu. Gölün kıyısına oturup hayale daldı. Kadınlar akşam yemeği için su alıp döndüler. O dönmedi. Herkes çekildikten sonra soyunup suda serinlemek istedi. Ay Tanrısı Şandıra’nın dikkatini çekeceğini nereden bilebilirdi. Birdenbire göl kıyısında yakışıklı bir şehzade belirdi. Hemvati’nin eşsiz güzelliğine dayanamayıp onu yıldızların altına kaçırdı. Geceyi sevişerek geçirdiler. Şafak atarken Ay Tanrısı onu bırakıp gökyüzüne çekilmek zorunda kaldı. Hemvati bakakaldı. Ay Tanrısı yukarıdan seslendi: “Bu birleşmeden bir oğlumuz olacak. Adını Şandıravarman (Ay Tanrısı’nın hediyesi) koy. O çok güçlü olacak ve kuracağı hanedanlık yüzlerce yıl yaşayacak...”
ŞEHVET TANRIÇASI
Şandıravarman dünyaya gelirken annesi öldü ama o büyüdü, annesinin hasretini yüreğinde hissetti. Tam 85 yerde “Ay ve Şehvet Tapınağı” kurdu. Kadın ve erkek enerjisinin birleştiği dorukları taşlara işleterek ebedileştirdi. Annesi Şehvet Tanrıçası babası Ay Tanrısı oldu.
Tam 1100 yıl geçiyor aradan. Şimdi o tapınaklardan ikisi duruyor. Tapınağın biri Hemvati’nin köyü Khajiraho’da. Koca Hindistan’da sadece bu köye havaalanı yapılmış. Çünkü bütün dünyadan meraklılar o tapınağa kadınların bıraktıkları izlere bakmaya geliyor.
YAKMAYA İKNA EDİLMEK
Gencecik kadınların izini bir de duvarlarda buluyoruz. Binlerce yıldan beri Hindu inançlarına göre kocası ölen kadının da sonu gelmiş sayılıyor. Kocanın cenazesi yakıldıktan sonra kadının eli kınalanıyor, kınalı elini evin duvarına basıyor ve canlı canlı ateşe atılıp yakılıyor.
Gerekçesi hazır: “Koca öldükten sonra geçimini sağlayamaz, başkalarıyla ilişkisi olabilir vs...”
Bu gelenek 20. yüzyılın başında yasaklanmış ancak başka türlü süregelmiş. Şöyle anlatıyor rehberimiz Rajdeep Singh: “Hindular, inanç ve geleneklerine o kadar bağlıdırlar ki, koca öldükten sonra yakınları kadını yakılmaya ikna ediyor ya da zorluyorlar. Soruşturma açıldığı zaman da intihar etti diyorlar. Son dönemde azalmakla birlikte hâlâ devam ediyor.”
Evlerin duvarında kalem gibi parmakların yeni izlerini gösteriyor rehber, “Bu nedenledir ki” diyor, “Bütün dünyada kadınların yaş ortalaması erkeklerden daha uzun olduğu halde, Hindistan’da düşüktür. Erkekler 66, kadınlar 64 yıl yaşıyor. Kocadan sonra ateşte yanmamak için kadın kendini erken ölüme hazırlıyor...”
34 EŞ VE 97 ÇOCUK
Himalaya eteklerinden Pakistan sınırına kadar bütün Kuzey Hindistan... Baştan başa bu verimli topraklardan geçiyoruz. Sayısız kasaba ve köy, sayısız insan, sayısız kadın. İniyoruz arabalardan. Kadınlara el vermek bir tabu. Ellerini göğüslerinde birleştirip saygıyla eğiliyorlar. Sonra avuç açıyorlar.
“Hindular ile Müslümanlar arasında hâlâ çok evlilik var” diyor rehber Rajdeep Singh. “Herkes birkaç evlilik yapmak istiyor. Ama karıları hamileyken, ultrason yaptırıp eğer kızsa bebeği aldırıyorlar. Kadın nüfusu erkek nüfusuna göre yüzde iki daha az Hindistan’da.”
Sonra kadınları uyarıyor: “Gruptan ayrılmayın. Yaşlı filan demez kaçırırlar.” Şaka sanıyoruz ama ciddi. Fotoğraf çekmek için aracımız duruyor, iniyoruz. Eşim Nevin elimden tutuyor. Ortalık insan seli. Bir de bakıyorum öteki yanımda da 18. yüzyıl başında Hannover ve İngiltere krallığını yürütmüş Georg Ludwig hanedan ailesinden prenses, ürküntüyle “Kolunuza girebilir miyim, korkuyorum!” diyor.
“Bugün dünyada en çok eşi olan erkek de Hindistan’da. 34 karısı ve 97 çocuğu var. Kadınlar nasıl kabul ediyor diye düşünmeyin. Bir korunma, bir geçim kaynağı olarak bey sarayına girmişler.”
KAFESLİ PENCERELER
Sarayda ne kadar rahatlar? Özgürler mi? Eskiden saray avlularında yapılan etkinliklere katılmaları bile yasakmış. Kafesli pencerelerden aşağı bakarlarmış. Ama şimdi etkinliklere katılıyorlar. Özgürce sevişme hakkına gelince? O sadece “Şehvet Tapınağı”nda sanatçıların yaratıcı gücüyle sevişmenin bütün erotik halleri taşların üstünde bir destana dönüşmüş...
