Juan Carlos Onetti'nin üç kitabı ilk kez Türkçede

Rahat bırakılmayı arzulayan, moda olandan hızla kaçan, düşüşten korkmayan, yazınsal hırsızlığı kendini geliştirmek için önemli bir eğitim sayan, eleştirmenlerin gözünü boyamak için ve okurlara göre yazmayan Juan Carlos Onetti’nin “Tersane”den sonra üç kitabı daha; “Veda Ederken” ve “Yarın Başka Bir Gün Olacak” Münir Göle, “Artık Fark Etmediğinde” ise Nurhayat Çalışkan çevirisiyle Türkçede.

Ali Bulunmaz / Cumhuriyet Kitap Eki

‘Uzun bir dün’ ve Onetti’nin yalanları
 
Eduardo Galeano’nun, Juan Rulfo’yla beraber “hikâye anlatıcılığımın en önemli nedeni” dediği, gevezeliğin ve Galeano’nun ifadesiyle “kelime bolluğunun” her şeyi sekteye uğratacağını düşünen Juan Carlos Onetti, Uruguay’dan uzak kaldığı ve Buenos Aires’ten Madrid’e gittiği dönemde anlamlı sessizliğini kısa süreliğine bozmuştu.

Konuşur veya yazarken “öylesine” cümleler kurmaktan kaçınan Onetti; coşkusunu, hayata dair öfkesini, kırgınlıklarını ve insanlardan kaçışının nedenlerini, az ve öz şekilde dile getirmeyi tercih etti. Küfrün eksik olmadığı o cümlelerin kitaplarına yansıması ise ölçülü bir argoydu.

Kendisine “usta” denmesine sinirlenip “hiç kimsenin ustası olmadığını ve olmayacağını” söyleyerek hakikatten kaçıp hayal gücüne ya da kire pasa sığınan insanları yalın bir dille anlatan Onetti, bunu trajediyle çevrelenen anlatıcılar kurgulayarak yaptı. Edebiyat tarihinde, bir varoluşçu ve anarşist gibi kendisini değersizleştiren insana isyan eden yazar olarak konumlanan Onetti, piramidin en tepesinde yer alan ve “herkes eşittir, bazıları daha eşittir” sözünü ete kemiğe büründürenleri eleştirirken kendi geçmişi ve geleceksizliğini okura açmayı da ihmal etmedi.

Hayatın üzerine yazarak giden ve uğradığı bozgunlarla hesaplaşan Onetti, uydurma gücünü buradan alıyor, peşini bırakmayan çocukluğundan aklında kalan kimi anları kurmacayla harmanlıyordu.  
Onetti’nin derdini en iyi anlatacak kelime ve cümleleri oluşturmak için kendisiyle kavga ettiğini görenler bile var. Bu kavganın bir nedeni de elini hiçbir şeye sürmeyen aydın ve edebiyatçıları sarsacak ifadeleri bulma çabasıydı. Söz konusu arayışta, onu mutlu sona ulaştıransa çoğunlukla uykusuz kalmasına neden olan kitap okuma tutkusuydu.

ONETTİ’NİN “TUZAĞI”

Duygusal krizlerine, ülkesi Uruguay’da 27 Haziran 1973’te gerçekleşen darbe de eklenince Onetti, hayatında bir kırılma yaşadı. Kısa süreli tutukluluğun ardından önce İtalya’ya, sonra 1974’ten ölümüne dek kalacağı İspanya’ya gitti.

Onetti, 1974’ten itibaren yaşadıklarından (Uruguay’da işbaşına gelen askerî yönetim nedeniyle sürgün edilişi ve ömrünün geri kalanını Madrid’de geçirişi) mıdır bilinmez çoğunlukla yataktaydı, bol bol içip polisiye romanlar okuyor, röportaj taleplerini küfür kıyamet reddederken elinden düşmeyen sigarasıyla “yazmayın” diyerek genç kalemleri fırçalıyordu.

