Julian Assange davasını unutmayalım

ABD güçlü bir plan yapmıştı Assange’ı mahkûm etmek için. Eğer İngiltere’den ABD’ye iade kararı çıksaydı, Assange Virginia eyaletinde yargılanacaktı.

Mustafa Kemal Erdemol

Capitol Baskını tüm gündemi silip süpürdüğü için bir İngiliz mahkemesinin Wikileaks’in kurucusu Julian Assange’ın ABD’ye iadesi talebini reddetmesine ilişkin haber son derece sessiz karşılanmıştı. Oysa hayli önemli bir dava olduğunu biliyoruz. Hatta öyle ki kimilerine göre yüzyılımızın en büyük basın özgürlüğü davasıydı bu. Yaptıkları gazetecilik sınırlarının ötesine geçmiş de olsa WikiLeaks’in kurucusu Julian Assange hakkında açılan dava her şeyden önce “bilgilendirme hakkı” çerçevesinde değerlendirildiğinde son derece önemliydi.

Aslında “kıyıdan döndü” Assange. Evet, henüz her şey bitmiş, son karar verilmiş değil. Ama yine de “son kararı” etkileyecek bir sonuçtu bu. Gerçekten “kıyıdan döndü” çünkü Assange’ın yaptıklarının “gazetecilik” değil “casusluk” olduğunu iddia eden ABD, iade edilmesi halinde 1917’de yürürlüğe soktuğu Casusluk Yasası uyarınca Assange’ı 175 yıl gibi hayli uzun bir hapis cezasına mahkûm edecekti.

‘CASUS’ MUYDU?

ABD öyle olduğunu iddia etse de elbette değildi. Casusluk bir devletin bir başka devlete karşı (kullandığı kişiler aracılığıyla) yürüttüğü bir faaliyettir. Amaç rakip devlete şantaj yapmaktır. Oysa Assange kimseye şantaj yapmadı, ABD’nin Afganistan’daki, Irak’taki yasadışı işleri, Guantanamo hapishanesindeki insan hakları ihlalleri başta olmak üzere kirli devletlerin ipliğini pazara çıkardı. İsveç’in sanıldığı (kendi kendini övdüğü) kadar “tarafsız” bir ülke olmadığını da sızan belgelerle daha iyi kavradı kamuoyu. Bunları yapmakla maddi anlamda elde ettiği bir kazanç da olmadı. Tersini onu suçlayanlar bile iddia edemedi. Assange bir gazeteci, gazetecinin işi de sırları ortaya dökmek, saklanan bilgileri ortaya çıkarmak. Bunu yaparken gazeteciliğin sınırlarını az da olsa aşmış olması yaptığının yanlış ya da casusluk olduğu anlamına gelmez.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da biliyordu bunu; o nedenle Assange’a yönelik suçlamayı biraz daha mantıklı (!) bir temele oturtmak için WikiLeaks’i “devlet dışı düşman istihbarat servisi” olarak nitelendirmişti. Pompeo’nun “devlet dışı düşman istihbarat servisi” tanımlaması ABD’ye, Assange’ı yargılayabilmek için hem anayasasındaki “ifade özgürlüğü” maddesini göz ardı etme şansı verdi hem de söz konusu casusluk yasasının kapsamını genişletme olanağı yarattı. Dolayısıyla İngiliz mahkemesinin Assange’ın ABD’ye iade etme talebini reddetmesi, ABD’nin casusluk suçlamasının da reddi demektir. Bu açıdan Assange davasını ABD’nin kaybettiği büyük bir dava olarak görmek yanlış olmaz. Şimdilik.

Mahkeme kamuoyundan etkilenmez, doğru ama yine de kamuoyu baskısının belirleyiciliği reddedilemez. Assange’ın ABD’ye iade talebinin reddedilmesindeki etkenlerden biri, medya ile kamunun gücüdür kuşkusuz. Ülkenin “sol” eğilimli gazetesi The Guardian suçluların iadesine karşı yazılar yazdı, muhafazakâr gazeteler The Telegraph, Daily Mail, Sun da bu konuda en azından tarafsız kalarak iade karşıtı cephede yer aldılar. Af Örgütü, PEN, çok sayıda sivil toplum kuruluşu Assange’a destek verdi. Bunun işe yaradığı görülüyor.

ABD güçlü bir plan yapmıştı Assange’ı mahkûm etmek için. Eğer İngiltere’den ABD’ye iade kararı çıksaydı, Assange Virginia eyaletinde yargılanacaktı. Nedeni şudur: Bu eyalette bugüne değin hiçbir casusluk davasını kaybetmemiştir ABD yönetimi. Eyalet mahkemelerinde yer alan jüri üyelerinin yüzde seksenini CIA, NSA ya da Pentagon’la bağı olanlar oluşturur çünkü.

İngiliz yargısına selam ama İngiliz hükümeti berbat bir sınav verdi yargılamalar boyunca. Muhafazakâr hükümet, ABD’nin iade talebini hızlandırmak için çok çaba gösterdi. Eski İçişleri Bakanı Sajid Javid iade için gerekli imzayı atmıştı. Yerine gelen yine muhafazakâr Priti Patel de öyleydi. (Bu ikisi ülkenin en çok ezilen azınlığına mensup sağcı politikacılardır). Ancak İngiliz mahkemesi hükümet gibi yanaşmadı davaya.

YA KAYBETSEYDİ?

Assange kaybetse(ydi), kaybeden sadece o olmayacak(tı). İngiltere’de yaşayan yabancı muhalif gazetecilerin, istenmeleri durumunda ülkelerine iade edilmelerinin yolu açılacak(tı). Devlet sırrı adı altında halktan gizlenen bilgileri “bilgi edinme hakkı” uyarınca ortaya çıkarmaya çalışan İngiliz gazeteciler de kendi ülkelerinde “casusluk”la suçlanabilecek(ti).

Assange’ın kaybetmesi gazetecilik faaliyetlerinin de tehlikeli olduğu anlamına gelecek(ti). Bunun uluslararası hukukta bu şekilde yer alması, örneğin Covid-19 kaynaklı ölümlerin gerçek sayısını açıklayan gazetecilerin de kendi ülkelerinde hedef olmasına yol açabilecek(ti). Hükümetlerin gizlediklerini halka açıklamakla görevli gazetecileri durduracak bir karar olabilirdi bu. Böyle olmaması için başta İngiliz medyası olmak üzere ülke kamuoyu, gazeteciliğini eleştiri konusu yapsa da, Assange’ın iadesine karşı durdu yıllarca.

İADE DURDU MU PEKI?

Şimdilik öyle ama dava bitmedi. İngiltere’de herhangi bir ülkeye suçlu iadesine ilişkin davalar ilk olarak, jürisiz, Old Bailey gibi sulh ceza mahkemelerinde görülür. Bu İngiliz hukuk sisteminin bir özelliğidir. Bu mahkemeler genelde trafik davaları gibi önemsiz davalara bakar. Bu nedenle kaybeden tarafın (burada ABD’nin) davayı (mahkemeyi yetersiz bulma iddiasıyla da) bir üst mahkemeye, yani İngiltere Yüksek Mahkemesi’ne götürme hakkı var. Son kararı orası verecek. Söz konusu mahkemenin 2019’da Julian Assange’ın İsveç’e iade edilmesine karşı yaptığı temyiz başvurusunu reddettiğini anımsatalım. Bu nedenle Assange davası daha yeni başlıyor belki de.