Şehirlerde ve yollarda öyle yoksulluk var ki insanlar bir deri bir kemik. Yolda durduğumuz an çocuklar ve kadınlar çevremizi sarıp avuç açıyor. Rehberimiz, “Sakın bir şey vermeyin” diyor, “Eğer birine para verirseniz ötekiler üstünüze hücum edecek.”
Halkın yüzde 69’u günde ortalama iki dolardan az kazanıyor. Bunların yarısı ise sadece günde 1.25 dolar. Dünyanın en yoksul ülkesi. Bu yoksulluğun en şiddetlisini ise kadınlarla çocuklar yaşıyor. Sayıları 800 milyon. Rehberimiz bilgi veriyor:
“Yılda 15-16 milyon çocuk doğuyor. Okul çağında 480 milyon çocuk var. 14 yaşına kadar okul zorunlu, ama bunların sadece 120 milyonu okullara gidebiliyor. Hem de rüşvet verebilenlerin çocukları. Gerisi okulsuz. Kızların yüzde 45’i çocuk yaşta evlendiriliyor.”
ACI ÖYLE BÜYÜK Kİ
Büyük reformlar yapmak isteyenlerin üçü de vurularak öldürülmüş. Mahatma Gandhi, Indra Gandhi ve oğlu Rajiv Gandhi. Bunlar büyük demokratlar. Aile planlaması için de reform yapmışlar.. Ama başarılı olamamışlar. Oğul Rajiv Gandhi, ülkenin en uç noktalarına ulaşacak memurları görevlendirmiş. Aile planlamasının daha da anlaşılır olması için resimler asılmış, halk okuryazar olmadığı için bu resimleri yanlış anlamış. Hindularla Müslümanlar, “ahlaksız resimler” diye ayaklanmış. Rajiv (47) de öldürülmüş. Acı öyle büyük ki yüreğiniz sıkışıyor. Bugün hâlâ halkın yüzde 66’sı okuryazar değil.
UYARI ÜSTÜNE UYARI
Üç şey dikkatimizi çekiyor. Zayıf insanlar, yolları dolduran zayıf inekler ve çöp... Hindistan’da çöp kaldırmak adet değil. Çöpün içinde yaşıyorlar. Her yan pislik, sinek, hastalık... Birçok virüs yayılıyor, koleradan tutun tifoya kadar birçok hastalık ve 2.7 milyon insanda AIDS var. Rehber sık sık bizi uyarıyor: “Sakın halkın yediği yerlerde bir şey yemeyin, tuvaletlere girmeyin!”
On sente yenilen çorbayı seçkin yerlerde 6 Avro’ya yediğimiz halde bütün grubumuz hastalanıyor. “Hastaneye gidelim” diyenler oluyor. Rehberimiz, “Bir hastalık ile gidip iki hastalıkla çıkabilirsiniz, kendi aranızda doktor yok mu?” diyor. İş eşime düşüyor. Bereket hazırlıklı gelmiş. Yanındaki ilaçları dağıtıp tedaviye başlıyor.
ÜÇ BÜYÜKTEN BİRİ EKBER ŞAH
Babası öldüğünde Ekber Şah daha 14 yaşındaydı. Bereket versin yanında zeki bir anne ve deneyimli devlet adamı Bayram Han vardı. Dedesi gibi cesur, ele avuca sığmayan cevval bir gençti. Kendisine köklü bir eğitim verilemedi. Ancak şah olur olmaz bilgisiz devlet yönetilemeyeceğini fark etti. Bilime, bilgiye, bilge kişilere büyük önem verdi. Kitaplığında 40 bin kitap birikecek, iş dışında tüm zamanını öğrenmeye verecekti. Hindistan’daki inanç ve din gruplarının da kutsal kitaplarını, felsefi görüşlerini, Sanskritçeye çevirtecek ve okuyacaktı. Bütün din ve inançlara saygı gösterecek, hepsine eşit yakınlıkta duracaktı.
Rehberimiz, “Dünyada en büyük üç imparatordan biri odur” diyor. “Birinci imparator, MÖ yaşamış Kuzey Hindistan İmparatoru Aşoka Adiraja, ikincisi Büyük İskender (MÖ), üçüncüsü de Ekber Şah (MS 1542-1605).
Ekber Şah dönemi Hindistan’da kuruculuk, atılım ve refah dönemi. O, her din ve inanç grubundan danışman ve vezir atadı, divanı buluşma mekânı yaptı. Hindu, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Jain, Budist, Zerdüşt ve Sabilere kadar bütün inanç ve dinlerden filozofları divanda tartışmaya çağırdı, hepsine eşit davrandı. Herkes Ekber Şah’a sarılarak ülkenin kalkınması için seferber oldu. Batı’da yüzyıl savaşları yeni bitmiş, 30 yıl savaşları başlamak üzereyken o burada herkesi birleştirmiş. İnanılmaz bir aydınlanma çağı başlatmıştı. O yalnız okuyan değil, aynı zamanda müzik tutkusu olan bir imparatordu.”
IRMAKLAR OKYANUSA AKAR
Rehberimiz gezi boyunca Ekber Şah’ın yaptırdığı başka kaleleri, surları, sarayları da gezdirip gösteriyor. Hepsine yetişmemiz mümkün değil. Bir ömre bütün bunları nasıl sığdırmış, şaşıyoruz.
“Bütün ırmaklar okyanusa akar. Bu sözler Ekber Şah’a ait. Irmak ve çayları birer inanç ve din olarak yorumlar, hepsinin okyanusta birleştiğini söylerdi. Tüm inançları birleştiren yeni bir din kurdu: “Din-i İlahi.”