Bazı dostları, miskinliği “kazanılmış hak” olarak gören ve eşref saati geldiğinde hikâyeler uyduran Onetti’nin söylediği yalanların yazdıklarından daha iyi olduğuna dair espri bile yapmıştı. Uydurduğu ve kaleme aldığı her hikâye, yazarın saklı bahçesi ya da dinlence yeri gibiydi. Kendisi orada “keyif çatarken” okurlar ve dinleyiciler tam anlamıyla acı çekiyordu. Çünkü Onetti’nin cümleleri, insanı sert bir hayatın hüküm sürdüğü kent gibi tartaklarken o sokaklarda lümpenler, dolandırıcılar, kaçaklar, âşıklar ve iyi bir insan olmaya çabalayanlar; kısacası hayatın sillesini yiyen, kendisiyle ya da olup bitenle yüzleşmekten kaçmanın bir yolunu arayan herkes turluyordu.

“Gereksiz insan topluluğu” dediği bu kitleye metinlerinde yer veren Onetti, okurun git gide o karakterlerden birine dönüştüğünü hissettiriyordu. Okur, yavaş yavaş yalana, kaçışa ve aşağılık kompleksine batarken tıpkı “Santa Maria Üçlemesi”nin ikinci kitabı Tersane’nin (Çeviren: Suna Kılıç, Alef Yayınları, 2016) başkarakteri Larsen gibi “tuzağa düşüyordu.”

Onetti, kırgınlığını ve hıncını kaleme aldıklarıyla okur üzerinden yeryüzüne geri gönderen bir yazar. Fakat satır aralarına mutlu anları serpiştirirken bazen bir şarkının dinginliğinden veya sadece yürüyüşün verdiği keyiften, düzgün ve insanlığını kaybetmemiş bir kişiyle karşılaşmaktan doğan huzuru da anlatıyor.

Diktatörleri, tarihin en aşağılık kişileri olarak niteleyen, rahat bırakılmayı arzulayan, dili her yazarın kullandığı bir araç diye tanımlayan, eleştirmenlerin gözünü boyamayı bir yazara yakıştıramayan, edebiyatta içtenliğin esas olduğunu söyleyen, işaret edilenlerin dışındakileri de okumayı salık veren, moda olandan hızla kaçan, yalanın hayattan ayrılamayacağını savunan, düşüşten korkmayan, yazınsal hırsızlığı kendini geliştirmek için önemli bir eğitim sayan ve okura göre yazmayan Onetti’nin Tersane’den sonra üç kitabı daha Türkçede: Veda Ederken, Yarın Başka Bir Gün Olacak ve Artık Fark Etmediğinde.

SEFİL” VE VURUCU BİR ANLATIM

Duygusal anlamda sarsıntılı döneminin ürünü Veda Ederken (Los adioses) [1954], Onetti’nin şair Idea Vilariño’ya ithaf ettiği bir roman. Yazar, o günlerde bir aşkın peşinden gittiği Buenos Aires’ten dönmüştü, yeni aşklar kapısını çalana dek Montevideo’da görece mutlu ve huzurluydu. Onetti, duygusal anlamdaki mağlubiyetlerinin ardından yazmaya tekrar koyuluyor ve bu yalpalamalar kitaplarının arka planında hissediliyordu.

Veda Ederken’de bu savrulmaların kurmacayla birleşimine rastlıyoruz. Ağzında bakla ıslanmayanların; yalan ya da gerçek oluşu fark etmeksizin bilgi aktarmaya heveslilerin akıp giden sohbetiyle yüzleşiyoruz romanda.

Bara girişinden itibaren hasta olduğundan ve son günlerini yaşadığından şüphelenilen bir adamın, hâl ve hareketlerini gözlemleyip kendince yorumlar yapan; onun ellerine bakıp âdeta bir kader haritası çizen anlatıcı-barmen, para kazanmaktan çok bilgi alışverişiyle ilgili.

