Jarmusch’tan bir punk belgesel
Bu yıl ‘Paterson’la izlediğimiz Jim Jarmusch’tan The Stooges’in hikâyesi...
Emrah KolukısaSahnede her an avının üstüne atlamaya hazır bir hayvan gibi duruyor. Üstü çoğunlukla çıplak, bazen altı da, sadece bir boxer şortla duruyor. Bedeni şekilden şekile giriyor, bazen sırtından geriye doğru bükülüyor, kimi zaman da yere uzanıyor bir cenin misali. Kaslı ama rahatsız edice derecede ince, sıska bir görünümü var. Uzun saçlarının arasından sürme çekilmiş masmavi gözleriyle baktığında bakışlarınızı kaçırmak isteyebilirsiniz, öyle delici, öyle delice...
Müzik tutkunlarına
Adı James Osterberg, ama tüm dünya onu Iggy Pop olarak tanıyor. Neredeyse 50 yıldır müzik piyasasının içinde olan ve punk denince akla gelen ilk isimler arasında gösterilen Iggy Pop bu yıl daha önce “Paterson” adlı filmini izlediğimiz Jim Jarmusch’un “Gimme Danger” adlı belgeselinde sık sık çıkıyor karşımıza. Belgesel aslında Iggy Pop üzerine değil, onun Asheton biraderlerle birlikte kurduğu ve 1973 yılında şöhretin zirvesine tırmanan The Stooges grubu hakkında ama filmde zaman zaman karşımıza çıkan Asheton’ların her ikisi de artık öldüğü için (hatta saksofoncu Steve MacKay de) en çok Osterberg hazretlerini izliyoruz haliyle. Tabii Jarmusch ile Iggy’nin eskilere dayanan dostluğu da unutulmamalı... Malum, Jarmusch en başından beri müzikten çokça beslenen ve birçok filminde oyuncular kadar müzisyenlere de rol veren (Tom Waits, John Lurie, Meg White, Jack White ilk akla gelenler) bir yönetmen olduğu için “Gimme Danger”ı ondan başkasının çekmesi beklenemezdi. Filmde The Stooges’ın kuruluş yıllarını anlatan ve 2003’ten sonra yeniden bir araya geldikleri dönemden sonrasına ait konser ve röportaj görüntüleriyle kurgulayan Jarmusch her müzik tutkununun izlemesi gereken bir işe imza atmış. Filmde hikâyesi anlatılan kişilerden sadece Iggy Pop’un kariyer sahibi oluşuysa işin trajik yönü...
Tekinsiz sularda...
Meksikalı sinemacı Amat Escalante (en son “Heli” ile bir hayli sükse yapmıştı hatırlarsanız) Polonyalı aykırı sinemacı Andrej Zulawski’ye ithaf ettiği “Vahşi Bölge”de sıradan insanların alabildiğine sıradışı iç dünyalarına giriyor ve yer yer izlemesi zor olsa da son tahlilde izleyicinin ruh halini değiştiren, zihninde yanıtlanması zor sorular uyandıran bir filme imza atıyor. Zyulawski sinemasına aşina olanların hemen kimi bağlantılar kurabileceği (özellikle bu dünyadan olmayan tuhaf yaratık çok bariz bir Zulawski göndermesi) ama bir yandan da Cronenberg gibi usta yönetmenlerin çok özgün bir şekilde ele aldığı body-horror trükleriyle öne çıkan film aşırılıklarının gölgesinde kalıyor bana kalırsa. İşin aslı biraz kendi vatandaşı Carlos Reygadas’ın dünyada yarattığı etkinin peşindeymiş gibi duruyor Escalante ve biraz da kendi özgün sinemasını tam olarak kuramıyor, gizemli anların büyüsüne kapılıp (kimi sahnelerde David Lynch etkisini de sezmek mümkün) izleyiciyi yarı yolda yalnız bırakıyor. Bu arad Meksika sinemasının her iki damarda da böylesine güçlü bir şekilde ilerlemesi (Inarritu, Cuaron, Del Toro anaakım sinemada, Reygadas ve Escalante arthouse sinemada) ayrıca üzerinde düşünmeye değer bir durum.
FESTİVALDE BUGÜN -“14. Louis’nin Ölümü” (Albert Serra) - 11.00 / Nişantaşı City’s -“Politika Kullanma Kılavuzu” ( Fernando Leon De Aranoa) - 13.30 / Beyoğlu Beyoğlu -"Taş” (Orhan Eskiköy) - 13.30 / Beyoğlu Atlas -“Ana Sevgilim” (Calin Peter Netzer) - 19.00 / Levent Kanyon -“Deha” (Marc Webb) - 21.30 / Beyoğlu Atlas |