Gelen evrak-giden evrak misali, kendisine gelen ve gönderdiği mektupların peşine düşen, doktor tarafından uzun yürüyüşler yasaklanan bu gizemli adamın üzerindeki göz yalnızca barmeninki değil. Etraftaki herkes, barmenin gevezeliği yüzünden ona dikkat kesilmiş durumda. Özellikle de kaldığı otelin görevlileri ve hastabakıcı, barmene bu eski basketbolcu ile ilgili rapor verirken bir yandan Noel telaşı yaşayan köy, gerçek ile dedikodu sınırında geziniyor.

Onetti, sütre gerisinde tuttuğu ve kendisine dair parça parça hikâyelerin ağızlara sakız edildiği eski basketbolcuyla birlikte (hatta belki ondan daha fazla), anlatıcı-barmenin bilgi açlığını ve gizemli adama ilişkin gerçekleri öğrenmeye çalışırken üretip yaydığı tevatürleri öne çıkarıyor. Yazar, gereksiz gibi görünen ayrıntılarla okuru, “uyutur” veya beklemeye alırken köy-bar-yalnızlık arasında sıkışan barmenin “minnacık anlamsız ölü olma” hâlini anlatıyor. Hakkında bilgi edinmeye çalışırken barmenin ona biçtiği hayatı yaşayan, kendisine basit ve öngörülebilir bir komplo kurulan eski basketbolcuyla ilgili ortaya çıkan hakikatler de Onetti’nin kurgusuna dâhil.

Onetti, romanın sonundaki duygu patlamasıyla beraber, trajik finale gelene kadarki gözlemci-bilgi biriktirici tavrını öne çıkardığı barmenin, ileride yaşanacak her şeyi tahmin etmişçesine girdiği ruh hâlini ekonomik cümlelerle okura sunuyor. Eski basketbolcunun, dünyayla hesaplaşmasının ve geride kalanların yekûnuyla birlikte hikâye içinde bir başka hikâye kurgulattığı barmenin âdeta yazar hâline gelmesi, Onetti’nin “sefil” ve vurucu anlatımının zirve noktalarından.
  

ONETTİ TEKNİĞİ VE ÖYKÜLER 

Onetti, şehir inşa eden bir yazar; kentin sakinleri (hepimiz gibi) biraz törpülenmiş, hırslı ve kirli. Parlak caddelerde fink atan hanımefendi ve beyefendiler, arka sokaklarda haşinleşirken yazara göre hayatın maskesi bu anda ve orada düşüyor.

Romanlarında olduğu kadar öykülerinde de böyle kentler yaratan yazarın bir diğer kitabı Yarın Başka Bir Gün Olacak’ta, yine başarılı bir yalancılıkla karşılaşıyoruz. Ancak burada, günlük yaşamdakileri ve üçüncü sayfa haberlerini aratmayan bir gerçeklik de mevcut: Siesta saatindeki sakinlik, üç-beş peso için öldürülenler, nerede bulunduğuna ilişkin kimsenin bilgi sahibi olmadığı bir mahkûm, ilişkilerinde art arda çuvallayanlar, kimsenin görüp duymadığı romanların yazarları, “herhangi bir sözcükten daha acımasız sessizlikler”, Güney Amerika’nın temmuz soğuğu, ulusal bir histeri, travmatik geçmişini hatırlarken “gençliği yaşlılıktan ayıran çizgiyi arayan” bir kadın ve hakikati örten gecenin ardından “koca kentin pireli mahallesine doğan gün”, Onetti’nin öykülerinde karşımıza çıkanlardan bazıları.
Yarın Başka Bir Gün Olacak, Onetti’nin öykü yazarlığının temel özelliklerini de yansıtıyor. İlk olarak her birinden roman türetilebilecek öykülerinde boşluklar bırakan yazar, anlatısını bilinçli şekilde bulanıklaştırıp noksanlıkları doldurması için okura alan yaratıyor. İkinci özellik üslubu: Dil oyunlarını elinin tersiyle iterek kimi zaman olaya kimi zaman da kişilik çözümlemelerine yoğunlaşan Onetti, derdini anlatırken Mario Vargas Llosa’nın “Latin Amerika edebiyatının devrimi” dediği şeyi gerçekleştiriyor: Romanlarında da rastladığımız, betimlemekten öte az ve öz bir dille sonuca ulaşma ya da tam tersine sonuçsuz bırakmanın tadını çıkarıyor yazar.

Yarın Başka Bir Gün Olacak’ta, diğer öykülerinde ve romanlarında yaptığı gibi Onetti, anlatıcıyı birkaç adım geride tutup bozarak, yeniden düzenleyerek, birbirine karıştırarak ve bazen temayı besleyen bazen temanın kendisine dönüşen yollar açıyor ki Llosa buna, 2008’de kaleme aldığı bir yazıda “teknik” diyor: “Tekniği, ‘teknik maharetle’ yani kişinin kendi kendine anlattığı ve anlatılanı anlatma biçimini besleyen katıksız bir bahaneye dönüştürdüğü o biçimsel teşhircilikle birbirine karıştırmamak gerekir. Teknik görünmez olduğunda başarılıdır, anlatılana (bir duruma, bir eyleme, bir kişiye) daha fazla belirginlik, derinlik, heyecan ve hakikat katarak elde ettiği etkinin ardında gözden kaybolduğunda başarılıdır. Bir Rulfo’da, bir Borges’te ve bir de Onetti’de durum böyledir” (“Sözün Kısası”, Mario Vargas Llosa, Çeviren: Elif Gökteke, Kitap-lık, Sayı: 151, Temmuz-Ağustos 2011, s. 40).

Ömrünün son düzlüğünde yayımlanan Artık Fark Etmediğinde isimli romanında da bu teknik, hatta ondan daha fazlası söz konusu. 

KADERLERİN KESİŞİM KÜMESİ

Onetti, sürgünlüğünün ilk yıllarında sayfa numarası, başlık ya da metinlerin sırasını belli edecek herhangi bir işaret koymadan, rasgele kaleme aldığı; kafa karışıklığıyla yazışından yıllar sonra yayımlanan bir roman Artık Fark Etmediğinde (Cuando ya no importante).

Yer, sene ve mekâna dair karanlıklarla örülü, fragmanlar şeklinde ilerleyen metinde sınırlı bir devamlılık söz konusu. 6 Mart’ta başlayıp aradan kaç yıl geçtiği bilinmeden 30 Ekim’de biten, bir kenara koyarak unuttuğu ve günlüğe benzeyen Artık Fark Etmediğinde’de Onetti, eşi tarafından terk edilen bir adamın, zaman zaman kara mizaha çalan iç döküşüne imza atmış. Hikâyedeki her fragman, Llosa’nın bahsettiği “teknik”le örülü. Yayımlanan son romanı olması ve oğlunun da yardımıyla bir hâl yoluna sokulmasıyla Onetti’nin başlangıçtan itibaren kullandığı tüm anlatım biçimlerine ve temalarına rastladığımız bir kitap bu. Sürgünlüğünün ilk zamanları dikkate alındığında, Onetti ile sınırsız ihtiraslarla seyahat edip çalışacaklara seslenen bir ilanın peşinden giden anlatıcının, uzaktaki Montevideo’yu özleyişi, ikisi arasındaki kesişmeye ve terk edilmişlik duygusuna da gönderme yapıyor.

Santa Maria, anlatıcının gemiyle bir başka ülkeye gitme planını açıkladığı evrede yine karşımıza çıkarken ufukta, “İhtirasınız sizce nereye kadar gidebilir?” sorusu beliriyor. Son durağı olan kentte, hem bazı gözlemlerini hem de dünya tarihinden kesitler aktaran anlatıcı; kavurucu sıcağı, tarlaları, ensest ilişkileri, kiliseyi ve sokakları geçmişle buluşturup bir gerçeklik yaratırken 1970’lerin politik tartışmalarına atıflar yapıyor.

Limanlarda gezinen, gemide görülen, Santa Maria’dayken aklı başka yerde olan ve yağmur bekleyen çiftçilerle sohbet eden anlatıcının asimetrik hayatı ile Onetti’nin romanı yazdığı dönemdeki bocalamaları bir noktada örtüşüyor. Hayatını geride bırakıp bir başkasına yelken açan anlatıcı, ne yaparsa yapsın huzursuzluğunun, kuşkularının ve mutsuzluğunun üstesinden gelemiyor: Kendisini, yaşamın tam ortasında ve dışında hissederken işi, genelevler ve karşılaştığı insanlar, ona akıp giden zamanı duyumsatırken “Bir rüyayı olduğu gibi yazıyorum” deyişine benzer biçimde, yüzleştiklerini ve hayat karşısındaki duruşunu hesapsızca dile getiriyor. Katolik Santa Maria’nın püriten görüntüsüne rağmen ahalinin halının altına süpürdüğü pisliklere, cezasız bırakılan suçlara ve hayata çelme takmaya niyetli insanlara dair gözlemler de bu anlatımın önemli bir parçası.

Onetti’nin vazgeçemediği karakterlerinden ve kentte sıkışıp kaldığın hisseden Doktor Diaz Grey, tam bu noktada devreye girerek “Santa Maria Üçlemesi”nden hatırlayacağımız Bay Petrus’tan dert yanıyor. Onetti, Artık Fark Etmediğinde’de yine bir veya birkaç karakteri, öbür kitaplarından ödünç alıyor.

Kitapta, iki yolculuk ve “uzun bir dün” ile geleceğe tedirginlikle bakan bir anlatıcı var karşımızda: “Binlerce küçük özlemin ve yoğun bir hüznün, asla fazla olmasa da can yakmak için bir araya geldiği zamanlarda üzerine karaladığım bu deftere anlamsız bir tatminle ve onu yakmayı dileyerek bakmam tuhaf.”

Defteri yakarak bir gelecek inşa etmeyi düşünen anlatıcı, öte yandan “varlık kazanmaya başlayan bir geçmişi yeniden kuruyor.” Dolayısıyla gelgitli bir durum ve gergin bir ruh hâli sezilirken Onetti, bazı fragmanlarda kitabın yazılış öyküsünü anlatıyor sanki.

Artık Fark Etmediğinde; anlatılanlarla birlikte hikâyenin nasıl anlatıldığıyla da öne çıkan bir roman. Onetti’nin önceki kitaplarında yer alan temalar ile karakterlerin kolajını bulabileceğimiz roman, diğer metinlerdeki kaderlerin bir kesişim kümesi âdeta.

“Yazdığım için yaşıyorum” diyen Onetti, Artık Fark Etmediğinde’nin okurla buluştuğu 1990’ların başında, yeni hiçbir şey kaleme almıyordu ve o güne kadar kendisine sorun çıkarmayan bedeni teklemeye başlamıştı. Ölümünden kısa bir süre önce, yakınındakilere yazmayı bıraktığını söylemiş ve dünyadan elini eteğini fiilen çekmişti. Bu kopuş, 30 Mayıs 1994’te resmiyet kazandı. Geriye, hayatını istediği gibi yaşan ve gevezelik karşıtı yazarın kitapları kaldı.    
 
Veda Ederken / Juan Carlos Onetti / Çeviren: Münir H. Göle / Alakarga Yayınları / 96 s.

Yarın Başka Bir Gün Olacak / Juan Carlos Onetti / Çeviren: Münir H. Göle / Alakarga Yayınları / 104 s.

Artık Fark Etmediğinde / Juan Carlos Onetti / Çeviren: Nurhayat Çalışkan / Alakarga Yayınları / 232 s.